Koray Sarıdoğan: ’90’ları 12 Eylül’den bağımsız düşünemeyiz
‘Yeraltı Kütüphanesi’nde ’90’lı yılların alt kültürünü anlatan Sarıdoğan, 1980 darbesi sonrası sunulan tüketim, yaşam tarzını reddedenlerin imdadına Rock müzik ve kültürünün yetiştiğini söylüyor.
Koray Sarıdoğan / Fotoğraf: Kişisel arşiv
Özlem ERTAN
Koray Sarıdoğan’ın kaleme aldığı ‘Yeraltı Kütüphanesi’, 1990’lı yılların alt kültürü hakkında tatmin edici bir çalışma. Sarıdoğan, ’90’lar Türkiyesi’nde Altkültür: Rock, Dergi, Fanzin, Edebiyat’ alt başlığıyla Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitabında ana akım medyanın pompaladığı popüler kültürün kıskacına takılmayan, dönemlerini anlamaya ve kendilerini ifade etmeye çalışan ’90’lar gençliğinin biçimlendirdiği alt kültürü gerek müzik ve yayıncılık gerekse edebiyat ile sosyal çevre açısından irdeliyor. Aynı zamanda edebiyatçı olan ve Portakal Yayınları’ndan çıkan son romanı, süper kahraman hikayesi ‘Kaosun Kalbi’yle geçtiğimiz aylarda okurların karşısına çıkan Sarıdoğan’la söyleşilerle zenginleştirilmiş ‘Yeraltı Kütüphanesi’ ve ’90’ların alt kültürü hakkında konuştuk.
Alt kültür nedir? Nasıl, hangi dinamiklerin etkisiyle oluşur?
Zamanına, koşullarına göre değişmekle birlikte bir sıkışmışlığın ama daha çok, memnuniyetsizliğin ürünüdür. Politik, ekonomik, kültürel konjonktürün ana akımında kendine ifade imkanı bulamayan veya yukarıdan inen ifade imkanlarını reddedenlerin oluşturduğu alanlardır alt kültür. Sadece ‘Yeraltı Kütüphanesi’nde bahsettiğim gibi dergi, fanzin, kaset, kitap olmak zorunda değil veya illa bir bilinçle, kararla oluşturulmak zorunda da değil. Yeri geldiğinde getto da bir alt kültür alanı olabilir, sokaklar, giyim kuşam, yaşam tarzı da… Bu topraklarda arabesk de rap de hatta sevelim sevmeyelim arabesk rap de bir alt kültürdü mesela.
Meseleye kitabında konu ettiğin 1990’lı yıllar Türkiye’si özelinde yaklaşacak olursak neler söylersin? Rock ve onunla bağlantılı müzik türleriyle, yeraltı edebiyatıyla, fanzinlerle ifade alanı bulan ’90’lı yılların alt kültürünü yaratan ve besleyen koşullar neydi?
’90’ları 12 Eylül darbesinden bağımsız düşünemeyiz. Kendinden önceki kuşakla, onun idealleri, tavrıyla arasına makas atılmış bir kuşak söz konusu. Darbe sonrası yeni toplum dizaynıyla insanlara sunulan “Eğlen, alışveriş yap, sorgulama” tadındaki yaşam tarzı ve bunun araçları olan popüler kültür, arabesk, magazin ve birkaç yıl sonra ortaya çıkacak vahşi dişlerini henüz göstermeyen, iyi bir şey olarak lanse edilen liberal ekonominin sunduğu yapay özgürlük ve bolluk ortamını reddediyor bu kuşak. Bu öyle büsbütün bir politik reddediş değil aslında; tat almıyorlar, kendilerini ifade etmek için yeterli bulmuyorlar. Batılı sound’uyla rock müziği ve kültürü burada imdada yetişiyor, bu müzikten ve yaşam tarzından fanzinlere, dergilere, yayıncılığa hatta edebiyata uzanan bir alt kültür oluşuyor.
Bob Marley’le ilgili bir yazının “Esrar içiyordu o adam,” denerek yayımlanmadığını ve bu yaklaşımın bir başka derginin planlanandan erken çıkmasına neden olduğunu senin kitabından öğrendim. Bu olay, ana akım kültürün kendisinden farklı olanı nasıl ötelediğinin ve yok saydığının da göstergesi. Rock ve metal dinleyenler bu “ötekileştirmeye” karşı nasıl tavır aldı? Bu “ötekileştirme” alt kültürü güçlendirdi mi, zayıflattı mı?
Aslında Bob Marley örneğinde daha vahim bir nokta var: Bob Marley’i reddeden mecra da ana akım bir mecra değil. Aksine, sol tandanslı bir yayın. Kitapta bir bölümü özellikle “Rockçıları Solcular da Sevmedi” konusuna ayırdım çünkü ülke konjonktürünü müthiş özetliyor bu örnek.
İlk nüvesinden itibaren bilinçli bir tavır olduğunu söylemek güç ama ilk soruda da bahsettiğim o ifade imkanı bulamama hali, bu kültüre gönül verenleri zaten kendi fanzinlerini, dergilerini üretme, bunları pasajlarda, tezgahlarda alıp satma, satarken de başkalarıyla tanışıp kaynaşma durumuna itiyor. Bu sorunun cevabı Pentagram’ın bir albümüne adını veren ve konserde seyircilerden doğaçlama çıkan sloganda güzel özetleniyor aslında: “Popçular Dışarı”.
Biraz muzip de olan bu tepkinin altında şu yatıyor: “Sizin dergilerinize, TV kanallarınıza, dağıtım ağınıza ihtiyacımız yok. Biz birbirimizi buluyoruz.”
1999’daki satanist operasyonlarında metal müzik dinleyenlerin ve Akmar Pasajı’nın hedef alınması da bu “ötekileştirme”nin sonucu mu? Neden bu kadar korkuldu bu gençlerden?
Ötekileştirme evet, ama korku demek çok doğru olur mu bilmiyorum. Bu aslında hem medyanın ikiyüzlülüğü hem de toplumun ön yargısıyla ilgili bir şey. ’80’lerin sonunda “Kim bu Türkiye’deki heavy metalciler?” tadında TV programları yapılırken veya ’90’ların ortasında bir kısım rock grubu “Buradan da para kazanırız,” mantığıyla popüler kültüre entegre edilmeye, topluma sevdirilmeye çalışılırken sorun yoktu bu çocuklarla ilgili.
1999 hem Gölcük depreminin olduğu, hem 2001’de patlak verecek ekonomik krizin derinleştiği, hem de Şehriban Coşkunfırat cinayetiyle eş zamanlı birkaç gencin intiharının gerçekleştiği bir dönemdi. Zaten bir dönüşümün ve bunalımın eşiğindeydik -her zamanki gibi- ve topluma bir öcü verilmesi gerekiyordu. Birkaç özenti ve ruh hastasının işlediği vahim cinayet de medyaya istediğini vermiş oldu.
Düşün, o kadar trajikomik ki tam o sıralarda çıkan Murat Kekilli’nin ‘Bu Akşam Ölürüm’ şarkısı bile intihara özendirdiği için eleştirildi hatta “Bu da mı satanist ya?” falan dedirtti insanlara. Reha Muhtar’ın, Kekilli’ye “Bana bak, kekikli misin naneli misin!” diye haber bülteninden verdiği ayar ile “Ya sen iyi çocukmuşsun, Murat Dost,” diye stüdyoda ağırlaması arasında bir ay bile yok; medyanın ikiyüzlülüğünü bu örnek çok güzel özetliyor bence.
Daha da kötüsü bugün gülerek hatırladığımız bu absürtlüklerin üzerinden geçen zamanda bu ötekileştirme, ön yargı ve gruplaşma daha da derinleşti. “Toplumun hassasiyetleri” denilen şey o kadar oyuldu, büyütüldü ki bugün her zamankinden daha tehlikeli bir mayın tarlasının üzerindeyiz hepimiz.
Günümüzde alt kültür diyebileceğimiz bir oluşum var mı? 2020 Türkiyesi’nin kültürel anlamda “ötekileri” kimler?
Klişe ama bugün bir geçiş dönemindeyiz. Üstelik internet ve sosyal medya gibi bir dinamik var; görünür olmaya herkesle hemen hemen eşit mesafedeyken neyin alt neyin üst olacağı biraz tartışmalı geliyor bana. Tamam, fanzinler yine yapılıyor belki ama PDF’si de yayımlanıyor internette mesela, hatta sadece PDF olarak yapılan fanzinler var. Veya “üçüncü yeniler” gibi isimler verilen “alternatif müzik” gruplarının kısa sürelerle de olsa hızla popülerleşme imkanı bulabildiği bir dönemdeyiz. Öte yandan bunların hepsinin istisnaları da var, yani açıkçası net bir şey söylemem zor.
Altay Öktem, kitapta yer alan söyleşisinde “Yeraltı bitti, yok oldu ve bir daha artık olmayacak derken sanki bu yıllar yeni bir yeraltının çıkışını müjdeliyor gibi geliyor bana,” diyor. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Önceki cevaba bağlı olarak söyleyeyim: Bu konuştuğumuz, Yeraltı Kütüphanesi’nde yazdığım anlamda bir alt kültürün olmadığı, olmayacağı aşikar ama biçimler, ifadeler, tavırlar değişecek tabii. Söylem ve tavır olarak ’90’ların fanzinlerine en benzer cümleler, eleştiriler, analizler son on yıldır sosyal medyada çıkıyor mesela. İlk zamanları itibariyle İnci Sözlük de bir alt kültür mecrasıydı sözgelimi veya Twitter’daki, çoğu Z kuşağına ait kimi hesaplar da bu söyleme çok benziyor ama alt kültürün diğer dinamiklerine ne kadar uyuyor, şu an için konumlandırmak güç.