Haklarımızı sokakta bulmadık, yedirmeyiz
Sohbetlerimizde sıkça duyduğumuz “Sözleşmenin kaldırılması daha çok öldürülen kadın demek” söylemi, sözleşmeye sahip çıkmanın bir kişi daha eksilmemek için hayati olduğuna dikkat çekiyor.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Helin ÇAKIR
Ankara
Kadınların sistematik bir biçimde öldürüldüğü, öldürülme biçiminin gittikçe vahşileştiği, şiddet gören kadınların rakamlarının dahi tutulamadığı ülkemizde geçtiğimiz haftalarda öğrendiğimiz Pınar Gültekin cinayeti hepimizi derinden sarsarken ülkenin dört bir yanında kadınların birçok farklı alanda irili ufaklı bir araya gelişlerine yol açtı. Bizler de Ankara’nın çeşitli ilçelerinden birçok gençle artan, yayılan, vahşileşen şiddet ve cinayet haberlerini ve tüm bunlara rağmen iktidarın hedefinde olan İstanbul Sözleşmesi’ni küçük buluşmalarla bir araya gelerek bazı yerlerde ise bu birlikteliklerden beslenen forumlarla hep birlikte tartıştık. Gençler bir yandan “Yarın sıradaki ben miyim?” diye sorarken diğer yandan irili ufaklı buluşmalarda “neler yapacağız?” sorusuna cevap aradı. Birçok genç çağrımıza kulak verdi, bir arkadaşını daha buluşmalara getirmenin olanaklarını yaratmaya çalıştı. Öne çıkan eğilimleri, yürüttüğümüz tartışmaları dergimize yansıtmak istedik.
“HEPİMİZ PINAR’IN YERİNDE OLABİLİRDİK”
“Hepimiz Pınar’ın yerinde olabilirdik” cümlesi en çok karşılaştığımız söylemlerden biri. Genç kadınlar Pınar Gültekin cinayetinin münferit bir olay olmadığının, yaşamlarının her alanında tacize, şiddete maruz kaldıklarının farkındalar. Bulundukları alanlarda baskılarla ve cinsiyetçi tutumlarla karşılaştıklarını anlatıyor, yaşadıkları flört şiddetinden bahsediyorlar. Kadın cinayetlerinin artık sıradanlaştığını söyleyen gençler, devletin şiddet ve cinayetlerin üstünü örten, aklamaya çalışan söylemlerinden ise şikâyetçi.
Kadına şiddetin kökeni, bir yandan politikliğini reddetmeden fakat diğer yandan eşitsiz ilişkilerin ve şiddetin, erkeklerin ve toplumun yüzyıllardır alışılagelen değişmez bir gerçekliği olduğu düşüncesinde karşımıza çıkıyor. Bunun karşısında öne çıkarmak istediğimiz iki başlıktan söz edebiliriz. İlki, son 20 yılda yaşanan dönüşümün etikleri, kadına yönelik şiddetin karşısında önleyici, caydırıcı ve koruyucu yasal önlemlerin alınmaması, diyanet “fetvaları”, fıtrat söylemleri, küçük yaşta evliliğin önünü açan yasa tasarıları vb. örnekleriyle iktidarın muhafazakârlığı, kadın düşmanlığını her alanda yeniden üretiyor ve böylece kendi iktidarını sağlamlaştırıyor olması. Buradan doğru tek adam rejiminin inşasında, toplumsal dönüşüme ivme kazandırması açısından kadın düşmanı politikaların kendi bekası uğruna iktidarca kullanılması. İkincisi ise kadına şiddeti doğuran süreci tarihselliğinden ve sınıfsal bağlamlarından koparmadan eşitsiz güç ilişkilerinin doğurduğu şiddetin kökenini, kadını ikincil konuma iten sınıflı toplumlar tarihinde arayarak kapitalist toplumda yasalar önünde dahi bir eşitlikten söz edilemezken şiddetin nasıl durdurulabileceğini tartışmak, altını çizmek istediğimiz diğer nokta.
KADINLARIN YAŞAMA HAKKINA SAVAŞ AÇILIYOR
Tartışmalarda bir diğer başlığımız kadınların her türlü yasal hakkına savaş açmış iktidarın hedefindeki İstanbul Sözleşmesi’ydi. İktidarın kadınları korunmasız hale getirerek aile içine hapsedip kendi iktidarını ise buradan sağlamlaştırma isteği; kadınların toplam eşitlik hakkına karşı ortaya koyduğu adımlarından biri bugün İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi olarak karşımızda. Gençler arasında gündemde yer edinmesi dolayısıyla sözleşme duyulsa da, imzacısı olan hükümetin sözleşmenin ne olduğuna ilişkin toplumu bilgilendirmesi gerekirken, içeriğe dair bilgisizlik hâkimdi.
Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve kadına yönelik her türlü şiddeti ortadan kaldırmak için düzenlenmiş İstanbul Sözleşmesi’nin detaylarını paylaştığımızda öne çıkanlardan ilki 2014’te yürürlüğe giren bu sözleşmenin bugüne kadar yerine neden getirilmediği sorusuydu. Sadece hukuki bir metinin kadınları koruyamayacağının farkında olarak İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı koşulları gözden geçirmek, sözleşmenin uygulanmasının siyasi bir irade olduğunu bilerek sözleşmeyi imzalamaya iten mücadelenin, sözleşmenin uygulanmasına yönelik bir mücadeleyle sürdürülmesi gerekliliği toplamda uzlaştığımız bir yanıt haline geldi. Sözleşmenin içeriğini öğrendikçe topluma sözleşmeyi anlatma fikri gençler içinde öne çıkarken Dikmenli gençler ise düzenledikleri forumda ortak bir metin hazırlayarak semtlerinde dağıtım yapma kararını aldılar.
Sohbetlerimizde sıkça duyduğumuz “Sözleşmenin kaldırılması daha çok öldürülen kadın demek” söylemi, sözleşmeye sahip çıkmanın bir kişi daha eksilmemek için hayati olduğuna, bu da topyekûn mücadelenin araç ve olanaklarını nasıl yaratacağımız sorusuna kapı araladı. Nasıl mücadele edileceği noktası ilk elden gençlerin kafasında netleşmezken son dönemde Şule Çet davası, YTÜ-CİTÖB kazanımı gibi somut örnekler gençlerin ses çıkarmadıkları ölçüde ezileceklerini, birleşmeden haklarını alamayacaklarının farkındalığını pekiştirdi.
BİRLİKTELİKLERLE NEFES ALABİLİRİZ
Sürdürdüğümüz bu tartışmaları ilerletmek, gençlerin yerel dayanaklarla bir araya gelip söz aldığı, tartıştığı, karar aldığı birliktelikleri kurmak bugünün aciliyetiyken şiddetle mücadelenin, İstanbul Sözleşmesi tartışmasının diğer tüm taleplerimizle doğrudan bağını görerek mücadeleyi birleştirdiğimiz ölçüde yarın bir diğer hakkımıza yönelik saldırılara karşı ilk koldan bir araya gelme gücündeki yerel dayanakları kurabilir ve ancak böylece haklarımızı ve hayatlarımızı koruyabilir, nefes alabiliriz.