Ortadoğu ve Libya’da dostlar kim?
Türkiye’nin Libya’daki varlığının amacı doğalgaz, petrol kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek ve Libya’yı kendi güvenilir pazarına dönüştürmek.
Fotoğraf: Designed by macrovector Freepik
Hazal Göçmen
ODTÜ
Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nın ilk günü Cumhurbaşkanı Erdoğan yayınladığı bayram mesajında: “Irak ve Suriye'den Libya'ya uzanan geniş bir alanda süren bu mücadelemizi hem kendimiz hem bu ülkelerdeki dost ve kardeşlerimiz için zaferle neticelendirmekte kararlıyız. Doğu Akdeniz ve Ege'deki haklarımızı korumak için başlattığımız çalışmaları sonuna kadar devam ettireceğiz” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin 9 senedir süren Suriye iç savaşının bir parçası olduğu, savaşın ağır kayıplarının bölge halkları tarafından yaşandığı, savaş politikalarının iç politikada tek adam yönetiminin hakimiyeti yararına kullanıldığı dönemlerden geçmişken Erdoğan’ın Irak ve Suriye’den Libya’ya dek süren mücadelesinin nasıl ve kim için bir zaferle sonuçlanabileceği sorusu oldukça önem taşıyor.
KİM BU DOST VE KARDEŞLER?
Erdoğan iktidarının sürdürdüğü dış politikayı tartışmaya güncel olarak Türkiye’nin Suriye’de nasıl bir pozisyon edinmek istediği ile başlayabiliriz. Bölgede 9 yıllık savaşın ardından şu an gündemde olan konu, Suriye’nin yeniden inşası. Emperyalist emelleri olan Türkiye’nin de diğer emperyalist devletler gibi arzuladığı temel nokta Suriye’yi kendi pazarları haline getirmek. Rusya’nın enerji projelerinde Suriye’yi alt yapı olarak kullanmayı hedeflemesi, Çin’in Suriye’ye endüstri alanında 2 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını belirtmesi ya da Trump’ın Suudi Arabistan’ın yeniden inşa için gerekli parayı karşılayacak olmasını “sevinçle duyurması” emperyalist devletlerin tekellerin karlarını arttırmak için 9 senedir bir ülkede neden savaşın körükleyicisi olduklarını gösteriyor. Emperyalist devletler bugün kendi sermayelerinin pazarlarını genişletebilmeyi bölge halklarının savaşın yükünü taşımaları pahasına sürdürüyor. Türkiye ise yeniden inşaat adına TOKİ’yi öne sürerek, yol inşaatları yaparak veya şirketlerinin bölgede elektrik sağlaması ile pazarda pay kapma yarışının bir parçası haline geliyor. Dolayısı ile Erdoğan’ın bayram mesajı olarak söz ettiği uğruna mücadele edilen dost ve kardeşler bölge halkları değil aksine sermaye gruplarının tekellerin ta kendisi.
LİBYA’DAKİ AMAÇ
Libya’da ise Ortadoğu’da olduğu gibi emperyalist güçler ve iş birlikçileri sahada kontrol sahibi olabilmek adına birbirleri ile yarışıyorlar. Erdoğan, Libya’da Türkiye’nin varlığını Birleşmiş Milletlerin desteklediği Sarrac önderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümetinin (UMH) doğrudan çağrısı ile meşru göstermeye çalışıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti’nin iki senesini değerlendirdiği yakın tarihli bir toplantıda “Libya'da Trablus'u tehdit eden darbecileri gerilettik. Libya halkının yanında olmayı sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı. Sarrac hükümetinin çağrısı ile silahlı Hafter güçlerini geriletmek adına askeri güçlerini Libya’ya sevk eden Türkiye’nin, esasen kimin yanında olmayı sürdüreceği bölgede yaptıkları anlaşmalardan rahatlıkla anlaşılıyor. Türkiye, geçen yıl Kasım ayında Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle, Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir anlaşma imzalamıştı. Bu anlaşma doğrultusunda Türkiye’de Akdeniz’in doğusunda petrol arama çalışmalarına katılabilecek. Türkiye’nin Libya müdahalesinin bir diğer yönü ise Türk inşaat sektörünün Libya’daki varlığını güvence altına alabilmek. Kaddafi’nin devrilmesinden önce Libya’da var olan yaklaşık yüz inşaat firması da bölgede farklı projelere imza atmıştı. 2011’de Libya’yı da etkisine alan Arap Baharı ile birlikte başlayan anlaşmazlıklar ile yarım kalan projeler nedeni ile yaklaşık 19 milyar dolarlık bir kayıp yaşandı. Görüldüğü üzere Türkiye’nin Libya’daki varlığının amacı Libya halkının yanında olmak değil. Doğalgaz, petrol kaynakları bularak kontrolünü ele geçirmek ve Libya’yı kendi güvenilir pazarına dönüştürmek. İşin özü Erdoğan’ın dış politikada bölge ülkelerdeki dostlara yardım etme yalanın esası kendi sermaye güçlerini zenginleştirmek. Aksi ancak bölge halklarının yaşadıkları coğrafya için kendi kararlarını verebildikleri bir geleceği sağlama çabası ile mümkün olabilir.
SAVAŞIN YÜKÜ HALKIN SIRTINA
Peki, Ortadoğu ve Libya halkları için yıkım savaş ve yoksulluğun körükleyicilerinden biri olan Erdoğan iktidarının buralardaki politikası Türkiye halklarını zenginleştiriyor mu? Bu soruya yanıt ararken iki nokta üzerinden ilerleyebiliriz. İlk olarak, Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2018 yılında yayınladığı raporda Türkiye’nin askeri harcamalarının önceki yıla oranla %24 arttığını, 19 milyar dolarlık harcaması ile ilk 15 ülke arasında en fazla artış gösteren ülke olduğunu gösteriyor. Bu harcamalar vergiler ile çeşitlendirilerek halkın sırtına yükleniyor. İkinci nokta ise Doğu Akdeniz dahil olmak üzere pazarın kullanılmasından elde edilen kazanç Türkiye ile birlikte hareket eden tekellerin geliri olacak. Erdoğan iktidarı emperyalist emelleri ile düzenlediği dış politikada ülkelerin sınırlarını ihlal ederek askeri güçleri ile sıcak savaş halinde bulunurken harcamaları Türkiye’de işçi, emekçi yoksulların üzerine yıkıyor. İktidarın dış politikada yaptığı hamlelerden kazançlı çıkan taraf ise yeni pazarlarda sermayelerini büyüten yerli, yabancı tekeller oluyor. Kısaca, Türkiye’de izlenen dış politika ile Türkiye halkları zenginleşmek şöyle dursun tekellerin karlarını arttırmak adına fakirleşmeye devam ediyor.
Pandemi döneminde açıklanan geniş tanımlı işsiz sayısının 9 milyon 756 bine ulaşırken Covid-19 nedeniyle meydana gelen eşdeğer iş kaybı 10,7 milyon olarak gerçekleşti. Savaş harcamalarının devam etmesi mevcut yoksulluk tablosunu derinleştiriyor. İktidar ülke içerisinde ve dışında burjuvazinin çıkarlarına göre hareket ediyor. Yoksullaşan Türkiye halklarının bu gidişata son vermesi ise Ortadoğu ve Libya’nın geleceğine bölge halklarının karar verme mücadelesini sahiplenmesi ile mümkün.