Yazar Kadim Gültekin: Geçmiş, şimdi, gelecek aynı anda yaşanıyor
Yazar Kadim Gültekin'le Zaman Oyunları kitabını konuştuk: "Zamanın bir bütün olduğuna inanıyorum. Geçmiş, şimdi, gelecek aynı anda yaşanıyor ve muazzam bir döngü yaratıyor."
Fotoğraf:Kadim Gültekin aşivi
Soner SERT
Bir kamu kurumunda yazılım geliştirme uzmanı olarak çalışan Kadim Gültekin, ilk gençlik yıllarından beri yazıyor. Şu günlerde büyük bir tutkuyla gerçekleştirdiğini söylediği yazma eylemini, yaşamın olağanüstü hızı arasında sürdürmeye gayret ettiren Gültekin’in yeni kitabı Zaman Oyunları geçtiğimiz günlerde Antares Yayınları’ndan çıktı.
Zaman kavramını odağa alıp, kurmaca bir hikâyeyi türsel geçişlerle harmanlayarak aktaran Gültekin, geçmişin derin denizlerinde salınıyor. Yazılımcı olma ve yazma hali arasındaki farkı, Zaman Oyunları’nı ve bir mefhum olarak zaman kavramı Gültekin ile konuştuk.
Yazarların çoğu geçimini sağladığı, profesyonel olarak uğraş edindiği mesleğinden, bir eser üretmeye karar verdiğinde dolaylı ya da doğrudan etkilenir. Edebiyat tarihi doktorların ya da öğretmenlerin keskin gözlemleriyle ortaya çıkardığı eserleriyle doludur. Yazılım geliştirme uzmanı olmanız, fantazyaya ya da bilim kurguya ilgi duymanıza sebep olmuştur dersek yanılır mıyız?
Aslında öncesinde yazarlık, fantazya ve bilim kurgu vardı. Lise yıllarımdan beri yazan biriyim. Yirmili yaşlarıma kadar iyi kötü bir şeyler karaladım ve yazmaktan hiç kopmadım. Ancak profesyonel yazarlık kariyerim son beş yıllık sürece dayanıyor. Bu arada hayatımı idame ettirebilmek için farklı pozisyonlarda görevler yürüttüm. Alaylı bir yazılımcıyım. PHP dünyasına daldığım günden beri de web programlama asıl mesleğime dönüştü. Bu açıdan bakınca fantazya ve bilim kurgu diğer ilgilerimi tetikledi gibi görünüyor. Roman yazmak da kod yazmak gibi. Kod yazarken bir hata yaptığınızda nasıl sistem hata veriyor ve çalışmıyorsa, romanı da aynı şekilde kurgulamak ve yazmak gerekiyor. Hata yaptığınızda bunun geri dönüşünü okurların tepkileriyle alıyorsunuz. Hikayenin çöküşü gerçekleşiyor ve yeniden inşa etmek veya daha iyisini yazmak zorunda kalıyorsunuz.
“Zaman Oyunları”, türsel bağıntıların ortaklaşa ürettiği bir roman gibi daha çok… Odağa fantazyayı alıyor fakat gerilim, korku ve polisiye gibi türleri de harmanlıyorsunuz. Yola çıkarken, aklınızda bir tür var mıydı, yoksa zamanla mı oluştu bu fikir? Ne dersiniz?
Zaman Oyunları’nı yazmaya başladığımda belli bir türde yazmak gibi bir odağım yoktu. Sadece zamana dair bir şeyler yazmak istiyordum. Zira bu konu çokça zihnimi meşgul etmekteydi. Sonra işin içine fantazya, bilim kurgu, polisiye bir şekilde dahil oldu ve farklı türlerinde lezzetlerini taşıyan bir eser ortaya çıktı.
Romanda diyorsunuz ki, “Yazmak iyidir. Bir zamanlar ben de yazıyordum. Başlarda yalnızlığını örtbas etmek için soyut bir ses yaratıyorsun. Kimsenin haberdar olmadığı hikayeler uyduruyorsun. Ancak, hikayeler anlatılmak, okunmak isterler.” Sanatın, alıcısı ile olan sorunlu ilişkisi, insanlığın ilk zamanlarından beri sürüyor. Siz, karakterinize söylettiğiniz düşünceler ışığında, kitabın yazarı olarak ne düşünüyorsunuz? Sanat, alıcısına muhtaç mıdır?
Sanat, insanın hayattaki zorluklara, hüzünlere, acılara, mutluluklara dahil olma aracıdır. Hayatın bir aynasıdır. Dolayısıyla üretenle tüketen arasında da tıpkı bir suretin aynadaki yansıması gibi karşılıklı bir ilişki vardır. Bu anlamda sanatın alıcısına muhtaç olduğunu düşünüyorum. Herkes birileri okusun, izlesin, görsün diye üretir ve eserlerinin ulaşacağı alıcıları merakla bekler. Kimse kendisi için yazmaz. Bu insanın doğasına aykırı. Sanat yalnızlığı sevmez. Yanlış hatırlamıyorsam Necdet Şen “Nereye?” isimli kitabında şöyle bir tespitte bulunmuştu: Yazmak, bir imdat mesajını şişeye koyup denize atmak gibidir. Dalgalar bu mesajı nereye götürür, onu kim bulur, bilemezsin. Aradığımız okur yanımızdakiler değil daima o uzaktaki bilinmeyen okurdur… Buna benzer bir şeydi. Altına imzamı atıyorum…
Kavramsal olarak bakıldığında zaman mefhumu insanlığın en önemli sorunlarından birini teşkil ediyor, diyebiliriz. Zira doğaya, canlıya binyıllardır egemen olmaya çalışan insan, bir tek zamanı kontrol edemiyor. Siz çalışmanızda işin kurgusal yanını bir yana bırakırsak, felsefi bağlamda da zaman kavramını masaya yatırıyorsunuz. Kadim Gültekin, bir insan olarak zaman kavramını nasıl yorumluyor?
Zaman ciddi anlamda zihnimi meşgul eden bir konu. İnsanın elinden hızla kayan ve buna asla engel olamadığı, onu her an tüketen, sona yaklaştıran bir şey. Zamanın bir bütün olduğuna inanıyorum. Geçmiş, şimdi, gelecek aynı anda yaşanıyor ve muazzam bir döngü yaratıyor. Biz sadece içinde bulunduğumuz konum itibariyle zamanı algılıyoruz. Zaman Oyunları’nda da bahsini etmiştim: …Evren bir senfoni ve evrenin tüm fizik kanunları da bu süper sicimlerin/tellerin bir uyumudur… Zaman da bu senfoninin bir parçası. Belki bu nedenle zaman üzerine yazmayı planladığım ikinci kitabın adı “Zaman Senfonisi” olacak…
Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Hayatımıza bir bebek girince haliyle büyük bir koşturmacanın içinde bulduk kendimizi. Günlerim yoğun iş temposu ve ev-aile arasında geçiyor. İşlerimin yoğunluğu eşim ve oğluma ayırmam gereken zamandan kısmama neden oluyor ve iki yıldır çok az yazabiliyorum. Halihazırda kadın cinayetlerini temel alan bir polisiye roman üzerinde çalışıyorum. İlk taslağı bitti. Ancak nihai halini alması bir-iki yılı bulacak gibi görünüyor.