Dünya ayakta: Belarus’ta meydanların sesi, Lübnan’da halkların dinmeyen öfkesi
Yakın zamanda Lübnan'da ve Belarus'ta halklar sokaklara çıktı, değişim talebiyle meydanları doldurdu. Peki bu tepkinin arkasında neler var?
Kaynak: Artem Podrez/ Pexel
Lübnan
Lübnan Ortadoğu’nun en karmaşık siyasi ve mezhepsel yapılarından birine sahip. Bu durumun en büyük nedenlerinden birisi Lübnan halklarının uzun yıllar boyunca Fransa’nın bir sömürgesi olması ve bağımsızlık süreci. Bağımsız yeni Lübnan nüfusu din ve milliyetler açısından oldukça çeşitliydi. Alınan kararlara göre ülkede inşa edilen parlamenter sistemin temsilcileri halklar arasındaki ayrımcılık ve anlaşmazlıkları önlemek üzere nüfuslara göre şekillenecekti. Buna göre ülkenin cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakanı Müslüman Sünni ve meclis başkanının Müslüman Şii kesimlerden seçilmesi garanti altına alınmış durumdaydı. Fakat, adil gibi dursa da ön plana alınan bu sistem Lübnan halkları açısından güvenilir bir geleceğe denk düşmedi. Özellikle 1975 yılında başlayan ilk iç savaş ile birbiriyle savaşmaya başlayan Hristiyan ve Müslüman halklar arasında neredeyse 1990’lı yıllara kadar asla dinmeyen ve birçok uluslararası emperyalist gücün dahil olduğu bir çatışma süreci başlamıştır. Bu çatışma süreçlerinin yıkıcı etkisi özellikle başkent Beyrut olmak üzere birçok bölgede yıkıma yol açtı. Müslüman ve Hristiyan halkları temsil ettiğini söyleyen birden fazla grubun birbiri arasındaki çatışmalı süreci barışı ön plana almadan senelerce devam etti. Bunun üzerine 2006 yılında Lübnan’da Şii inancını temsil eden Hizbullah ile İsrail güçleri arasında Güney Lübnan’da yaşanan savaşla 90’larda sona eren savaş ortamı tekrar Lübnan’da her şeyi belirleyen bir noktaya denk düştü.
Yani halk yıllar boyunca savaşın ve o savaşın yarattığı yıkımla karşı karşıya kalmıştır. Lübnan halklarını mezhepsel olarak ayırıp birbirlerine düşmanlaştıran ve kendi emellerini Lübnan üzerinden gerçekleştiren emperyalist güçlere ve iktidarlara karşı halk zaman zaman cevabı öfke patlamalarıyla vermiştir.
LÜBNAN HALKININ İSTEĞİ
Bu öfke patlamalarından biri de Ekim ayında Lübnan’da Whatsapp’ın vergilendirilmesi kanununun gündeme gelmesi ile yaşandı. 17 Ekim tarihinde başlayan ve sadece adaletsiz vergi sistemine değil ülkedeki mezhepçi yönetime, yeni kurulan teknokrat hükümetine, yıllardır süren ekonomik krizin yükünün halkın üzerine yıkılmasına karşı genişleyen protestolar sonucunda 29 Ekim günü hükümeti istifaya mecbur bıraktı. Bu istifadan sonra da ülkede dinmeyen protestolar sonucunda gördüğümüz şey Lübnan halklarının sadece istifa ve iyi niyet temennileri ile sokakları bırakmayacağıydı. Artık yıllardır özlemini çektiği gerçek anlamda demokratik ve eşitlikçi bir yönetime ihtiyaç süregeliyordu. Bu süregelişin ne kadar anlamlı olduğunu ise son yaşanan liman patlaması ile tüm dünya görmüş oldu. Lübnan’ın kent merkezinde neredeyse 6 yıldır bekletilmekte olan bir “bomba”nın göz göre göre gelen patlaması ancak Lübnan halkının yaşamının ne kadar önemsenmeden ele alındığını gösteren bir örnek oldu. Geliyorum diyen bir patlama ihtimaline karşı gözünü, kulağını kapatan bir hükümeti her seferinde yeniden üreten Lübnan seçimleri ve iç politikası karşısında Lübnan halkları, patlama sonrasında yaşanan acılı günlere rağmen tüm sokakları ve meydanları doldurarak hükümeti zorunlu olarak bir kez daha istifa ettirdiler.
Belarus
Belarus’u Avrupa kıtası içerisinde farklılaştıran ve seçimlerle birlikte daha çok tartışmamızı sağlayan şey ise ülkenin yönetiminin yapısı ve yılları bulan süreçte bu yönetimin ülke içerisindeki temsilinin nasıl inşa edildiği. Belarus, kendi seçimlerini yapmaya başladığı 1994 yılından bu yana Aleksander Lukaşenko tarafından yönetiliyor. Lukaşenko’nun en belirgin özelliği ise ülkeyi SSCB’nin son dönemlerinden miras alarak belirgin bir devlet kapitalizmi politikası ile yönetmesi. Yani Belarus’ta halen kamunun ülkenin genel ekonomisi ve kalkınmasında payı bulunuyor. Devlet yatırımları ve devletin etkileri hemen hemen her alanda ön planda. Buna mukabil olarak da Lukaşenko bu yapının en baştaki temsilcisi olarak kendisini bu sistemle özdeşleştirmiş bir durumda 26 senedir yönetiyor. Bu 26 senelik dönem içerisinde ülke içerisinde her ne kadar kamunun eli güçlü olsa da Belarus, sosyalizm ile yönetilen bir ülke değil. Aksine ülkede özellikle Rusya’nın oldukça yüksek oranda yatırımı ve bu yatırımları daha da artırma çabası bulunuyor. Ayrıca başka komşu ve bölge ülkeleri ve onların tekellerinin de Belarus ekonomisinde katma değer üreten ve birbirleri ile bağımlılık ilişkisini yıllar geçtikçe artıran bir noktada olduğundan bahsedebiliriz. Böyle bir sürecin sonunda ülkede bu yıl yapılması planlanan seçimlerin sonuçları açıklandığı andan biraz daha geriye gitmek gerekiyor.
DEMOKRASİ TALEBİ
2020 yılında yapılacak seçim hazırlıkları ve adaylıkların açıklanması ile geçmiş yıllarda Lukaşenko’nun %80’in üzerinde oy alarak kazandığı seçimler haricinde daha güçlü bir yarış olacağı halk kesimleri içerisinde tartışılmaya başlanmıştı. Çünkü ülkede yaşanan ekonomik sıkıntılar karşısında çözüm üretemeyen ve pandemi sürecini de sürü bağışıklığı sistemi ile ele alan Lukaşenko yönetimine karşın halkta ciddi bir öfke birikmesi vardı. Muhalefet cephesinden farklı kesimleri temsil eden birçok aday da bu birikimin önünde Lukaşenko’ya karşı seçime girme kararı almıştı. İşte tam da bu sırada haziran ayında seçime girmesi planlanan bir adayın gözaltına alınması ve bununla birlikte ülkede muhalefet liderlerine sistematik bir saldırı başlaması, temmuz ayında Belarus’ta son 10 senede halkın alanlara çıkarak adalet ve demokrasi talep ettiği en büyük eylemleri hazırladı. Muhalefetin ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemek istediğini ve dış güçler tarafından yönetildiğini savunan Lukaşenko ise yapılanların olağan olduğunu belirterek çalışmalarına devam etti. Seçim gününe kadar süren baskı politikaları sonucunda %80’in üzerinde bir oy oranı iddiasıyla yeniden başkan seçilen Lukaşenko’ya karşı halk seçimlerin adaletli yapılmadığı görüşünde birleşti ve sokaklara çıkarak senelerin getirmiş olduğu birikmiş öfkesini meydanlara taşıdı. Tabi ki Belarus’ta seçime katılan muhalefet partilerinin tamamen halkçı partiler olduğunu söylemek doğru olmasa da Belarus halklarının ön plana koyduğu ve kendi gelecekleri için sokakta en temel demokratik haklarının gasp edilmesine karşın gösterdikleri direniş bugün de ülkenin en kalabalık meydanlarında sürerek belki de ülke tarihiyle birlikte başka örneklere de ışık tutuyor.