Kapitalizmin tragedyası: İşsizlik
Derenin şekline, iklimine göre nasıl debisi artıyor ve azalıyorsa, dere irili ufaklı kollara ayrılıp nasıl farklı etki yaratıyorsa aynı şekilde işsizliğin de farklı ülkelerdeki oranları başka oluyor.
Fotoğraf: Pixabay
Cenk Yılmaz BAYIR
İstanbul Üniversitesi
İşini kaybettiği için intihar edenler, mezun olduğunda işe girebilme umuduyla sertifika programından sertifika programına koşanlar, sigortasız çalıştırılmaya mahkum edilenler, işten çıkarılmakla tehdit edilerek susturulmaya çalışanlar… Tüm bu saydıklarımız münferit, hiç karşılaşmadığımız olaylar değil. Tam tersi her gün gördüğümüz, dünyanın her yerinde de görünen ve kendi yaşamımızda da deneyimlediğimiz şeyler. Bugün de Türkiye’de birçok genç bu sorundan çıkış yolu bulamayıp gelecek kaygısının altında eziliyor, hatta maalesef ki bu ağırlığı kaldıramayıp hayatını sonlandırmaya dahi karar verebiliyor. Ancak, her şeyin bir çözümü var elbette. Çözüm bu yazının konusu değil fakat karaları bağlamayalım. Öncelikle bu sorunun nasıl ortaya çıktığına bir göz atalım.
İşsizlik, kapitalist üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıkan bir sorun. Eski üretim ilişkilerinin egemenliği altındaki toplumlarda kitlesel bir işsizliğe rastlamak söz konusu değil. Örneğin, bir kabilede herkes üstüne düşeni yapar. Köleler efendisinin malıdır, ücret almadan ölesiye çalışır; efendiler ise yatar. Köylü üretir, derebeyleri ve ağalar hasada el koyar. Fakat kapitalist, işçiye ücretini verip de çalıştırır. İşçi, emeğini “özgürce” satar; üretilen ürün kapitalistindir ve kapitalist, her zaman daha çok kâr etmek ister. Emek gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan işçi, emek gücünün metaya dönüşmesi itibariyle piyasa ilişkisinde eski sınıflardan farklı bir konum alır. Onu satıp satmamak “işçinin sorunu” haline gelir. Bu yüzden işsizliğin sebebini anlamak için kapitalist üretim ilişkileri eğilmek bizi istediğimiz sonuca götürebilir.
KAYGIYI YARATAN TEMELLER
Kapitalist üretim şeklinin temel dürtüsünü kâr maksimizasyonudur. Daha fazla para kazanmak için para harcayan kapitalist, bina, yakıt, hammadde ve işçinin emek gücünü satın alır. Sebebi şüphesiz alınanların değerini satılacak olan metaya aktarması, metanın piyasada satılması ve böylece kârlı bir iş yapmaktır. Hammaddeyi alan kapitalist diyelim ki bu hammaddeyi işleyecek bir emek gücüne sahip olmasaydı ortaya ilkinden daha yüksek bir değere sahip meta çıkmazdı. Böylece kapitalist, kârsız bir iş yapmış olurdu ki bir sermayedar herhangi bir gelir elde edemeyeceği işletmeyi neden kursun?
Kârın özünü, artı değer sömürüsü oluşturur. Artı-değer, işçinin emeğinin, işgücünün değerinin üzerinde yarattığı ve kapitalist tarafından karşılıksız olarak el konulan değerdir. Yani kapitalistin daha fazla kâr etmesi için yapması gereken şey, artı değer sömürüsünü artırmaktır. Kapitalist kazancını artırmak için sömürüyü tırmandırmak zorundadır. Bunun için farklı yöntemleri kullanır: işgününü uzatmak, molaları kısaltmak, performans sistemi, haftasonu izinlerinin kaldırılması, işçiler arası rekabeti kışkırtma, ücret düşürme, üretim tekniğini geliştirme, ev içi emeği kullanma, ucuz mülteci emeğini kullanma, işçi sayısını azaltıp iş yükünü artırma ve daha günlük yaşamdan örnek verebileceğimiz pek çok yöntem… Kapitalistin kazancını garanti altına alması gerektiği ya da artırması için başvurduğu bu yöntemlerin tamamı işgücüne ödediği miktarı azaltmaya yöneliktir ve bu yüzden de işsizliği sürekli yeniden üretir. Örneğin işten çıkarmalarla işçi sayısını düşürerek işçilerin iş yükünü artırıp ödediği toplam ücret miktarını düşürebilir. Bu, “artık nüfus” yahut Marx’ın tabiriyle “yedek sanayi ordusunu” oluşturur. Bizim bildiğimiz işsizlik işte. Bu yedek ordu da kapitalistin tüm kazanç artırıcı yöntemlerinin işçinin sırtındaki kırbacıdır.
İŞÇİYİ BASKILAYAN İŞSİZLİK
Sermayenin belirli kollara aktarılmasıyla beraber dönemsel olarak işsizliğin azaldığı görülebilir. Ancak bu talep de doyuma ulaştığı vakit okyanusta bir damla gibi bu ordunun neferleri kalabalığından bir şey kaybetmez. Kapitalist birikim işsizliği yaratan temel faktördür. Bizzat kendisi tarafından üretilen sermaye birikimi ile birlikte aslında işçi, “kendisinin göreli artık nüfus haline getirilmesinin araçlarını da üretiyor” duruma gelmiştir. “Bu, kapitalist üretim tarzına özgü bir nüfus yasasıdır” der Marx.* Aynı zamanda proletaryanın iki kolu işsiz ve işçi kitleler birbirlerine zoraki baskı uygular, “İşçi sınıfının çalışmakta olan kısmının aşırı çalışması, işçi sınıfının yedek kısmını büyütürken diğer taraftan yedekte bulunan kısmın rekabet yoluyla çalışmakta olan kısım üzerinde yarattığı baskının artması, çalışmakta olan işçileri aşırı çalışmak ve sermayenin diktasına boyun eğmek zorunda bırakır.”** Aslında çalışan kesim işsiz kalmamak için ucuz, güvencesiz ve esnek çalışma şartlarına uymak zorunda kalır, karşı koymak istediği zaman işsizlik tehdidiyle karşılaşır. Çünkü dışarda iş arayan bir ordu halihazırda bekliyordur ki bu ordunun varlığı da ucuz emek bulmak için oldukça kullanışlıdır. Tüm bunların sonucunda açıkça işsizlik, bu sistemde sürekli yeniden üretilmek zorunda olan bir varlık haline gelmiştir.
İŞSİZLİK ORANLARININ DALGALANMALARI
Kapitalizm ve işsizlik ilişkisini bir dereye benzetebiliriz. Derenin kaynağı yok olmadıkça, su da yok olmaz. Ancak derenin şekline, iklimine göre nasıl debisi artıyor ve azalıyorsa, dere irili ufaklı kollara ayrılıp toprak üzerinde nasıl farklı bir etki yaratıyorsa aynı şekilde işsizliğin de farklı ülkelerdeki oranları başka oluyor. Farklı ülkelerdeki işsizlik oranlarının yüksek ya da düşük seyretmesi o ülkenin başta ekonomi politikaları ve kapitalist-emperyalist dünyada aldığı konumdan tutalım da ülkelere özgü birçok durumla bağlantılıdır. Türkiye de bu durumdan muaf değil. Türkiye’nin bağımlı ekonomik yapısı da bu farklılığın önemli bir sebebi.
Türkiye neoliberal süreçte eskiye nazaran daha da dışa bağımlı hale geldi. Özelleştirmelerle birlikte devlet elinde olan bazı kilit fabrikalar kapatıldı ya da satıldı. En çok kâr eden hatta zarar etmesi mümkün olmayan kurumlar bile çeşitli alicengiz oyunlarıyla (zarar etti ya da verimsizleşti iddiasıyla) dünya tekellerine ve yerli işbirlikçilerine satıldı. Ayrıca tarımda kendi haline bırakılan çiftçiler, küçük üreticiler zarar eden ve gitgide üretimde yok olan bir duruma geldi. İthal ikameci politikadan*** vazgeçişin bir getirisi olarak, ara mallar dışarıdan alınmaya başlandı. Bu da fiyatların artışına, alım gücünün düşüşüne, zarara ve dolayısıyla işten çıkarmalara tekabül etti.
İstihdam yaratmayan sektörlerin desteklenmesi de aslında işsizlik için önemli bir sebep. Örneğin Türkiye ekonomisi inşaat sektörü sayesinde art arda dönemlerde çift haneli büyüme rakamlarıyla karşılaştı. Fakat ilerisi olmayan, belirli bir noktada duracak olan bu sektörde istihdamın sınırlı olduğu aşikardı. Durdu da fakat istihdam yaratacak noktalara yatırım yapmak yerine konuk stoklarının halka kredi vererek eritilmesi hedeflendi. Tüketim teşvik edildi. Sonuç tabi ki de istenilen gibi olmadı. Alım gücü ciddi oranda düşen hanelerin bu stokları eritmesi pek de mümkün değildi zaten. Bunun dışında burjuvazi pandemi dönemi ve öncesinde de fonlandı. Yatırım yapmaları için sağlanan ciddi fonlar ancak istihdam yaratacak bir biçimde harcanmadı.
Tabi ki her ülke gibi Türkiye de önüne işsizliği azaltmaya dair bazı projeler, programlar koyuyor. Bu projeler genellikle genç girişimcileri destekleme, halk eğitim merkezleriyle genellikle kadınları zanaat sahibi yapma, kadın girişimcilere fon ayırma, Ulusal İstihdam Stratejisiyle eğitim ve sermaye arasında sıkı bir bağ kurma gibi bazı proje-programlarla ilerliyor. Sonuç girişimcileri fonlama büyük oranda bir etki yaratmıyor, emek sömürüsü eve taşınıp güvencesizleşiyor, eğitim sermayeye peşkeş çekilip ucuz ve nitelikli işgücü yetiştirilmesi hedefleniyor. Bu hedefe de tam anlamıyla ulaşılmadığını ve UİS’in hedeflerinin gerisinde kalındığını söyleyebiliriz.
NEREYE GELDİK?
Şimdi, pandemi süreciyle birlikte ekonomik olarak çok çetin zamanlardan geçiyoruz desek yalan olmaz. Bir yanda döviz fırlarken diğer yanda pandemi sürecinde uygulanan politikalarla işçiler yoksullaştı, hayatta kalamayacakları bir ücrete mahkum edildi. Öte yandan esnaf kepenk kapattı. DİSK-AR’ın araştırmasına göre ülkemiz korkunç bir tablo ile yüzleşiyor. Araştırmada geçen cümleler şunlar: “Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsiz sayısı ve iş kaybı Mayıs 2020’de 17,2 milyona yükseldi!”, “Revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranı yüzde 50 olarak hesaplandı.”**** TÜİK’in açıkladığı verilerle arasında ciddi oranda fark olduğu kesin. Tabi ki bu noktaya hemen gelmedik. Yıllar boyunca uygulanan ekonomi politikaları, istihdam yaratmaktan uzak müdahaleler, kısa dönem politikalarıyla durumu kurtarmaya çalışmalar, ülkeyi ucuz işgücüne çevirip yabancı sermayeyi ülkeye çekme hedefleri, gasp edilen haklar ve daha birçok şey geldiğimiz noktayı bize anlatıyor.
* Marx (Karl) Kapital Cilt I Yordam Kitap syf.610
** Marx (Karl) Kapital Cilt I Yordam Kitap syf.614
*** İthal ikameci politika: İthal edilen malların devletin desteğiyle yurt içinde üretilmesi
**** DİSK-AR, İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu. Ağustos 2020
Yardımcı okuma
https://www.evrensel.net/haber/291311/bir-kisi-karl-marx-bir-kavram-arti-deger
https://www.evrensel.net/haber/343500/bir-kavram-ucretli-emek
https://www.evrensel.net/haber/293425/bir-kavram-sermaye