19 Ağustos 2020 00:30

İşçi mektubu: 3 fotoğraf askıda bir hayat

"Kömürün karası, demirin grisi, çimentonun beyazı sanırsın gökkuşağı gibi rengarenk bir hayat. Ama bilen bilir, biz işçilerin yaşamı rengarenk değildir."

Fotoğraflar, işçiler tarafından Evrensel'e ulaştırılmıştır.

Paylaş

Gebze’den bir işçi

Hele bir bakın şu yakışıklıya, nasıl da poz vermiş. Sanırsın defilede podyuma çıkacak bir fotomodel. Tekmil-i kıyafet yakışmış yakışmasına da magazin haberlerinde gördüğümüz memleketin çıt kırıldım fotomodellerine pek benzemiyor. Kara yağız bir adam, elleri kocaman ve sert, yüzünde derin ve kalın çizgiler, öfkeyle karışık bir hüzün, alın yazısı desem bilemedim, makyajla da kapatamazsın!

Fotoğrafın arkasında Bodrum’un deniz manzarası. Sanırsın Bodrum’da lüks bir mekanın önünde çekilmiş. Oysa bizler için Bodrum deyince, oturduğumuz evler gelir aklımıza. Güneş, deniz ve kum uzaktır bize. Ama yine de şimdilik kaydını düşelim. Güneş Çukurova’nın bereketli topraklarında çalışan mevsimlik tarım işçilerine yakındır, deniz tersane işçilerinin dibindedir, kum inşaat işçilerinin ekmeğinin arasında katıktır… Bizim güneş, deniz ve kum deyince aklımıza ve yüreğimize bunlar düşer, ya sizin?

Şimdi içinizden diyeceksiniz ki, tamam kardeşim anladık anlamasına da bu 45’ine merdiven dayamış kara yağız adam fotomodel değil, memleketin en güzide tatil beldesi Bodrum’u ömrü hayatında görmüş de değil, böyle giderse göreceği de yok, peki o zaman manken gibi poz veren bu zat-ı muhterem kim?

Lafı fazla uzatmadan söyleyelim o zaman. Gebze’de aynı fabrikada birlikte çalıştığımız bizim Ahmet. Üzerindeki de iş elbisesi. Kardeşim sen bizimle dalgamı geçiyorsun diyebilirsiniz, burası nasıl bir fabrika ki, düğüne gider gibi iş elbisesi giyiyorlar. Bir de patronları beğenmezsiniz! Bak bildin sevgili kardeşim, bizim Ahmet düğüne gidiyor gitmesine de, ne kendi düğününe ne de eşinin, dostunun düğününe. Gebze-Darıca’daki bir düğün salonunun içinden çekilmiştir bu fotoğraf ve bizim Ahmet’in hafta sonları garsonluk yaparken giydiği iş elbisesidir üzerindeki!

Hepimizin gitmişliği vardır mütevazı düğün salonlarına. Takı merasimleri, şarkılar, türküler, oyunlar, halaylar ha bir de ortalıkta koşturup duran garsonlar, fotoğrafçılar. Ellerinde servis tabakları, içecekler o masa senin bu masa benim deyip koşturan, getirip-götüren, kaldırıp-koyan pek de umursamadığımız garsonlar. Darıca’daki düğün salonlarında genelde 2 düğün olur. 13 ile 17 arası bir düğün 19 ile 23 arası ikinci düğün. Aradaki 2 saatlik boşlukta garsonlar etrafı toplar temizler, siler süpürür salonu 2’inci düğüne hazır hale getirirler. Sonra nefes almadan tekrar servis koşuşturması. 10 saatlik çalışmanın sonunda yevmiye 60 ile 70 lira arası. Belki de içinizden diyen çıkabilir ya sizin Ahmet amma paragöz adammış, hem fabrikada çalışıyor hem de gidiyor düğün salonlarında garsonluk yapıyor. Askıda hayatlardan bihaber olan bilmez ekmeğin çilesini! Umarım bundan sonra gittiğiniz mütevazı düğün salonlarındaki bizim Ahmet’leri gönül gözüyle görebilesiniz.

Şimdi bizim Ahmet bu korona günlerinde düğün salonlarının açılmasını dört gözle bekliyor.

***

Her sabah sabahın 6’sında çalan alarmla uyanırız. Biz işçilerin uyanması için telefonun alarmı mı gerekli o ayrı bir mesele. Üzerimizde kırk yılın yorgunluğu. Daha horoz ötmemiş, börtü böcek uyanmamıştır. Ev halkı uyurken sessizce çıkıveririz evlerden, bizim Ahmet’in dediği gibi “Kızlarımın başlarını gözlerimle okşadım be ustam!” İster yaz olsun, ister kış havanın soğukluğu vurur yüzümüze. Sanırız Gebze’nin sokaklarında in-cin top oynuyor, bir de ne görelim sokaklar bizim Ahmet’lerle dolu. Temmuzun sıcağında yüzümüze ustura gibi vuran soğuk bir hava, üstüne de korona.

Ekmek kavgası dedikleri bu olsa gerek. Mesele ekmek olunca gözlerimiz ne uyku dinler, ne de dinlenme. Fabrikaya varıp da bastık mı işbaşı kartlarına kırk yıllık yorgunluğun üzerine bir kırk yıl daha biner. İşbaşı ziliyle birlikte kıçını yırtarcasına bir bağırtı duyulur “Beyler duydunuz zilin sesini yarış başladı!” Kömürün karası, demirin grisi, çimentonun beyazı sanırsın gökkuşağı gibi rengarenk bir hayat. Ama bilen bilir, biz işçilerin yaşamı rengarenk değildir.

Kömürün karası, arada bir demirin grisi, çimentonun beyazı patronun kasasındadır. Şimdi dikatlice bakın bizim Ahmet’in fotoğraflarına. Gözünüzle baktıysanız şeytan canımı alsın ki hiçbir şey göremezsiniz. Bakın o zaman yüreğinizle göreceksiniz kömürün karasını, zemherinin ayazını. Görebildiniz mi?

Eh işte o zaman fabrikaların tozuna, çamuruna, kirine, kavgasına, neşesine, şamatasına, küfrüne velhasıl çığlığına karışıverin gitsin. Rengarenk gibi değilse de yaşamlarımız, renk cümbüşü gibidir kavgamız. Bizim Ahmet sizleri de davet ediyor bu kavgaya. Var mısınız?

***

Fabrikadaki 10 çayına 10 dakika var. Bizim bölüm fabrikanın yemekhanesinde, çay da çıkmıyor. Arkadaşlarla ortaklaşa aldığımız su ısıtıcılarında suyu ısıtıp yine ortaklaşa aldığımız kahveleri hazırlayıp hep birlikte içiyoruz. Sadece içimizden bir arkadaş -o da genelde en genci oluyor- sabah simit ve poğaçaları yemekhaneden alıp mola yerimize getiriyor. Kahve yapma işini bir sıraya koymamıza rağmen bizim Ahmet bu işe gönüllü soyununca 10 ve 3’teki molalardaki kahve işi ona kalmış oldu. Arada bir “Oğlum en iyi kahveyi sen yaparsın ne de olsa serde garsonluk var” yollu takılmalarımızı hiç dert edindiğini, şimdilik görmedik ama bakalım nereye kadar dayanacak? İş sadece kahve yapmak olsa... Ahmet yemekhaneden su sebili ile su getirmeyi hiç kimseye bırakmıyor. İçimizdeki en mütevazı ve sakin arkadaşların başında geliyor. Pek küfür ettiğine tanık olmadık arada bir sinirlenince “Patron musunuz lan siz” deyip rahatlıyor. İlkokul mezunu olmasına rağmen bizim bölümdeki 3 kadın işçi arkadaşımıza en saygılı davranan bizim Ahmet’tir. Ne bileyim 2 kız babası olduğu için mi böyle bizim Ahmet henüz tam çözemedik. Bizim kadın işçi arkadaşların da sırdaşı... Kahveleri hazırladı mı “Hanımlar sizin kahveler özel” seslenişi meşhurdur. “Oğlum sen evde de böyle kılıbık mısın?​” takılmalarımızı ciddiye alıp “Ne kılıbıklığı abi biz de evde elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz” deyip başlar yemek tarifi vermeye.

Günde 5 adet sarma sigara içer. Standart saati vardır. İşe başlamadan ilk sigarasını yakar, 10 çayı, öğle molası, 3 çayı ve son sigara paydostan servisler kalkana kadarki zamandır. Bizimkisi evde sigara içmez, biz de takılıp “Korkudan içemiyorsun” dediğimiz de “Yok” der “Korkudan değil, saygı ve sevgiden.”

Bizimkisi kahveleri hazırladı. Bardakları alıp mola yerimize geçtik. Simitler de geldi, sigaraya zaman kalsın diye neredeyse çiğnemeden yuttuk simitleri. Sigaraları yaktık oh be dünya varmış, bir yudum da kahve, gel keyfim gel. Aman bu arada korona da gelmesin. Bizim Ahmet bana döndü “Abi sana bir soru, bakalım bilecek misin?​” Sanırım çok zor bir soru soracak ki “Soru hepinize” dedi. Hep bir ağızdan sor bakalım dedik. “Arkadaşlar horoz yumurtlar mı?​” “Lan” dedik: “Bu mu oğlum zor soru, sen dua et yanımızda kadın işçi arkadaşlar var… Horoz hiç yumurtlar mı, yumurtlamaz tabii.”

Bizim Ahmet “Bilemediniz” demez mi... Yüzünde de bir gülümseme. “Sen söyle o zaman doğru cevabı Ahmet.” Bizimkisi oturduğu yerden kalktı, bir elinde kahve bardağı, bir elinde sarma sigara, dünyaya meydan okur edasıyla patlatıverdi cevabı: “Arkadaşlar, zenginin horozu bile yumurtlar.”

Sahi zenginin horozu bile yumurtlar mı? Bizim Ahmet yumurtlar diyor. Siz ne dersiniz?

ÖNCEKİ HABER

TMMOB 17 Ağustos anmasında deprem gerçeğini konuştu

SONRAKİ HABER

Hunger strike in front of the Athens UNHCR Office: "They cannot forcibly hold me here devoid of status"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa