Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Libya anlaşması: Şeytan ayrıntıda gizli
Geçtiğimiz cuma günü Libya'daki iki fiili yönetimin karşılıklı ateşkes ilan etmesi Arap basınının önemli gündemleri arasındaydı. Ancak yorumlar, ateşkesin uzun ömerli olmayabileceği yönünde.
Fotoğraf: Abdul-Jawad Elhusuni/Wikimedia Commons (CC BY-SA 3.0)
Ali KARATAŞ
Kays ABBAS
Arap coğrafyasının önemli gündemlerinden biri Libya’da birbiriyle çatışan iki fiili yönetimin; Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisinin karşılıklı ateşkes ilan etmeleri oldu.
Al Arab gazetesinden Mana Mahruki, Libya’da varılan ateşkesin, ayrıntılarda iki tarafın aldığı farklı tutumlar yüzünden bozulacağını yazdı. Öte yandan anlaşmada siyasal bir çözüm bulunana kadar petrol gelirlerinin Libya Dış Bank’ta dondurulması da öneriliyordu. Mahruki, önemli petrol bölgeleri olan Sirte ve Cufra’nın pozisyonlarının ne olacağı ve oluşturulacak ortak güvenlik gücünün nasıl şekilleneceğinin en önemli anlaşmazlık noktası olduğuna dikkat çekti. Yazıda, UMH’yi destekleyen Türkiye yönetiminin, Libya’daki kartların yeniden karılması için ateşkes sürecini değerlendireceği yorumu da yapıldı.
HARİRİ DAVASI TARTIŞMALARI
Bir önemli gündem de 2005 yılında düzenlenen bombalı suikastla öldürülen Lübnan eski başbakanlarından Refik Hariri’nin Uluslararası Mahkemede görülen davasının geçtiğimiz hafta sonuçlanması oldu.
Uluslararası Lübnan Mahkemesi, davada, Hizbullah Üyesi Selim Cemil Ayyaş’ı suçlu buldu. Kararı okuyan Hakim David Re, Ayyaş’ın kullandığı cep telefonunun saldırıda “kritik önemde” olduğunu belirtti. Hizbullah üyesi diğer üç sanığın ise “Saldırının suç ortağı olduklarına dair yeterli delil olmadığı”na karar verildi. Uluslararası Mahkeme, suikastta Hizbullah liderliği ve Suriye bağlantısına dair de delil olmadığına hükmetti.İran ve Suriye ile yakın ilişkileri bulunan ve Lübnan’ın en büyük siyasi hareketlerinden olan Hizbullah, suikastla bağlantısı bulunduğu iddialarını reddederek suçlamaları “İsrail komplosu” olarak nitelendirmişti.
Mahkemenin aldığı karar, Arap basınının bir kısmında tepkiyle karşılandı. Al Kuds al Arabi başyazısında tutumunu net bir şekilde ifade ederek, “Hariri Mahkemesi: Açık gerçekler mevcuttu ama basit adalet yoktu” başlığını kullandı. Gazete, mahkeme kararını iki sebebe bağladı. Birincisi mahkemeyi kuran anlayışın devletleri, kurumları değil kişileri sorumlu tutan yaklaşımı; diğeri ise Hizbullah’ın ülke üzerindeki siyasi ağırlığı.
Lübnan’da yayımlanan al Modon gazetesinden Yusuf Bazzi, “Refik Hariri adlı kişi sadece dini fetva tarafından öldürülebilir. Ve en yüksek dini liderlik referanslarından alınan politik bir kararla” dedi. Suikastla öldürülenin sadece Hariri değil, aynı zamanda liberal Sünni hareket olduğu değerlendirmelerine yer verirken IŞİD’in doğuşunu bu gelişmeye bağladı. Bazzi, “Zamanla amacın sadece eski bir başbakanın yokluğu değil, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’de sivil liberal Sünni hareketin öldürülmesi olduğunu fark ettik. Nitekim, en acımasız, kanlı ve barbarca ‘Sünni’ akımını (IŞİD) otomatik olarak üretti” dedi. Bunun İran genişlemesine verilen çaresiz bir cevap olduğunu da ileri sürdü.
FİLİSTİN NORMALLEŞMEYE KARŞI
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail’le girdiği “Normalleşme” ilişkilerinin yankıları sürüyor. Hamas, İslami Cihat örgütü ve Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas gerçekleştirdikleri toplantıda ortak bir tutum alma kararı aldı. Toplantıda süreç, “Kudüs’e, El Aksa Camii’ne ve Filistin davasına ihanet” olarak nitelendirildi. Diğer Arap devletlerine böyle bir yola girmemeleri uyarısı yapıldı. Buna karşılık Arap basınında konuyu değerlendiren makalelerde BAE-İsrail anlaşmasını meşrulaştırma ve gerekçelendirme çabaları devam ediyor. Suudi Arabistan merkezli Şarkul Avsat’tan Selman Dusari, kendisine zararı dokunmadığı sürece bir ülkenin başka bir ülkenin kararına karışamayacağını savundu. Türkiye’nin 1949’dan beri İsrail’i tanımış olduğunu da hatırlatan Dusari, “Türkiye 1949’dan beri Tel Aviv ile ilişkileri olmasına rağmen büyükelçisini BAE’den çekmek istiyor. Aynı zamanda Türkiye, İsrail ile ekonomik ilişkileri olan en büyük Müslüman ülkedir. BAE, İsrail başbakanı başkentlerini ziyaret edip ticari bürolar açtıklarında Katar ve Umman’ı suçlamadı, Ürdün’ün İsrail ile ilişkiler kurma hakkını tanıdı ve bunu o ülkelerin egemenlik hakkı olarak kabul etti” dedi.
Londra’da yayın yapan al Arab gazetesinden Adli Sadık da, “BAE’yi eleştirenler.. Tek gözle bakmak” başlıklı makalesinde İsrail ile normalleşmeyi savunurken adımların dengeli atılması gerektiğini savundu.
AYRINTILARIN ŞEYTANI LİBYA ANLAŞMASINI GİZLİYOR
Mana MAHRUKİ
al Arab
LİBYA ihtilafında tarafların ateşkes anlaşması ihtiyatlı bir iyimserlik yarattı. Bazı detaylar üzerindeki açıklanamayan farklılıklar nedeniyle devam etmeyeceğinden korkuluyor.
Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz Serrac ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih, cuma günü iki açıklama yaptılar. Tüm Libya topraklarında ateşkes ilan ettiklerini belirttiler.
İki açıklamada da, “Petrol üretimi ve ihracatının sürdürülmesi ve gelirlerin Libya Dış Bank’ta bir hesapta dondurulması ve Berlin Konferansı sonuçlarına göre BM misyonunun ve uluslararası toplumun garantisiyle siyasi bir çözüme ulaşana kadar elden çıkarılmaması” çağrısı yapıldı.
İki açıklama, petrol gelirlerinin elden çıkarılması ve Sirte-Cufra’nın askerden arındırılmış bir bölge haline getirilmesi de dahil olmak üzere bir dizi noktada fikir birliğini yansıtıyordu. Ancak son dönemde tırmanışın odak noktası olan bu alanla ilgili bazı ayrıntılardaki farklılık, anlaşmanın uygulanmasına engel olabilir.
Libya meselelerinde uzmanlaşmış, Lahey’deki Clingendael Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı olan Siyasi Analist Celal el-Haşavi sordu: “Bu açıklama tamamen gerçekleştirilebilir mi?”
Anlaşmada istikrarı bozucu bir rol oynayabilecek birkaç bölgesel gücün varlığına işaret ederek, “Anlaşmanın uygulanması muhtemelen zor olacaktır” dedi. Ulusal Mutabakat Hükümetinin ateşkese bağlılığı konusunda endişelerin olduğu ve Türkiye tarafından Libya’daki kartlarının yeniden karılması için değerlendirileceği ifade edildi. Ankara’nın müdahalelerini reddeden bölgesel tutumun parçalanması istediğini de belirtti. Bu nedenle, herhangi bir askeri eylemden tamamen kaçınmak, meydana gelebilecek herhangi bir anlaşma için uygun formüldür.
Gözlemcilere göre, Türkiye’nin Suriye’deki ateşkes deneyimleri, Ankara’nın bu belgeyle manevra yapmakta iyi olduğunu ve bölgesel ve uluslararası öfkeyi emmek için şimdi sakin kalmak istediğini doğruluyor.
Bazıları, Trablus hükümetinin ateşkesi onaylamasına şüpheyle bakıyor ve bunu iç ve dış baskılara, özellikle de petrol ihracatının durdurulmasının neden olduğu ekonomik krize bağlıyor.
Analistler, şeytanın, ateşkesin uygulamasının, askerden arındırılmış bölgeye ilişkin gerekli güvenlik düzenlemesinin ve önümüzdeki mart ayında yapılacak parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine nasıl hazırlanılacağının ayrıntılarında yattığını söylüyorlar.
Serrac, “Etkili bir ateşkese ulaşmak için Sirte ve Cufra bölgelerinin askerden arındırılması gerektirdiğini” vurguladı. Salih, Cufra’dan bahsetmezken, Sirte’nin tüm Libyalıları birleştiren meclis başkanlığının geçici merkezi olmasını önerdi.
Salih, 2011 öncesinde ulusal kayıtları olan polis güçlerinin resmi güvenlik gücü olması gerektiğini vurgularken, gözlemciler Mutabakat Hükümetinin polis gücü olmak üzere eğittiği milisleri önermesini göz ardı etmiyor.
Anlaşma hakkında yorum yapmayan ordunun, askerden arındırılmış bölgeyi güvence altına almak için paralı askerlerin ve milislerin gelmeyeceğinin garantisi verilmeden Sirte ve Cufra’dan çekilmesi ise olası görünmüyor.
HARİRİ MAHKEMESİ: AÇIK GERÇEKLER MEVCUTTU
AMA BASİT ADALET YOKTU
Al Kuds al Arabi
Başyazı
Genel olarak Lübnan olaylarını ve Hizbullah’ın bu ülkedeki güç ve kontrol denklemleri içindeki konumunu gözlemleyenlerin çoğunluğunun, Lübnan Özel Mahkemesinin eski Başbakan Refik Hariri’nin suikastıyla ilgili adaletin sağlanmasını sağlayacak açık suçlamalar yapmayacağı yönünde düşünceleri vardı. Suçun meydana gelmesinden 15 yıldan fazla ve mahkemenin yürürlüğe girmesinden 13 yıl sonra ve mahkeme bütçesine ve yüzlerce yargıç, avukat ve müfettişin harcamalarına on milyonlarca dolar ayrılmasından sonra Hizbullah üyesi beş sanıktan birini mahkum etme kararı çıktı. Bununla birlikte, 14 Şubat 2005 tarihinde, suikast sırasında Lübnan üzerindeki kontrolünü sıkılaştıran partinin üst düzey liderlerinden herhangi birinin, Suriye rejiminin liderlerinin veya herhangi bir görevlisinin sorumluluğu kararda yoktu.
Birinci neden, mahkemeyi kuran kanunun mahkemenin işlevini devletler, kurumlar veya kuruluşlarla değil, bireylerle sınırlaması olabilir. Bu yaklaşımın, devlet terörü veya insan hakları ihlalleri ile ilgili davalarda mahkemeye girme olasılığını ortadan kaldırmayı amaçladığı kadar, Hizbullah’a veya Suriye rejimine hizmet etmeyi amaçlamadığı da baştan belliydi. Veya sömürge ve yerleşim projeleri ve yabancı askeri müdahale kampanyaları sırasında süper güçler tarafından işlenen veya işlenmeye devam eden savaş suçlarını görmemeyi amaçlamaktadır.
İkinci sebep ise, basit mantıkla suikastta ilk ve doğrudan suçlamayı hak ettikleri varsayılan iki siyasi gücün, yani Hizbullah ve Suriye rejiminin şimdiye kadar Lübnan üzerinde hegemonyasını kendi yollarıyla genişletmeye devam ediyor olmasıdır. Onları sorumlu tutacak herhangi bir adli, yasal veya siyasi otorite olması muhtemel değildir.
Hizbullah, mahkemenin kuruluşundan bu yana, sanık olan kadrolarına yönelik suçlamaları reddetme, masumiyetlerinde ısrar ederek onları teslim etmeme tutumuna bağlı kaldı. Öte yandan mahkemenin “Siyasallaştığı” ve siyonizm ve ABD emperyalizminin amaçlarına hizmet ettiği ve genel olarak partiyi ve direniş cephesini hedef aldığı ifadelerini kullandı. Partinin Genel Sekreteri Hassan Nasrallah, basına son göründüğünde, partisinin mahkemenin kararını “Sanki verilmemiş gibi” ele alacağını açıkladı.
Ancak karardan sonra Lahey mahkemelerinde ışıklar asla kalıcı olarak kapatılmayacak. Çünkü açılan dosyalar sadece Refik Hariri’yi ilgilendirmiyor, Bassel Fleihan, Samir Kassir, George Hawi, Gebran Tueni, Pierre Gemayel, Marwan Hamade, Elias Murr ve Wissam Al Hassan gibi diğer operasyonları veya suikast girişimlerini içeriyor. Gerçekler çok açık olsa da, adalet yakalanamayacak.
FİLİSTİNLİ GRUPLAR NORMALLEŞMEYE KARŞI BİR ARADA
Rai al Youm
Başyazı
Görünen o ki Mısır istihbarat heyetinin Ramallah’ı ziyareti ve Filistin liderliğinin toplantısı öncesi Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmesi; İsrail işgal devleti ile bir normalleşme anlaşması imzaladıktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yönelik tepkileri sakinleştirmek ve durdurmak amacına yönelikti.
Salı akşamı Filistinli liderler arasında gerçekleşen toplantı önemi üç ana nokta ile temsil edilmektedir. Belki de normalleşme anlaşmanın üç tarafı (BAE, Amerika ve İsrail) ister umursamazlık ister Filistin pozisyonunu değerlendirmeleri nedeniyle bu toplantının önemini anlamadan yoksun.
Birincisi: Tüm Filistinli grupların Hamas ve İslami Cihad örgütünün kurtuluş çatısı altında bir araya gelmesi. Bu, Filistin sahnesinde ve böyle bir durumda eşi görülmemiş bir stratejik gelişmedir.
İkincisi: Başkan Abbas, söz konusu anlaşmayı “Arkadan bıçaklama” olarak tanımladığında “Mırıldanılan” tüm diplomatik formülleri terk etti. Bunun Kudüs’e, El Aksa Camii’ne ve Filistin davasına ihanet olduğunu söyledi.
Üçüncüsü: Bu Filistin pozisyonunun, aynı adımı atacak ve benzer bir normalleşme anlaşması imzalayacak herhangi bir Arap veya İslam ülkesine uygulanacağını vurgulayarak, herhangi bir Arap devletinin BAE yoluna girmemesi için açık bir uyarıda bulundu. Yaptığı açıklamada Bahreyn, Umman Sultanlığı, Suudi Arabistan ve Sudan gibi normalleşmeye hazır Arap ülkelerinin isimleri var.
Hamas ve İslami Cihad hareketleri alınacak tutumda bir ortaklaşma olacağına dair ciddi güvenceler almadıkları takdirde, Abbas liderliğindeki bir toplantıya katılabileceklerine inanmıyoruz. Başkan Abbas’ın ve El Fetih hareketinin tutumu, yapılan bu toplantıyla ciddiyetini gösteriyor.
Mescid-i Aksa İmamı Şeyh İkrime Sabri’nin BAE vatandaşlarının işgal altındaki Kudüs’ü ziyaret etmelerini ve Mescid-i Aksa’da namaz kılmalarını yasaklayan fetvası, Abbas’ın onayı olmadan çıkarılamaz. Bu fetva benzeri görülmemiş bir fetvadır. Mısır Camp David’i, Ürdün Vadi Araba anlaşmalarını imzaladığında ve Oslo sürecinde bile böyle bir fetva yayımlanmadı. Buna girişen kişinin kimliği ne olursa olsun normalleşme bir ihanet olduğu için bu konuda istisnalar yapılamaz ve yapmamalı.
Ortaya çıkan soru, normalleşmeyi reddeden ve böylesine bir güçle kınayan bu Filistin tutumunun, BAE-İsrail anlaşmasına karşı halkın öfkesi nedeniyle sadece kısa süreli bir tepki mi olduğu? Yoksa tüm siyasal hareketlerin tüm farklılıklarını bir kenara bırakarak işgale karşı yeni bir ortak stratejileri var mı?
Cevabı önümüzdeki gün ve haftalara bırakıyoruz. Aynı iyi niyet kuyusuna defalarca sokulduk ve sözlere inandık. Sonradan bunların bir seraptan başka bir şey olmadığı ortaya çıktı. Umarız bu sefer yanılmışızdır.