31 Ağustos 2020 01:30

Bize kendi evimizde tecavüz ediyorlar…

Neresinden tutsak olmuyor. Adaletin evinden yükselen yanık kokuları bitmek bilmiyor. Batman’da bir kızımıza tecavüz ederek intiharına neden olan ve vatanı, güvenliği, asayişi, orduyu emanet ettiğimiz bir uzman çavuş, kaçma tehlikesi bulunmadığı gerekçesiyle kısa bir tutukluluktan sonra serbest bırakılıyor…

Yani bir ülkenin tecavüze yeltenmiş, hatta tecavüzü gerçekleştirmiş bir devlet görevlisi, devlet eliyle sokağa salınıyor. Kaçma şüphesi yok diye. Böylesine ödüllendirilen bir adalet mekanizmasıyla başka başka tecavüz şüphesini de omzuna yüklenerek apoletli bir ordu mensubu rahat rahat aramızda dolaşıyor…

O soğuk, o taşlaşmış apolet bile titriyor bu olanlar karşısında. Ama adaletin derisi nicedir kalın bir nasırla kaplanmış duymuyor, vicdan denen inceliği…

Şiddet ve tecavüz mağduru listesi upuzun ülkenin. Adına adalet denen garabetin de kara sayfaları… Daha dün adil yargılanmak istemiyle ölüm orucu yapan avukatlardan Ebru Timtik yaşamını adil bir mahkemede yargılanamadan bitirdi. Şiddet adaletsizlikle beslenerek destekleniyor. Yaşamlar bu adaletsizlik mekanizmasının kanlı ve karanlık elleriyle karartılıyor.

Her gün şiddet, tecavüz, saldırı, tehdit olaylarıyla süslenen gazete ve televizyon bataklığında içimiz yanıyor. Bir çaresizlik avlusunda nefes nefese kalıyoruz. Adaletin evinde her şey sakin ve olağan ilerliyor ama. Suçluların sırtı gizlice pohpohlanıp sessizce bırakılıyor.

Oranın müdavimleri, kendi iç yasaları ve devletin sınırsız-sorumsuz ilkelerini ardıllayarak-sığınarak, hoyratça suçluları sokağa salıyor. Az oldu, daha büyük işlerle gelin karşımıza dercesine…

Adalet neresinden tutsak elimizde kalıyor. Toplum yaşamımızı ahlak düzeyinde ortak bir yaşamın mayasında tutabilecek nelerimiz varsa yetkili-sorumlu devlet kurumları eşliğinde piyasaya sunuluyor. Bakmakla sorumlu olan bakanlar ve müdürler, hiçbir kamu yararı gözetmeden baktıkları şeyleri talan ediyorlar. Tüm değerlerimiz, kaynaklarımız ve potansiyellerimiz üzerinde acımasızca zıplıyorlar ve her daim aşağılarda ezilen, acıyan, üzülen bizler oluyoruz; emeğiyle yaşam mücadelesi verenler oluyor.

Tecavüzün, şiddetin, saldırganlığın giderek olağanlaştırıldığı, güvenlik ve yargı mercilerinin politize edilip kadrolaştırıldığı, ülkemize ve topluma ait olan bütün kaynakların acımasız bir şekilde talan edildiği bir avluda ne toplum güvenliğinden ne yargının adaletinden ne de haktan hukuktan söz edilebiliyoruz. Suçlama hazır; fetöcü, bölücü, terörist…

Cezaevlerinde suç makinesi haline gelmiş ne kadar şiddet sevici, mafya, tecavüzcü, dolandırıcı, hırsız varsa salıverilirken aydın, yazar, sanatçı, düşünce suçlusu, politikacı tutsaklar için adaletin evi acımasızca duvarlarını daha da kalınlaştırıyor. Yaşamları karartıyor. İyiliğin üzerini kalın betonlarla dolduruyorlar.

Okuyan, üreten, düşünen aydın ve ilericiler, toplumu örgütlemek, bilinçlendirmek, sendikalaştırmak için çaba sarf eden emekçiler işsiz, sevgisiz, yurtsuz, özgürlüksüz bırakılırken orda buruda tehdit diliyle konuşan, şiddetle beslenen ne kadar ağzı salyalı güruh varsa cilalanıp parlatılıyor. Onlarla iş yapılıyor. Onlara devlet işleri yaptırılıyor. Kredilere boğduruluyor…

Sürekli pohpohlanan bu güruhun sicili karanlık geçmişiyle ortalık yerde rahatça dolaşmasının bedelini toplumda nicedir emekçiler ödüyor.

Bu kaos ortamında sırtımızı dayayabileceğimiz, güvenebileceğimiz, inanabileceğimiz ve havasına, taşına, toprağına kurban olabileceğimiz devleti arıyoruz. Bizim olan, bize hizmet edecek olan, bizim için var olan devletimizi…

Tecavüz edilip intihara yönelmeyeceğimiz, adalet ve özgürlük için ölüm oruçlarına yatmayacağımız, şiddete uğrayıp her gün bir acının gövdesi olmayacağımız, itilip kakılmayacağımı, tecavüz edenin iyi halle ve kaçma şüphesi yok diye ödüllendirilmeyeceği, şiddete başvuranın adalet denen mekanizmadan destek görmediği…

Kime sığınmalıyız söylemiyor kimse.

Her şey büsbütün parçalandı. Karanlığın yasaları işliyor. Resmi görevliler suç işlenirken ortalıkta görünmüyorlar. Acı çekerken, parmak sallarken, borç faturaları gönderirken, vatandaşları cezalara boğarken, tehditler savururken her an dibimizdeler ama. Her an bizleri gözetliyorlar…

Kime sığınmalıyız söylemiyor inandıklarımız. Merhametsizliğin taçlandığı, yoksulluğun her evin baş köşesine oturduğu, emeğiyle kazanarak yaşamanın neredeyse onursuzluk mertebesine yükseldiği bir ülkenin yurttaşı olmak… Bu yükü taşımak artık hiç de kolay değil.

Kime dayanmalıyız?

Yurttaşına karşı sorumlu olsun diye gönderdiğimiz politikadan adamların ortalığa saçılmış kartvizitleriyle ülkemizin her köşesi acımasızca talan edilip kirlettirilirken bizler neye inanabiliriz artık…

Eşit, özgür, adil tecavüzsüz ve sömürüsüz bir yaşamdan başka beklentisi olmayan insanlığın evi nicedir tecavüze uğruyor…

Kuşku yok ki kendi ellerimizle kuracağımız güzel ve ahlaklı bir yaşamdan başka seçenek bırakmıyorlar tüm dünyadaki devlet yetkilileri.

Evrensel'i Takip Et