Avrupa'nın Gündemi: Salgını dalgalandıran virüs mü, siyaset mi?
Almanya'da salgının dalgaları ve bir alınıp bir bozulan önlemler, İngiltere'de bu ülkeye botla geçerken yaşamını yitiren mülteci genç ve Fransa'da ise Mali'deki askeri darbe gündemdeydi.

Fotoğraf: Pixabay
Almanya’da “ikinci koronavirüs dalgası”, çelişkili kararlar, test sonuçlarının iletilmesindeki kazalarla devam ediyor. Önlemler önce esnekleştirilirken bir saat sonra sertleştiriliyor. Neues Deutschland’daki makalede bu zikzakların kapitalizm kaynaklı olduğuna dikkat çekiliyor: “Bir yandan krizdeki ekonomiye ve daha az krizdeki turist ordularına teşvik vermek, diğer yandan da bu teşviklerin neden olduğu yeni enfeksiyonlara karşı sıkı hijyen önlemleri almakla pandemiyle mücadele ediliyor.”
Fransız emperyalizmine bağımlı Batı Afrika ülkesi Mali’de bir askeri darbe gerçekleşti. Bir grup yüksek rütbeli asker Ülke Başkanı İbrahim Boubacar Keita’yı devirdi, ardından hızla Mali’nin tüm ekonomik ve askeri sözleşmelerine sadık kalacaklarını ilan ettiler. Yani Mali’nin Fransız emperyalizminin neokolonisi olarak devamının garanti altında olduğunu ilan ettiler. Fransız İşçileri Komünist Partisinin (PCOF) açıklaması, halk düşmanı İbrahim Keita’yı devirmesine rağmen bu darbenin halkın çıkarlarına ders düştüğüne işaret ediyor.
Bu hafta küçük bir botla Fransa’dan İngiltere’ye geçmeye çalışırken yaşamını yitiren Sudanlı bir gencin cansız bedeni Calais kıyılarında bulundu. Hükümet bir yandan ölen genç için timsah gözyaşları dökerken, diğer yandan AB ile devam ettikleri Brexit müzakerelerinde İngiltere’ye varan ilticacıları Avrupa’ya geri göndermek istediğini söylüyor. Bu hafta The Guardian’dan seçtiğimiz yazıda sınırların sıkılaştırılması insanların hayatlarına mal olan bir siyasi karar olduğunu ve bu konuda Muhafazakar ve İşçi Partisinin ellerinin kirli olduğunu söylüyor.
İKİNCİ KORONA DALGASI: EŞ ZAMANLI VE ÇELİŞKİLİ KARARLAR, GELİŞMELER
Leo FISCHER
Neues Deutschland
Almanya’nın demokrasi tarihinde ilk kez, yürürlüğe girdikleri anda iptal edilen politikalarla karşı karşıyayız. Okullar, dükkanlar, restoranlar açılır açılmaz kapanıyor. Korona nedeniyle önlemlerin gevşetilme ve yeniden sıkıştırılması birbirini izliyor; önlemler karmaşası sürüyor. “Korona’dan sonra her şeye yeniden başlama” retoriği her fırsatta yineleniyor. Tsunami benzeri ikinci korona dalgası ufukta süzülüyor. Bu bazılarına Ernst Bloch’un modernitesinin özelliği olan “eş zamanlılık”ı hatırlatabilir. Diğerleri, geç kapitalizmin paradoksal rasyonalitesinin iş başında olduğunu iddia ederek sanki korona olmadan bu tür sorunlar yokmuş gibi çözümler sunuyor. Bir yandan krizdeki ekonomiye ve daha az krizdeki turist ordularına teşvik vermek, diğer yandan da bu teşviklerin neden olduğu yeni enfeksiyonlara karşı sıkı hijyen önlemleri almakla pandemiyle mücadele ediliyor.
Liberalizm, otoriterlik ile eş zamanlı gerçekleşir, onunla vardır, uyumludur ve kutsaldır, hatta ayrıntılı olarak aynı anlamdadır yani prensibi amaca erişmek için her aracın mübah olduğu şeklindedir. Eski tarz siyaset, çelişen bir gerçekliğe karşı bireysel önlemlerle taviz verirken, yeni kontrol girişimleri kesinlikle taviz vermez ancak birbiriyle tamamen çelişen gerçekleri haklı çıkarır. Mevcut siyaset, her zaman, bir yandan her şey o kadar da kötü değilmiş gibi, diğer yandan ise beklenenden çok daha kötüymüş gibi hareket ediyor. Genellikle aynı basın açıklamasında halk bir yandan sakinleştirilmeye çalışılırken diğer yandan sert şekilde ikaz ediliyor. Politikacıların, krizin aşılmasından çok, on yıl sonra bir tekelin iyi para kazanacakları kontrol komisyonunda yer almayı esas aldıkları açıkça görülüyor. Komplo teorileri veya bunun bir takdiriilahi olduğu açıklamalarıyla halkın kafası karıştırılırken, bazen sıkı bazen gevşek önlemlerle korona ile mücadele ediliyormuş gibi yapılıyor.
Almanya’da bunun en iyi örneği Bavyera Başbakanı Markus Söder’dir. Söder tam da bu mantıksızlığı çok iyi ‘İdare ettiği’ için parlıyor. Bavyera’da tatilden geri dönen 44 bin kişi, yapılan testlerin sonuçlarıyla ilgili bilgilendiril(e)medi. Bunların arasında kim oldukları bilinmeyen en az 900’üne hastalığın bulaştığı biliniyor. Markus Söder hataya yol açan tüm yapıların derhal kontrol edileceğini duyurdu. Ancak, bir gevşettiğiniz, bir sıkılaştırdığınız koşullarda neyi kontrol edeceksiniz? Eğlenceler, dış ülkelere geziler hükümet kararlarıyla serbest bırakıldı; başlangıçta gönüllü, daha sonra bazı ülkeler için zorunlu testler getirildi. Test sonuçları karıştırıldı, havaalanlarında kontroller yapılmadı, kaos üstüne kaos egemen oldu. Bir kez olsun, “sağ duyu” herhangi bir talepte bulunmak istemiyor, çünkü her talep yeni bir tedbire yol açıyor ve her yeni tedbir kaosu artırıyor. Diğer taraftan dünya çapındaki milyonlarca hasta insan karşısında herhangi bir talepte bulunmamak da sorumsuzluk anlamına geliyor.
Bu yüzden ortak talep olarak şunu formüle edebiliriz: Herkesin sağlıklı kalması ve mantıksız sınırlandırmaları kabul etmek zorunda olmaması için tüm sağlık önlemleri acilen alınsın, kararlar bir alınıp anında iptal edilmesin, halkın kafası daha da karıştırılmasın.
(Çeviren: Semra Çelik)
MALİ HALKIYLA DAYANIŞMA: FRANSIZ ASKERLERİ MALİ’DEN ÇEKİLSİN
Fransa İşçileri Komünist Partisi
Mali ordusunun yüksek rütbeli askerleri 18 Ağustos’ta bir darbe tertiplediler, iktidarda olan Devlet Başkanı İbrahim Boubacar Keita’yı (IBK) devirip birçok bakanı tutukladılar. Ertesi gün IBK istifasını açıkladı. Kendilerini Halkın Kurtuluşu İçin Ulusal Komite (CNSP) diye adlandıran darbeci askerler seçimleri örgütleyerek iktidarı sivillere bırakacaklarını ve Mali’yi bağlayan tüm uluslararası anlaşmalara saygı göstereceklerini ilan ettiler. Halkı sakin olmaya ve düzene saygı göstermeye davet ettiler.
IBK’nin istifası Mali halkının önemli bir kesimi tarafından memnuiyetle karşılandı: Nisan ayındaki son genel seçimlerden bu yana IBK’nin gitmesini isteyen gösteriler artmıştı ve temmuz başında göstericilerin üzerine ateş etmesini emretmişti.
Yılın başından bu yana halk mücadelesi sürekli büyüdü: Kır ve şehirli halk kesimleri artan ve derinleşen sefalete, tüm ülkeyi etkisi altına alan kaosa, cihatçı grupların saldırı ve katliamlarına, Mali ordu güçlerinin keyfi davranışları ve görevlerini kötüye kullanmalarına, yabancı askeri güçlerin, özellikle de Fransız askeri güçlerinin sürekli müdahalelerine artık dayanamıyor. Son aylarda “Fransız ordusu Mali’den çık” sloganı güçlendi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise buna çok öfkelendi ve Sahel bölgesi Afrikalı yöneticilerinin zirvesinde “terörizme karşı mücadele”de Fransız emperyalizmine askeri-siyasi bağımlılıklarını tekrar ilan etmelerini ihtar etti.
Mali’de siyasi parti, dernekler, şahsiyetler bir koalisyon kurdular, 5 Haziran Hareketi. Yurtsever güçler bir araya geldi ve bunların merkezi talepleri IBK’nin istifa etmesiydi. Darbeci askerler, bunu kendileri gerçekleştirerek IBK’yi halk kitlelerinin kovalamaması için daha erken davrandılar. Farklı güçlerden oluşan ve görüldüğü kadarıyla kimi güçlerin müzakere için masaya oturmaya hazır olduğu (muhalif) koalisyona göre darbeci askerler daha güçlü bir konumdalar. Fakat bu koalisyonun içinde ve dışında darbeci askerlere ve “İktidarı halka verme” isteklerine haklı olarak güvenmeyenler de az değil.
“Uluslararası anlaşmalara saygı gösterme” konusunda verdikleri teminatlar her şeyden önce askeridir ((Fransa operasyonlarının devam etmesi) fakat aynı sırada emperyalist güçlere, özellikle de Fransız emperyalizmine bağımlılık anlamındaki ekonomik “anlaşmalarına” saygı anlamına da geliyor. Bu Mali’de gerçekleşen ve bir kliği kovan ilk askeri darbe değildir, 2012’de gerçekleşen darbe sonuç itibariyle halk kitlelerinin durumunu hiçbir şekilde iyileştirmedi. IBK’nin devrilmesi onu destekleyen Fransız emperyalizminin bir başarısızlığı anlamına gelse de, müdahalelerinin ve Fransız emperyalizminin neokolonyal egemenliğinin sonu anlamına gelmiyor.
Mali halkıyla dayanışma içindeyiz, bu tahakkümün son bulması için mücadele ediyoruz ve gerçek bağımsızlık ve sosyal ilerleme için mücadele eden güçlere desteğimizi sunuyoruz.
(Çeviren: Nihat Polat)
İNSANLAR SİYASETÇİLER YÜZÜNDEN DENİZDE HAYATINI KAYBEDİYOR, İNSAN KAÇAKÇILARI YÜZÜNDEN DEĞİL
Maya GOODFELLOW
The Guardian
Gaddar sınır politikaları yüzünden ölen bir çocuğun insanlığına dair İçişleri Bakanı Priti Patel’in söylediği her şey boş.
Hükümetin sınır politikalarının insanlığa bedeli dehşet ve acı bir şekilde gerçekleşti: denizi aşmaya çalışan Sudanlı 16 yaşında* bir erkek çocuğun ölü bedeni zarşamba günü Calais (Fransa) yakınlarında bir sahilde bulundu. Sınırları geçmeye çalışan insanlar hayatlarını kaybedince politikacıların tepkileri her zaman aynı oluyor: şok olduklarını söylüyorlar, sonra da üzüldüklerini sonra da aynı kararları almaya devam ediyorlar. Dün de bu açıdan farklı değildi.
Priti Patel, haftalarca mülteciler hakkında yalan yanlış şeyler söyledikten sonra, ölen gencin ölümü için “üzücü” ve “trajik” kelimelerini kullandı. Fakat sempatik kelimeler yolculukları güvenli ya da yasal yapmıyor, ve başkalarını da aynı kadere zorlayan siyasi kararlara son vermiyor. Bu zalim yasaları getirirken ve yaşarken (mültecilerden) çaldığı insanlıkla, öldükten sonra ilgilenmiş gibi görünmek çok sahte ve tehlikeli bir yaklaşım.
Yıllardır kanıtlar ortada. Sınır politikaları problem; çözümlerden biri (mültecilere) güvenli ve yasal yollar açmak. Bu ölümler engellenebilir, biliyorlar ki insanlar iltica etmek için İngiltere’de olmalı ve bir çoğu bunu yapabilmek için hayatlarını tehlikeye atan yolculuklar yapmak zorunda, fakat siyasetçiler hâlâ Britanya’ya ulaşımı neredeyse imkansız kılmak için uğraşmaya devam ediyor. Hükümet bu durumu yaratıyor, daha sonra politik prim yapmaya çalışıyor.
Muhafazakarlar (İktidar partisi kastediliyor) ya göçmenlere çamur atıyor ya da (…) aşağılık bir grup olarak tanımlanan insan kaçakçılarını tüm sorunların sorumlusu olarak tutuyor. Daha önceki bakanlar gibi, Patel, gencin ölümü için “İğrenç suç çeteleri ve insan kaçakçılarının savunmasız insanlardan faydalandıklarının acı bir hatırlatması” dedi. Mesaj çok açık: ‘Suçlu’ onlar ve onları durdurmak tek çözüm.
Fakat hükümet kaçakçılara ihtiyaç duyulması için koşulları yaratıyor. Ya da serbest piyasa benzetmesini ödünç alırsak: Talep varsa arz da vardır. (Kaçakçıların) işletme modeline olan talep, siyasetçilerin sıkılaştırdıkları sınır politikaları yüzünden. Kaçakçılara muhtaç insanları, hükümetin göçmenlik politikaları yüzünden savunmasız kılıyor.
Peter Tinti ve Tuesday Reitano’nun insan kaçakçılığı hakkında yazdıkları kitapta “Kaçakçıların başka insanların çaresizliğinden yararlandığı doğru fakat kaçakçıların aynı zamanda bir çok insanın hayatını kurtardığı, fırsatlar yarattığı ve küresel eşitsizlikleri dengelediği de doğru”. Bu kaçakçıların verdiği zararı ya da yaptıkları istismarı görmemek değil, bu duruma daha geniş bağlamda bakmaktır: Yani hükümetler güvenli ve yasal tüm yolları kapattığında bir çok insan için başka alternatif kalmıyor. Hiç kimse feribotta daha az ödeyerek yolculuk yapabilse, büyük paralar ödeyerek şişme kayıkta tehlikeli bir yolculuk yapmayı tercih etmez.
Britanya’nın göçmenlik tartışması hiçbir zaman gerçekliği yansıtmadı. Bunun yerine saçma olan (Britanya’nın) çekiciliği ile ilgili yorumlar, insanları fırsatçı olarak tarif ediyor. Bu yüzden onların insan olduğunu ve kendimizi onların yerine koymaya çalışmamız gerektiğini sabırla anlatmamız gerekiyor. Savaş ya da zulüm yüzünden ülkenden kaçmak zorunda olmak nasıl; ailenin ve arkadaşlarının öldüğü bir yere bu kadar yakınlaşıp ama artık “güvende” olduğuna şükretmen gerektiğini ve onların yanına gidememek nasıl olurdu diye sormak ve öğretmek gerekiyor.
Bu sorun bu hükümetle başlamadı. New Labour (Tony Blair liderliğinde İşçi Partisinin geleneksel sol politikalarından uzaklaştığı süreçte) göçmenlik ve iltica konusunda Muhafazakarlardan daha sert olmakla gurur duyuyordu. 1997 ve 2008 arası beş göçmenlik yasası getirdi, bunların hepsi göçmenler ve mültecilerin Britanya’da yaşamasını zorlaştırdı. Ve bu sadece İngiltere’de olmuyor: Akdeniz’e bakın, ABD-Meksika sınırına ve diğer sınırlara bakınız. Bu hafta 5 çocuk, toplam 55 kişi, Avrupa’ya geçmek isterken Afrika kıyılarında öldü.
Sınırları koruyan ve “güçlendiren” her politikacı insanları hayatlarını riske atmak zorunda bırakmaktan sorumludur. (…) Ve yaptıklarının kaçınılmaz sonuçlarını görünce şaşırmış ve üzülmüş gibi davranıyorlar.
Daha çok insan bu şekilde hayatını kaybeder. Çocuklar. Yetişkinler. Böyle olmak zorunda değil; göç güvenli, yasal ve kolay olabilir. Fakat değişim, sınırların çözüm getireceğini düşünmek değil, sorunun kendisi olduğunu görmekle başlar.
(Çeviren: Çınar Altun)
*Sudanlı mültecinin ailesi 16 değil 22 yaşında olduğunu açıkladı. Resmi olarak ise 28 yaşında olduğu belirtiliyor.

Evrensel'i Takip Et