16 Ağustos 2020 00:32

Isınan sular alev alacak!

Mustafa Yalçıner: Erdoğan yönetiminin gerek Doğu Akdeniz, gerek Libya ve gerekse arama-sondaj anlaşması yapmaya çalıştığı Somali açıklarındaki enerji kaynaklarında gözü var.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Mustafa YALÇINER

Doğu Akdeniz... Akdeniz, sadece sudan ibaret olduğunda da kapışmalara sahneydi. Amerikan 6. Filosu’nun “görev alanı”ydı en başta. Rusya için de çarlardan başlayıp sosyalizmle ara verildikten sonra Kruşçev’in modern revizyonizmi ve ardından Brejnev’in sosyal emperyalizmi ve günümüzde kapitalist Çar Putin’le “Sıcak denizlere inme” özleminin ilk adımıydı. Bir ucunda İsrail vardı. İngilizler ve Fransız emperyalistleri boş bırakmamışlardı. İrili ufaklı yamak kapitalist ülkeler de gemilerini yüzdürürlerdi. Mısır, Türkiye, Yunanistan için de önemli olduğu kadar aralarında sorun kaynağıydı.

Türkiye ile Yunanistan örneğin kadim bir sorun olarak kıta sahanlığı konusunda bir türlü anlaşamazlardı-adalar kıtadan sayılır mı sayılmaz mıydı? Hâlâ anlaşamıyorlar. Üstüne bir de FIR hattı sorunu binmişti ve Lozan’ın ortada bıraktığı adalar da bir sorun. Velhasıl iki ülke sorunlar yumağı üzerine oturuyor.

Akdeniz’in doğusu sadece su olmaktan çıkıp doğal gaz ve petrol denizine dönüştüğünden bu yana bu yumak iyice içinden çıkılmaz hal aldı. İki ülke ilişkileri barut fıçısına döndü- patladı, patlayacak.

Perşembe akşamı yazının başına oturduğumuzda, Erdoğan’ın ayrıntıya yer verilmeyen açıklaması geldi. “Oruç Reisimize sakın saldırmayın, saldıracak olursanız bedelini ağır ödersiniz dedik ve bugün ilk cevabını aldılar.” Ne olmuştu, henüz belli değil. Ama Yunanistan Başbakanı daha dün iki ülke arasındaki gerginliğe işaret ederek, “Bölgedeki hareketliliğin askeri bir ‘kaza’ya neden olabileceği” uyarısında bulunmuştu. Muhtemelen sözü edilen kaza geldi bile!

*

Doğu Akdeniz gerginliğinde Türkiye ile birlikte Kıbrıs esas aktör olarak öne çıkıyor. Tabii arkasında Yunanistan da duruyor. Üstelik ondan ibaret de değil. Kıbrıs AB’ye üye ve doğal sayılacak şekilde Avrupa ülkeleri de, başta Fransa olmak üzere Kıbrıs’ın değil kendi emperyalist çıkarlarının arkasında dursalar bile, onunla aynı safta yer alıyorlar. Almanya örneğin, tam uygulamasa da bu sorun kapsamında Türkiye’ye silah ambargosu koydu. Gerçi şimdi Erdoğan “Eyy.. Almanya” modunda değil, Merkel’le daha yeni telefonla konuştu ve itidal tavsiyesi aldı. Temmuz içindeki ilk Navtex Yunan Meis adasına oldukça yakın ilan edilmişti ve Yunanistan savaş gemilerini harekete geçirdi. Atina’nın havası bir çatışmayı göze aldığı şeklindeydi ve Merkel’in araya girerek yatıştırdığı Erdoğan, sonradan Alman Başbakanının “Ricası üzerine Oruç Reis’i geri çektiğini” söyleyecekti.

Bu ilk yakınlaşmış çatışma ihtimalinin ardından Yunanistan Mısır’la, Türkiye’nin Libya’yla imzaladığı türden bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzaladı ve Türkiye-Libya ve Yunanistan-Mısır deniz paylaşımları birbirlerini kesti. Türkiye’ye bu anlaşmayı “Yok hükmünde saymak” düştü. Ancak, Doğu Akdeniz’de gaz rezervleri saptanır saptanmaz 2003’ten başlayarak Mısır, Lübnan ve İsrail’le MEB anlaşmaları yapan Kıbrıs’ın ardından Yunanistan da Türkiye ve Libya dışında hemen bütün bölge ülkeleriyle anlaşmalar yapmaya koyulmuş ve Türkiye çoktan yalnızları oynamaya başlamıştı. Kıbrıs’ın Türkiye’nin itirazına karşın ilan ettiği sahanlık parsellerinde arama ruhsatı vermediği enerji şirketi kalmadı neredeyse. Katar enerji firmasının bile Kıbrıs’la araştırma-sondaj anlaşması yaptığı dikkate alınırsa Türkiye Doğu Akdeniz sorununda tam tecrit durumunda. Bunda Türkiye’nin proaktiflik adına izlediği yayılmacı maceracı dış politikası bir etken. Bir diğeri, örneğin Mısır’ı karşıya alan Müslüman Kardeşçi ideolojik yaklaşım. Dilinde “diyalog ve müzakere” sözcükleri olmasına rağmen Türkiye’nin sürekli silah göstermesiyse bölge ülkelerini iten bir diğer etken.

Yeni-Osmanlıcı büyüklenmesi ve İHA ve SİHA’larıyla gücünü abartarak yedi düvele meydan okuyor görüntüsü vermesi, Türkiye’nin başlıca açmazlarından. Amerika ile Rusya arasındaki çelişkilere oynayıp aradan sıyrılmayı denemesinin belki Türkiye’ye örneğin Suriye’de geçici de olsa bir getirisi oldu, ancak genelde manevra olanaklarını artırmak üzere çıkılan yolun bu olanakları iyice daralttığı bir noktaya da varıldı. Şimdi ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamama gibi bir yerde yalnız başına duruyor Türkiye. “Bir Türk dünyaya bedel” ya, neredeyse tüm dünya karşıya alınıyor. Yayılmacı saldırgan dış politika, bir de büyüklenmecilik olunca, NATO ortağı Fransa bile Türkiye’ye karşı destroyer gönderdi.

Geçen yıl başlarında Türkiye’yi dışlayarak yedi Akdeniz ülkesi; Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır bir araya gelip ABD ile AB’nin de desteklerini alarak Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurdular. Yine geçen yıl İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs, Türkiye üzerinden taşınacak Rus gazına rakip olarak, Doğu Akdeniz gazını Kıbrıs ve Girit üzerinden Avrupa’ya taşıyacak 1900 kilometrelik boru hattı anlaşması (EastMed) imzaladılar.

Suriye’de ABD ve NATO ile arasını açma hesabındaki Rusya’nın “olurları”nı alarak birkaç adım atabilen Türkiye, Libya’da ise bu ülkeyle karşı karşıya geldi. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” içerikli sözde ustalıklı çalımlarla Hafter’e arka çıkan Rusya’nın Libya’da ayağını kaydırmaya oynayan Türkiye gel-geç başarılar da kazanmadı değil. Rusya Libya’da geri adım attı, ama bu, daha büyük bir ileri adım atmak için. Türkiye, Libya’da Amerikan desteğine muhtaç hale gelir ve bu desteğin küçükçe bir ucunu görürken umduğunu bulamadı ve yine Rusya ile yine geçici bir anlaşma yapmak ve petrol bölgesi Sirte önlerinde durmak durumunda kaldı.

ABD (ve Batı) Doğu Akdeniz gazına gözünü dikmişken, Rusya bir yandan Akdeniz gazı için uygun mevziler oluşturma çabasında; Lübnan’ın Akdeniz’deki gaz sahaları için Rus Novatek ile İtalyan Eni ve Fransız Total konsorsiyum kurdu ve büyük bir Rus karteli Mısır-Zohr sahasının yüzde 30’unu satın aldı. Ancak bir yandan da Doğu Akdeniz gazıyla rekabet zorunluluğu ve Türkiye üzerinden TANAP’la Avrupa’ya gaz nakliyle kârlı Türk Akımı, onu, Libya’da karşı karşıya olduğu Türkiye ile yakınlığa itiyor. Özetle, Erdoğan’ın, azalmış olsa bile hâlâ ABD-Rus çekişmesinden yararlanabilme olanağı sıfırlanmış değil.

Açık ki, Erdoğan yönetiminin gerek Doğu Akdeniz, gerek Libya ve gerekse arama-sondaj anlaşması yapmaya çalıştığı Somali açıklarındaki enerji kaynaklarında gözü var. Bunun, yani petrol ve gazda gözü olmanın adına “milli çıkarlar” deniyor! Aynı kaynaklara yönelik başka “milli çıkarlar”ın da bulunuşu çatışma konusu oluyor. Akdeniz’de kıyısı olan her ülkenin “milli çıkarımız” dediği şey gazın paylaşımı ve bu, “çıkarlarımız da çıkarlarımız” diyen bizim burjuva muhalefetçe de benimseniyor! Milliyetçilik AKP’yi bile destekletiyor!

“Milli çıkar” lafından geçilmiyor, ama milletle ilgisiz öyle bir çıkar ki bu, getirisi ne olacaksa, milletin sadece en üst tabakalarının kasalarını dolduracak. Yoksa Akdeniz’in gazından elde edilecek gelirden, eğer elde edilebilirse tabii, işçi ve emekçilere 5 kuruşluk pay dağıtılmayacak!

Şimdi “milli çıkar” deniyor, oysa daha birkaç sene önce Erdoğan petrol, sömürgecilik ve Batı arasında bağlantılar kurarak ne laflar sarf etmişti!..

2017 sonunda henüz “kardeşimiz” Ömer Beşir devrilmemişti ve Erdoğan Kızıldeniz’e bakan Sevakin Adası’nın peşindeydi. Hartum Üniversitesinde konuştu:

“Bir damla petrolü, bir damla kandan daha kıymetli gören sefil anlayış kaynaklarımızı daha kolay sömürmek, zenginliklerimizi daha kolay gasbetmek için bizi birbirimize kırdırıyor. … İrlandalı bir yazar şöyle bir tespitte bulunuyor, ‘Kan kokusu almış bir köpek balığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış emperyalistlerdir.”

“Modern sömürgeciler için tek değer elmas, altın ve petroldür. Menfaatleri için bir avuç petrol için çiğnemeyecekleri hiçbir değer, hiçbir ilke yoktur. Şüphesiz bunun anlamını en iyi Afrika kıtası bilir.”

2019 sonunda, “Libya’nın istikrara kavuşmaması için savaş baronlarını destekleyenlerin kimler olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Kıtadaki birçok karışıklığın arkasından Batılı silah ve petrol şirketleri çıkıyor.”

Ama bir de bu yıl elinde lazer işaretleyici haritada Türkiye destekli güçlerin Libya’da ele geçirdikleri yerleri gösterirken TRT Haber’de söyledikleri var. “Misrata, Sirte, Cufra buralar hayati yerler ve buralarda ilerliyorlar. Hedef Sirte ve çevresini almak. Tabii buralar petrol kuyularının olduğu bölgeler. Bunlar büyük bir önem arzediyor. Bunlar hallolduğu zaman şerit çok daha rahat olacak. [Serrac’ın kontrolündeki bölgeleri göstererek] Deniz tarafı da çok önemli, buralarda doğal gaz kuyuları söz konusu. Bu da çok büyük bir önem arz ediyor. Ülkenin güneyinde petrol kuyuları bulunuyor, bunlar çok önemli, tabii bu Rusya’yı rahatsız ediyor.”

Ya sömürgeciler ve sömürgecilik?

ÖNCEKİ HABER

JNR Mensucat'ta sendikalaşan işçilere "Fabrikayı kapatırız, iş bulamazsınız" tehdidi

SONRAKİ HABER

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Yücel Demirer: Kürt sorununda somut adıma ihtiyaç var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa