17 Ağustos 2020 00:47

Behçet Çelik ile ‘Belleğin Girdapları’na yolculuk

Yazar Behçet Çelik ile İletişim Yayınlarından çıkan Belleğin Girdapları romanına ve yazın serüveninden kesitlere dair konuştuk.

Fotoğraf: Behçet Çelik'in arşivinden

Paylaş

Şenay Eroğlu AKSOY
Ankara

Belleğin Girdapları Romanının Yazarı Behçet Çelik sayfamıza konuk oldu. İletişim Yayınlarından basılan Belleğin Girdapları, “Ya düşündüğüm gibi değilse” sorusu üzerinden durmaksızın eleştiren ve umudu hep var eden kahramanla karşımıza çıkıyor. Yazmayı bir düşünme biçimi olarak ele alan Çelik, duvar metaforunu kullanıyor.

-Yeni kapak tasarımlarıyla, tüm eserlerinizi okurla buluşturmaya devam ediyor İletişim Yayınları. Belleğin Girdapları iki baskı yaptı. İki Deli Derviş’ten Belleğin Girdapları’na yazı dünyanızı nasıl tariflersiniz?

Benim bir tarif yapmam kolay değil. Yine de şunu söyleyebilirim sanırım. İki Deli Derviş’in yayımlanmasından bu yana neredeyse 30 yıl geçti. Bu zaman zarfında yazı hep dünyamda oldu. Öykü yazamadığım dönemlerde de kitaplar, yazarlar üzerine denemeler yazdım. Halen de sürdürüyorum. Yazmayı bir düşünme, anlama, araştırma biçimi olarak benimsedim. Edebiyat kendime, başkalarına, topluma, dünyaya, dile bakmanın, görmeye çalışmanın, sorular sormanın çok özel bir biçimi. Bunları bir hikaye kurup yürüterek dil vasıtasıyla yapma çabası.

-Kendini ne geçmişe ne geleceğe ne de şimdiye ait hissedemeyen; ruhu boşlukta sancılarla devinen bir kahraman yaratmışsınız romanda. Yazmaya koyulurken aklınızda olan tam olarak bu muydu?

Bu romana dair ilk fikir kahramandan önce edimiyle ilgiliydi. Yaşadığı şehir hayatını terk edip şehrin çeperlerine yerleşen adamın başından neler geçeceği sorusundan doğdu. Bu fikri hemen “Nasıl biri, neler yaşamış biri böyle bir tercihte bulunur” sorusu izledi. Anlatıcının hikayesi bu sorudan doğdu.

AKLINDA HEP ÇOCUKLUĞUNDAKİ DUVAR’

-Belleğin Girdapları’nın girişinde çizilen duvar imgesi kitap ilerledikçe kahramanın kişiliğini ve yaşamını sımsıkı kucaklayan bir metafora dönüşüyor kanımca, ne dersiniz?

Girişteki o bölüm anlatıcının çocukluğundan. İlk kez farkına vardığı, ama tanımlayamadığı, tedirgin edici bir duygu. Benzer duygulara kapıldığında hep o gün ve o gün önünde dikildiği duvar gelmiş aklına. Bu duygunun ne olduğuna dair saptamaları var, ama emin değil bunlardan. O tedirginliği duymadığı sadece birkaç yıllık bir dönem olmuş, romanın girişinde bilmediği bir yere taşınma kararı alırken tek beklentisi var: o kısacık dönemi hissederek hatırlamak.

-Kuruntudan başlayıp paranoid sıçramalara varan bir yorumlama biçimi var kahramanın. Yeni taşındığı mahalledeki kırtasiyeciyle ilişkisinden, mahalleyi terk etmesine neden olan olayı yorumlayışına kadar. Okurun canını fena halde yakan da bu sanırım. Onun yerleşik olamayan ürkek ruhu.

Tedirginlik hissinden söz ettim. Şehrin merkezinden kaçışı da süreğenleşmiş tedirginliğiyle ilgili. Ama sadece dışarısı değil onu ürküten, başkalarının yanındaki kendi hallerinden de müşteki, tedirgin. Gittiği yeri seçmesinde orada kimselere ilişmeyeceği, ilişemeyeceği fikri de etkili. Benzerlerinin arasından ayrılıp kendisine benzemeyenlerin yanına gidiyor. Ne ki tasarladığı gibi olmuyor. Başkalarından uzak duramadığı gibi kendi iç dünyasındaki gelgitlerden de kaçınamıyor.

ÜLKENİN TOPLUMSAL TARİHİYLE İLGİLİ BİR KORKU BU’

-Serpmetepe’den yola çıkarak doğa ve çevre talanına da göndermeler yapıyorsunuz Belleğin Girdapları’nda. Dünyanın/ülkemizin bugün eşiğinde durduğu uçuruma baktığında ne görüyor kahramanınız?

Soruyu şöyle sorma yanlısıyım. Kendisine döndüğünde ne görüyor? Serpmetepe’de yaptığı daha çok kendi içine bakmak çünkü! İçinde yaşadığı dünyayı ve ülkeyi görüyor orada. Dümdüz bir hayat beklentisi var; inişi çıkışı sadece hatıralarda bırakma yanlısı. Gelgelelim iki ya da üç nedenle umduğu gibi olmuyor. İlki Nazlı’nın onda yarattığı hisler, ikincisi de sersefil, talan edilmiş halde de olsa doğaya çıktığında kapıldığı coşku. Kırtasiyeci’de cisimleşen korkuyu da ekleyebiliriz. Ülkenin toplumsal tarihiyle de ilgili bir korku bu -bize benzemeyeni başta sığınak olarak düşünsek bile kısa sürede tehdit olarak görmek.

‘DERİNDEN HATIRLAYABİLMENİN BİR YOLU’

-Durmaksızın yazma arzusu içinde kahraman ama düşüncelerini bir türlü kağıda dökemiyor. Yazabilse belki de değişecekti bazı şeyler. Yazmak neleri değiştiriyor sizce?

Yazmaktan çok hatırlamak arzusunda. Yazmak onun için derinden, o andaymış gibi hissederek hatırlayabilmenin bir yolu. Yazıp söyleyip ruhunu kurtarmak derdinde değil, hatırlamanın peşinde. Biliyorsunuz, yazmak bir derinleşme sağlar, ama aynı zamanda yazı yaşananları başka bir düzleme taşır. Bu yeni düzlemde artık yaşanmış olan değil kelimelere dökülmüş olanlar vardır elimizde. Anlatıcı yazmak-hatırlamak ilişkisinin farklı görünümleriyle, sorunlarıyla yüzleşiyor. Hatırlamak ve yazmakla ilgili baştaki düşünceleri değişiyor haliyle, yazamamasının bir nedeni de bu belki.

-Acımasızca kendini eleştiriyor kahraman. Bunu o denli çok yapıyor ki yaşamı ya da kendi dünyasını onaran davranışlarında bile… Modern insanın geldiği nokta düşünüldüğünde başka bir girdapta sanki kahraman, ne dersiniz?

Hiçbir şey öğrenmeden geçmiş değil ömrü. Şunun farkında mesela: Onarmak için yapılanlar tersi etkiler de doğurabilir. Buna geçmişte tanık olmuş, tanıklıktan öte faili ve mağduru da olmuş. Sürekli bir dikkat şart bu yüzden. Durmaksızın eleştirmesinin nedeni durmaksızın “Ya düşündüğüm gibi değilse” diye sorması. Ne ki bunun yaşamayı ne kadar zorlaştıracağı da ortada.

-Dünyayı değiştireceğine olan inançla geçen gençlik yıllarından Serpmetepe’ye sanki yalnızca gençlik yıllarında umut ve yaşama sevinci taşıyor kahraman…

Başta dediğim gibi, çocukken tanıştığı tedirginliği sadece gençliğinde sözünü ettiğiniz dönem duymamış; sonrasında hep idare etmiş, hayatından eksilenlere rağmen idare edebileceğini ummuş. Ne ki bunları değil, bunlara duyduğu özlemi yanında getirebilmiş Serpmetepe’ye. Hatırlamaya odaklanması da bu yüzden.

‘EVDE KALABİLEN ŞANSLILARDANIM’

-Romandaki bazı bölümler bir öykücünün elinden çıkmış gibi. Bölüm başında atılan minik çengellerin sona gelindiğinde açık edilmesi, okurun ilgisini diri tutan sıçramalar... Bu iki tür birbirini besliyor mu kaleminizde?

Umarım besliyordur. Her zaman olumlu sonuç doğurmayabilir. Öyküler gevezeleşebilir mesela. Belleğin Girdapları’nı yazarken öykünün imkanlarından da yararlanmaya çalıştım. Söz ettiklerinizin yanında, olan bitenleri kimi zaman açıkça ifade etmeyip sezdirmeyi yeğledim. Okumuş, entelektüel denebilecek, ne yapıp ettiğini az çok bilen anlatıcı, keskin içe bakışıyla gördüklerini kimi zaman açık ve doğrudan ifade ediyor, gözünden kaçanlarıysa öyküye özgü denebilecek bir yolla, sezdirerek anlatmaya çalıştım.

-Yeni çalışmalarınız var mı? Pandemi süreci nasıl etkiledi sizi ve kaleminizi?

Uzun yıllardır işe gitmeden evde bu kadar uzun süre aralıksız okuma ve yazma imkanım olmamıştı. Evde kalabilen şanslılardandım. Bu imkanı önceleri okumayı ertelediğim kitapları okumak ve onlar üzerine yazmak yönünde kullandım. Bunlar K24’te yayımlandı. İlk aylardan sonra öykü üzerine çalışmak cazip geldi.

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır’da yurttaşlar: Hem açlıkla hem hastalıkla boğuşuyoruz

SONRAKİ HABER

Prof. Dr. Altan: İstanbul depreminin ayak seslerini duyuyorum; hazır değiliz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa