Bölge’de şiddet, istismar, tecavüz, kadın intiharları ve cinayetleri...
Mardin Şahmaran Kadın Platformu Üyesi ve İhraç edilen Mardin Büyükşehir Belediyesi Kadın Politikaları Daire Başkanı Gülizar İpek, kadınlara dönük saldırıları Evrensel'e yazdı.
Fotoğraf: Şahmaran Kadın Platformu
Gülizar İPEK
Mardin Şahmaran Kadın Platformu Üyesi
İhraç edilen Mardin Büyükşehir Belediyesi Kadın Politikaları Daire Başkanı
Bugün dünyanın her yerinde kadınlara karşı bir savaş yürütülmekte ve yaşamın her alanında kadın kırımı, erkek egemen politikaların bir sonucu olarak açığa çıkmaktadır. Devletler kadın mücadelesini sindirmek ve kendi sistemlerinin devamlılığını sağlamak için mücadele eden kadınlara karşı saldırılar, gözaltılar ve tutuklamalarla kadınları yıldırmaya çalışırken, tüm bu saldırılara rağmen, dünyanın dört bir yanında kadınlar direnmeye, mücadele etmeye devam etmektedir.
Militarist ve faşist ülkelerde tecavüz özel bir savaş yöntemidir. Ortadoğu’daki savaşlarda da görüldüğü gibi DAİŞ gibi insanlık düşmanı barbar çetelerin saldırılarında sürekli kadınların kaçırılıp tecavüze uğraması ve özellikle Êzidî kadınların köle pazarlarında satılması ve daha da binlerce kadın ve çocuğun bulunamaması; eril sistemin kadın bedenine yönelik savaşının en büyük ve en acı örnekleridir. Yüreklerini sabahın ilk ışığıyla güneşe dönen Êzidî kadınların; 73 kez katliamdan geçen bir halkı bugün bile ayakta tutma çabası kuşkusuz ki başta Kürt kadın mücadelesinin ve tüm dünya kadınlarının yürüttüğü mücadeleden kopuk ele alınamaz, aynı zamanda ilham kaynağı olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Dünyanın birçok yerinde maalesef ki, hâlâ gözümüzü Êzidî kadınlarının ve çocuklarının yaşanmışlıklarına benzer yeni bir kadın katliamı, çocuk cinsel istismarı, taciz ya da tecavüz haberiyle açıyoruz. Özellikle son dönemlerde ayyuka çıkan ve kimi asker ve uzman çavuşun da adının geçtiği ve başta Dersim, Mardin, Şırnak, Batman, Ağrı’da olmak üzere birçok yerde yaşanan taciz, tecavüz ve kadın katliamları haberlerini duyuyoruz ve özellikle de devletin dokunulmazlık zırhını kendine kalkan yapanların sistemin kendilerine verdiği güçle bunu yaptıklarını biliyoruz. Kişilerin ‘Bana bir şey olmaz, beni yargılamazlar, git istediğin yere şikâyet et, beni tutuklamazlar’ deyişleri bu koruma kalkanı ile direk bağlantılı. Çünkü sistemin onları koruyacağını bilmekte ve bunun öz güvenini taşımaktadır. Bunun somut kanıtı da çoğu kişinin bir gün gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılmasıdır.
KADINLAR DEVLETİN İNSAFINA MI BIRAKILACAK?
Ercan Uysaler davasını birçoğunuz biliyorsunuzdur. Eski bir polis memuru ve belediyede kayyım döneminde Kent AŞ’de müdürlük yapan kişi konumunu kullanarak kadınları fuhşa sürüklediği ve kadınları taciz ettiği olaydan bahsediyoruz. Mardin Şahmaran Kadın Platformunun ve birçok kadın örgütünün takipçisi olduğu bu davada, kişi cinsel istismar suçundan ceza almış ve bir buçuk yılı aşkın zaman tutuklanmamıştı. Fakat son dönemde belediyede yapılan yolsuzluk operasyonunda ayrıca kişiye tutuklama kararı verilmiş ve kişi ertesi gün tutuklanmıştı. Kadın örgütleri olarak yaptığımız bütün açıklamalarda kişinin neden tutuklanmadığını sormuş ve bu konuyla ilgili birçok eylem gerçekleştirmiştik. Buna rağmen tutuklanması için bir adım atılmamıştı. Ancak, kişi yolsuzluk suçlaması nedeniyle ertesi gün tutuklandı. Tabii ki biz neden yolsuzluktan dolayı tutuklandı demiyoruz. Fakat cinsel istismardan tutuklama kararı olan bir fail neden bir buçuk yıl boyunca tutuklanmadı sorusunu da sormak gerekiyor. Burada sistemin tacize, tecavüze bakış açısı da tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıyor mu? Mesela Dersim’de de, tüm kadın örgütleri, günlerdir ‘Gülistan Doku nerede?’ diye soruyor ama bir cevap yok. Dersim gibi küçük ve her yerinde kameraların olduğu bir ilde bile bir kadının bulunamaması sizce normal mi? Hatta Rosa Kadın Derneğine düzenlenen son operasyonda, gözaltına alınan kadın arkadaşlara sorulan sorular arasında ‘Neden açıklamalarınızda Gülistan Doku nerede sorusunu soruyorsunuz?’ diye sorulmuş. Öyleyse, buradan ‘Gülistan Doku nerede?’ diye bir kez daha soruyoruz ve sormaya da devam edeceğiz.
MARDİN’DE KADIN İNTİHARLARI HER GEÇEN GÜN ARTIYOR
Mardin’de, tecavüz nedeniyle kenti terk eden ve dava için geldiği Mardin’de intihara kalkışan 21 yaşındaki kadına tecavüz iddiasıyla yargılanan ve sözde delil yetersizliği nedeniyle beraat ettirilen özel harekat polisinin yargılandığı davayı hiç unutamıyorum. TJA, Rosa Kadın Derneği, İHD, ÖHD ve birçok kadın örgütünün de dahil olduğu davada, avukatın kadına sorduğu sorular dehşet vericiydi. Kadın sorular karşısında tir tir titriyor, aynı olayları sanki bir daha yaşarcasına acı çekmesine rağmen avukatın iğrenç sorularının ardı arkası kesilmiyordu.
Mardin’de son dönemde yaşanan kadın intiharları sayısı her geçen gün artıyor. Aslında bu can kayıplarına intihar yerine intihara sürüklenme yani cinayet demek daha doğru olacaktır. İntihar olayları neden her geçen gün artıyor sorusunun cevabını hepimiz biliyoruz. Nedeni sistemin kadın düşmanı politikaları ve bu politikalar her geçen gün derinleşiyor. Her zamanki gibi ekonomik ve siyasi alanda yaşanan krizlerin savaş alanı doğrudan kadınlar olmaktadır.
KADINLAR MÜCADELEDEN VAZGEÇMEYECEK
Bu olaylar olurken, kadın örgütleri de hızlıca iyiliğin/güzelliğin örgütlülüğünü oluşturdu. Birçok kadın örgütü Eşitlik İçin Kadın Platformunda birleşti ve hep bir ağızdan “İstanbul Sözleşmesi mor çizgimiz, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz” dediler. En son Batman’da yaşanan olayda, kadın arkadaşımızın intihar öncesi bıraktığı mektup, hepimizin canını çok yakmıştı. ‘Siz benim çığlıklarımı duymadınız, yanımda durmadınız, bana ses olmadınız’ deyişi biz kadınların alanlarda tek yürek olmamız gerektiğini ve ancak bu şekilde bu eril sistemi dönüştürebileceğimizi hissettirdi. Artık kadınlar, korkmadan, alanlarda müthiş bir mücadele ile ‘Baskılarınızla, gözaltılarınızla bizi korkutamazsınız! Ne yapsanız da bizi sindiremeyeceksiniz, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!’ diye haykırıyorlar. Kadınların alanları bırakmaması bu sisteme geri adım attırır mı? Bence attırır, yeter ki kadınlar daha çok örgütlenerek alanlarda olmaya devam etsinler. Biz dünyanın yarısıyız ve çürümüşlüğü, kapitalizmin dayattığı tekçiliği, militarizmi, faşizm ve erkek iktidarları kadınlar değiştirip dönüştürecek. Aslında sistem de bunu biliyor ve bu kadar korkup saldırmaları, alanlarda olan kadınları tutuklamalarının en büyük nedeni kadınların birleşmesidir. Tecavüzü meşrulaştıran ve kadın özgürlük mücadelesini boğmaya çalışan bu sisteme karşı kolektif bir bilinçle hareket ederek ve ayrıca bu kolektif bilinci toplumsallaştırarak sistemin dayattığı çürümüşlüğe ve kadın düşmanı politikalara karşı daha çok alanlarda olarak toplumsal refleksleri daha çok artırarak hareket edeceğiz. Kadın özgürlüğü toplumların özgürlüğüdür ve kadınlar bu özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmeyecektir. Yaşasın kadın dayanışması, yaşasın kadınların özgürlüğü!
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NE SALDIRILAR: SİSTEMİN KARANLIK YÜZÜ
Koronavırüsün tüm dünyaya yayılmasıyla birlikte ekonomik kriz daha derinleşti ve ‘Evde kal’ çağrılarıyla kadınlar şiddet gördükleri o dört duvarda daha çok kalmaya ve daha çok şiddet görmeye başladılar. Ne yazık ki bu dönemde en çok işini kaybedenler, yine istihdamda ayrımcılığa maruz bırakılan kadınlar oldu. Kadınların, ev içi emek yükü daha çok arttı. Birçok ülke, bu dönemde kadınlara yönelik şiddeti önlemek için bütçe ve politika planlamaları yaparken, Türkiye’deki iktidar bunu çok önemli görmeyerek bir çalışma başlatmadı. Bu da kadınların fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik her yönlü şiddet görmesine neden oldu. Sistemin devam ettirdiği cezasızlık politikaları da şiddetin daha çok artmasına ve yayılmasına neden oldu. Diğer taraftan, böylesi bir dönemde bir anda TCK 103 çocuk cinsel istismarı af yasası taslağı ortaya çıktı. Tüm kadın örgütleri birleşerek hem sosyal medyada hem de alanlarda ‘Asla buna izin vermeyeceğiz; tacizi, tecavüzü meşrulaştırmanızı kabul etmeyeceğiz’ dediler. Bu gücü gören sistem geri adım attı fakat taslak her an Meclise tekrardan getirilecek gibi duruyor. Bunun akabinde bir anda ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çekiliyoruz’ söylemiyle karşılaştık. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasa kadınları ev içi şiddet dahil her türlü şiddetten koruyan; eşitliği temel alan ve şiddetin/eşitsizliğin temelini oluşturduğu bir cinsin diğer cins üzerindeki egemenlik olgusunu kuramayacağını dile getiren; her türlü ayrımcılığı reddeden ve devletlere bu konuda sorumluluk yükleyen belgelerdir. “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi düşünüyoruz” demek sistemin kadına karşı karanlık yüzünü bir daha ortaya çıkarmıştır. İlk imza atan ülkeler arasında olunmasına rağmen şiddetin böylesi arttığı, kadınların katledildiği bir dönemde sözleşmeye dönük saldırılar aslında bizi hiç şaşırtmadı. Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı kitabı geldi aklıma. Hannah kitabında, özellikle kötülüğün örgütlülüğünden bahsediyordu ve kötülüğün bu kadar arttığı bir dönemde bu kararın alınması hiç şaşırtıcı olmadı.
MEDYA ŞİDDETE ÇANAK TUTUYOR
Şırnak’taki olayda Şırnak Valiliğinin yaptığı açıklamada, ancak halkın öz gücüyle sokaklara dökülmesinden sonra tutuklanan fail uzman çavuş için ‘Aşırı alkollüydü ve çevreyi rahatsız edecek şekilde tavır ve hareketler sergiledi’ ifadeleri kullanıldı. Bu istismarı meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir ve kadın taciz, tecavüz ve katliamlarını normalleştiren/meşrulaştıran bu dile her gün tanıklık ediyoruz. Erkek şiddeti ifadesini kullanan çok az basın organı var. Taciz edilen ya da katledilen kadının giyimi, yaşam biçimini sorgular tarzda haberler yapılıyor. Sistematik erkek şiddeti gözardı edilerek şiddet tekrardan üretiliyor. Bu da kadın cinsel tacizlerinin ve cinayetlerinin artmasına neden olmaktadır. Medyanın dilinin erilliği göz ardı edilmeyecek bir konu ve kadın örgütlerinin ciddiyetle üzerinde durması gereken bir mevzudur. Tabii ki kadını sürekli ötekileştiren, hiçleştiren bu dil sistemlerin politikalarından bağımsız değildir ve bu dilin peyderpey toplumun her kesimine sirayet ettiğini görüyoruz.