10 Ağustos 2020 00:20

Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Beyrut: infilak eden yozlaşmış sistemin kendisi

Beyrut patlaması Arap basınının ana gündemiydi. Lübnan gazeteleri Al Akhbar ve Al Modon'da yayınlanan makalelerde çökenin tüm kurumlarıyla birlikte Lübnan'daki yozlaşmış sistem olduğu yorumu yapıldı.

Fotoğraf: Houssam Shbaro/AA

Paylaş

Ali KARATAŞ
Kays ABBAS

Geçtiğimiz hafta Arap dünyasının en önemli gündemi şüphesiz ki Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta, liman bölgesinde meydana gelen patlamaydı. Olayın sebepleri birçok makale ve köşe yazısında değerlendirildi. Sorumluların kim olduğu noktasında farklı görüşler yer alırken ekonomik krizin pençesinde kıvranan halk ise cumartesi gününü “Hesap Günü” olarak adlandırarak sokağa indi. Cumhurbaşkanı Mişel Aun ve diğer yetkililer istifaya çağrılırken, “Halk rejimi devirmek istiyor”, “İntikam, rejim düşene kadar intikam” ve “Ruhumuz, kanımız sana feda ey Beyrut” gibi sloganlar atıldı.

Kaleme alınan makalelerin hiçbirinin üstünden es geçemediği nokta ise sistemin çöküş içinde olduğu. Lübnan’da, geçen yılın ekim ayında başlayan protestolar nedeniyle istifa eden Saad Hariri hükümetinin yerine ancak bu yılın ocak ayında hükümet kurulabilmişti. Ama daha bir yılını dolduramadan Hasan Diyab başkanlığındaki hükümet de, erken seçimden bahsetmeye başladı.

Al Akhbar gazetesinden İbrahim el Emin yaşananları “büyük çöküş” olarak nitelendirdi. Patlamanın sadece örtüyü kaldırarak bu “çöküş”ün görünmesini sağladığını yazdı. Yine Lübnan’da yayımlanan al Modon gazetesinden Yusuf Bazzi, patlamayı yeni Hiroşima olarak isimlendirerek, olanların “Sistemin bütün kurumlarıyla çökmesi” olduğunu söyledi.

Arap dünyasında ana akım medyanın büyük çoğunluğunun Suudi Arabistan ve Katar tarafından kontrol edildiğini hatırlatarak birçok makalede sorumluluğun Hizbullah’a ve onun Lideri Hasan Nasrallah’a yıkan satırların dikkat çektiğini belirtelim.

Londra’dan yayın yapan al Kuds al Arabi’den Suhayl Kivan, “Lübnan’ı öldürüyor ve cenazesinde yürüyorlar” makalesinde, Cumhurbaşkanı Aun ve Başbakan Diyab’a sorumlularla ilgili soru sorarken Nasrallah’ı doğrudan suçlayan özel bir vurgu yaptı. Ayrıca bütün yetkilileri istifaya çağırdı.

Middle East Online haber sitesinden Soha al Cundi de patlamadan bir hafta önce Hizbullah’la İsrail’in karşılıklı tehditlerde bulunduklarını hatırlatarak sorumlu olarak direk Nasrallah’ı işaret etti. Bu operasyonla İsrail’in stratejik hedeflerine ulaştığını ve Lübnanlıların artık Fransız mandasını istediğini ifade etti.

Patlamanın hemen ardında Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un Lübnan’a gitmesini al Arab gazetesinden D. Hattar Abu Diab önemli bir siyasi gelişme olarak yorumladı. “Çok geç olmadan Lübnan’ı kurtarmak için son şans olan uyarı niteliğinde son çabaların bir parçası” olarak nitelendirdi. Birlik hükümeti vasıtasıyla Sedir Konferansı sürecinin yeniden başlatabileceğine dikkat çekti.

Sedir Konferansı, Nisan 2018’de Fransa’nın başkenti Paris’te yapılmış ve Lübnan’ın alt yapısını ve ekonomisini yenilemek için 11.5 milyar dolar kredi verilmesi kararlaştırılmıştı. 25 senenin üzerinde vadesi olan bu kredinin üçte birini uluslararası bankalar, üçte birini AB ülkeleri ve kalan kısmını Körfez devletlerinin karşılaması kararı alınmıştı.

SGD'NİN PETROL ANLAŞMASI 

Suriye’nin kuzeyindeki petrol alanlarıyla ilgili Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) ABD şirketiyle yaptığı anlaşma da bölgede tartışma konusu oldu. Yorumlar genel olarak tepki niteliğinde.

Tanınmış Gazeteci Abdulbari Atwan, anlaşmayı “Sırta saplanan zehirli bir bıçak” olarak nitelendirdi; Kürt-Arap ilişkilerini kötü yönde etkileyeceğini yazdı.

Eyhem Mari imzasıyla al Akhbar’da yazılan makalede ise şu ifadeler kullanıldı: “Geçtiğimiz günlerde Deyrizor’un doğu kırsalında halk ile SDG arasında çatışmalar şeklinde bir gerilim patlak verdi. Bu çatışmalar denklemleri değiştirme yeteneğinde. SDG ile doğu bölgesindeki halk arasındaki gerilimin önemli gerekçelerden diğeri Suriye’nin petrol rezervuarı sayılan bölgelere Kürt güçlerinin gelişinden bu yana başlayan gerilimin birikmesi. Göstericilerin SGD’den talepleri, aşiret liderlerine ve ileri gelenlere yönelik suikastların faillerinin ortaya çıkarılması noktasında yoğunlaştı. Geçtiğimiz iki hafta, başta al Akidat Kabilesinin Sözcüsü Şeyh Süleyman Al-Kassar, kabilenin büyüklerinden Mutashhar Al-Hafil ve Bakara Kabilesinden Şeyh Ali Alwais olmak üzere birçok suikast olayına tanık olundu.”


BÜYÜK ÇÖKÜŞ

İbrahim el EMİN
al Akhbar

Evrenin sonu sahnesini çizen filmlerde olduğu gibi. Kırmızıdan siyaha, zehirli küllere hızlı bir şekilde renklenen bulut, dünya savaşlarının filmlerinden alınmış gibiydi. Şehir yıkılarak bir moloz yığınına dönüştü.

Olanların arkasında bir hata, bir sabotaj suçu veya başka bir şey olsun, bu ülkeyi vuran üzerindeki kapağını kaldırmasından başka bir şey değil. Patlama büyük çöküşün yüzünü ortaya çıkardı. Düşünme, hareket etme ve krizleri yönetme biçimine kadar entegre bir sistemin çöküşü.

Sorumluluğu üstlenmesi gerekenlerin yorumlarını duyan, dakikalar içinde nasıl uzman kesildiklerini görür. Analizler ve yeni gerçekler icat etme bize tek bir şeyi söylüyor: Bu, Büyük Buhran’ın ön çöküşüdür. Geriye hiçbir şey bırakmayacak. Kanı terle kaplı yorgun insanlara gelince, mümkünse daha az gürültülü bir ölüm arayışıyla yalnız bırakılacaklar.


LÜBNAN’IN HİROŞİMA’SI VE YIKIM

Yusuf  BAZZİ
Al Modon

Çöküş nedir? 4 Ağustos’ta olanlar... Beyrutlular, deprem ve rüzgar fırtınasını hissettiklerinde ve daha önce hiç duymadıkları bir ses duyduklarında olanlar...

Beyrutlular, ani ve ürkütücü bir şekilde yeni Hiroşima gibi gökyüzüne yükselen bir dumanı gördüler. 1975 yılından günümüze kadar tüm Lübnan savaşlarını yaşadığım için, Lübnan tarihindeki hiçbir patlamanın, Beyrut Limanında meydana gelen patlamanın şiddet ve yoğunluğuyla eşleştirilemeyeceğinden eminim. Binalar sanki devrilecekmiş gibi sallanıyordu.

Sosyal medyadaki aktivistler, savaş uçaklarının limana doğru iki füze fırlattığını gördüklerini söyleyen ses kayıtları yayımladı. Demek ki İsrail ve Hizbullah’ın silah deposunu vurdu. Bu inanılabilecek bir hikaye.

İhmal veya yanlış hesaplamalara maruz kalındığından, iktidarın ve onun “teknokratları”nın soruşturmalarda ve raporlarında söylediklerine güvenmiyoruz. Aksine, ihmalin ve yolsuzluğun felaketin gerçek nedeni olduğuna inancımız tamdır.

“Çöküş”, sistemin, yetkililerin, yönetimlerin, hükümetin ve iktidar partisinin hepsinde. Bugün, yaşanabilir bir ülke olmayan Lübnan, tüm korkunç hikayelere inanılabilecek bir durumdadır.


LÜBNAN’I ÖLDÜRÜYOR VE CENAZESİNDE YÜRÜYORLAR

Suhayl KİVAN
al Kuds al Arabi

Lübnan’da katiller öldürüyor ve cenazede yürüyorlar. Korkunç patlamanın sebebi ne olursa olsun -elektrik arızası veya aktif bir eylem-, ilk suç, tehlikeli bir kimyasalın insanların olduğu bir yerde saklanmasıdır.

Bu nedenle, Lübnan’daki Yüksek Savunma Konseyinin bir soruşturma komitesi oluşturma ve “Patlama için en ağır cezayı uygulama” ifadesi bir tür şizofreni içeriyor. Bu durumlarda baş sorumlu görevli değil veya çalışan işçi, hatta yabancı ülkelerin çalışanları da değil. Bu alt rütbeliler sorumlu tutulmadan önce, yıllardan beri ihmali olan tüm iktidar sorumlu tutulmalıdır.

İlk olarak bu tehlikeli madde miktarı ithalatçının sorumluluğundadır. Patlayıcı maddenin varlığını ve ciddiyetini bilenler ve bunların en başında iktidarın en önemli gücü Hasan Nasrallah sorumludur. İsrail’i birden fazla kez Hayfa bölgesindeki amonyak depolarını vurmakla tehdit etmişti. Bu durum, Hayfa sakinlerinin ve çevrecilerin mücadelesini artırmasına ve depoları kapatmak için mahkeme kararı almayı başarana kadar mücadelelerini sürdürmelerine neden oldu. 

Lübnan Başbakanı Hassan Diyab, bu olayla ilgili sorumlular hesap vermeden sürecin sonlanmayacağını söylerken ne demek istiyor? Ve kim sorumlu tutulmalıdır? Cumhurbaşkanı Michel Aun, yaşananları “büyük bir felaket” olarak nitelendirdi? Sanki bir deprem olmuş gibi, sistemin bununla hiçbir ilgisi yok! Cumhurbaşkanı birkaç gün önce yerli ve yabancı düşmanların ittifakından ve Lübnan’daki yaygın yolsuzluk ve bununla mücadele ihtiyacından bahsetmişti. Nüfusun yoğun olduğu bir sivil alanda bu kadar büyük tehlikeli maddeyi depolamaktan kim sorumludur? Savaşacağını söylediği yolsuzluğun kolları değiller mi?

Bir ülkede böyle bir afette en az olması gereken, ülkesindeki bu tür tehlikeli güvenlik ayrıntılarına aşina olması gereken savunma bakanı da dahil olmak üzere, başkandan liman müdürüne kadar tüm görevlilerin istifa etmesidir.

Kim sorumluları yargılayacak? Gerçek şu ki, hesap verebilirlik Lübnan halkı son ayaklanmalarına başladığında başladı ve şu ya da bu otoritenin bir üyesi için hesap verebilirlik yoktu. Herkes herkesle suç ortağı. Bütün iktidar tarafı, halk kafasını kaldırdığında halka karşı müttefik olurlar. Afetin özü, yabancı ajanlar değil yetkilileri yolsuzluğa karşı sorumlu tutacak bir sistemin olmamasıdır.  Lübnan halkı, şu ya da bu kişi ya da tek başına şu ya da bu organizasyondan değil, sistemin kendisinden rahatsızdır.


MACRON LÜBNAN’DA: KURTARMA İÇİN SON ŞANS

D. Hattar Abu DİAB
al Arab

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Başkent Beyrut’u vuran felaketten iki gün sonra Lübnan’a koştu. Felaketi incelemeye gelen ilk yabancı devlet başkanıydı. Bu dayanışma ziyaretinin ilk etapta siyasi bir boyutu bulunmaktadır. Çok geç olmadan Lübnan’ı kurtarmak için son şans olan uyarı niteliğinde son çabalarının bir parçasıydı. Özellikle korkunç olay en kötü koşullarda ortaya çıktığı ve karmaşık bir ekonomik, parasal ve politik krize denk geldiği için. Bu nedenle Macron, Lübnan’ın uluslararası destekten faydalanmak için bir giriş noktası olarak Sedir Konferansı reformlarını ulusal birlik hükümeti aracılığıyla yeniden yapılandırmanın ve reformların uygulanmasının önemine ilişkin siyasi bir girişim ortaya koydu.

Eski manda gücü ve “Büyük Lübnan”ın vaftiz babası Fransa, Lübnan’daki gelişmeleri ve Lübnan’ın kuruluşunun ilk yüzüncü yılının arifesinde varlığını varoluşsal bir tehdit çizgisine koyarak eşi görülmemiş bir krizle yüzleşmesini yakından izliyor.

Orta sınıfın ortadan kalkmasının ardından, tüm egemen siyasi ve ekonomik sistem ile genel halk arasındaki uçurum derinleşti.

Bu arada devlet kurumlarında etkili olan Hizbullah’ın İran’ın bölgedeki planlarıyla bağlantılı olması, Lübnan’ı İran’ın bölgesel eksenine bağlamak ve onu Amerika-İsrail-İran çatışmasına rehin yapmak anlamına geliyor. Bu, 1975 ile 1990 arasındaki bir dizi savaşın hatırasına rağmen Lübnan’ı yeniden savaş tehlikesine maruz bırakıyor. Çoğu, kendi topraklarında başkalarının savaşlarıydı.

Böyle bulutlu bir atmosferde Macron, Beyrut’a geldi. Ve kederli ve şoke olmuş kalabalık Lübnan siyasi sistemine karşı slogan atıyordu. Bu, Lübnan ve Fransa arasındaki ilişkinin öncelikle insani ve duygusal olduğunu kanıtlıyor. Ancak 55 bin kişinin Fransız mandasının geri dönmesi için dilekçe vererek “Sevecen anne” nin eteklerine sarılması, Lübnanlıların ulaştığı umutsuzluğun boyutunu ortaya koyuyor.

ÖNCEKİ HABER

Munzur Gözeleri'nin yapılaşmaya açılmasına karşı imza kampanyası

SONRAKİ HABER

Şile'de denize girmek yasaklandı 

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa