01 Eylül 2020 00:04

“Sellerin nedeni değişebilir ama taşkınlar yüzde 100 insan kökenlidir”

Türkiye ormancılığı konusunda önemli çalışmalara imza atan Doç. Dr. Yücel Çağlar'la sel ve taşkın konusundaki kavram kargaşasını konuştuk.

Fotoğraf: Tuğba Yardımcı/AA

Paylaş

Giresun’da yaşanan sel ve can kayıplarına neden olan taşkın bir kez daha dikkatleri çarpık yapılaşmaya ve HES’lere çekti. Sel ve taşkın gibi kavramların kullanımında bile hata yapıldığını vurgulayan Yücel Çağlar, “Ülkemizin her yanında seller olabilir; oluyor da zaten. Ancak her yerde taşkın olmuyor. Taşkınlar yüzde 100 insan kökenlidir” dedi. Türkiye ormancılığı konusunda önemli çalışmalara imza atan Doç. Dr. Yücel Çağlar sorularımızı yanıtladı.

Seller, toprak kaymaları ve taşkınların nedeni konusunda ne söyleyebilirsiniz. Neden karşılaşıyoruz bu felaketlerle?

Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu toplumlarda doğal varlıklara mal olarak yaklaşıldığı bilinen bir gerçek. Ne denli saklasalar da bu gerçeği yaşamın her yanında gözlemlemek olanaklı. Doğru tartışmanın birincil koşulu, bu gerçeğin göz önünde bulundurulmasıdır.

Her toplumsal sınıf ve kesim, dolayısıyla da her canlı varlık kendi kısa ve uzun dönemli çıkarlarının gerektiğince göz önünde bulunduruyor bu gerçeği. İnsanların bilinen üstünlükleri, bu koşulların bilgisine ve bilincine varma, gerektiğinde ve olanakları olduğunda bu koşulları kısmen ya da tümüyle değiştirebilme yeteneğine sahip olmasıdır. Sellerin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde daha çok ve yıkıcı biçimde yaşanmasının nedeni, kısmen bu bilgi ve bilince sahip olmamanın ama daha çok da ekonomik, siyasal çıkarların ağır basmasıdır. Biliyorsunuz, büyük düşünürün söylediği gibi, “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser!” Sorun bu denli açık.

Öte yandan, söz konusu tartışmaların doğru temellerde yürütülebilmesinin koşullarından biri de doğal süreçlerin, ortam ve varlıkların bir özne olarak görülmemesi. Doğal süreçler ve varlıklar, insanların yaptığı kötülüklere karşı fırsat bulduğunda intikam alabilen özneler değildir. Her doğal süreç, ortam ve varlığın kendi oluşum ve değişim-dönüşüm koşulları vardır. Dolayısıyla doğru bir tartışma, bu koşulları hangi sınıfların daha çok ihlal etme eğilimi olduğunu, hangi türden siyasal iktidarların onlara bu olanakları sağladığını sorgulamayı gerektirir.

Neyi tartışmak gerektiğini de bilmek gerekiyor; selleri mi taşkınları mı? İkisinin arasındaki ayrımı bilmek lazım.

Nedir sellerle taşkınlar arasındaki fark? Her sel taşkına neden olmaz mı?

Seller, sağanak yağışlar ya da ani kar ve buz erimelerinin oluşturduğu suların yamaçlardan aşağı çoğalarak, hızla inmesidir. Taşkınlar ise arazilerin akarsu ya da çok miktarda yağmur vb. diğer nedenlerle oluşan su kütlelerinin baskınına uğramasıdır. İkisinin hem nedenleri hem de sonuçları farklıdır.

"ÜLKENİN HER YERİNDE SEL OLUYOR AMA HER YERDE TAŞKIN OLMUYOR"

Peki, sellerin alçak yerlerdeki "betonlaşmadan" ve küresel iklim değişikliğinden kaynaklandığı iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Sapla samanın karıştırıldığını düşünüyorum. Doğu Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere ülkemizin her yanında seller olabilir; oluyor da zaten. Ancak her yerde taşkın olmuyor. Seller, temelde üst havzalarda yağışların olağan dışı miktarlarda ve kısa süreler içinde yağması, arazi yapısı ve yanlış kullanım biçimi, bitki örtüsünün yokluğu ve niteliği, derelerin iyileştirilmesi çalışmalarının gerektiğince yapılmaması ve yapılaşma yoğunluğunun yüksek ve biçimlerinin de yanlış olması gibi nedenlerle oluşur.

Son zamanlarda, daha çok topu taca atmak için öne sürülen bir neden de iklim değişikliği. İklim değişikliğinin varlığına dair savlarına katılıyorum kuşkusuz ama sellerin oluşumundaki etkisini bilmiyorum. Ancak şunu çok iyi biliyorum: Örneğin, meslektaşlarım Tokat’ta Behzet Deresi’nin, Pozantı’daki Çakıt Çayı’nın üst havzalarında aldıkları önlemlerle selleri önleyebildiler.

Taşkınlar ise, tümüyle insan kökenlidir: Selleri en aza indirme çabalarına ağırlık ve öncelik vermeyen insanların yanlış arazi kullanımı, yoğun yapılaşması, alt yapı yetersizlikleri, niteliksizlikleri ve bakımsızlıkları ile yönetsel yetersizlikler gibi eylemleri her yıl bu tür yıkımların yaşanmasını kaçınılmaz kılıyor.

Dolayısıyla, baş sorumlu öncelikle siyasal iktidarlardır. Özellikle üst havzalarda gerekli çalışmaları gerektiğince yapmıyorlar. Sonra yerel yönetimler ile valilikler geliyor. Yanlış yerleşmelere çoğunlukla göz yumuyorlar çünkü.

Bölgede denizden 0-700 metre yükseltilerde ormanların yok edilmesinin sellere ve taşkınlara etkisi nedir? 

Ülkemizde ormansızlaşmanın yaşandığı bölgelerin başında, sanıldığının aksine, Karadeniz gelir. Karadeniz Bölgesi’nin yeşilliği aldatıcıdır; ben onu “suluboya yeşili” olarak nitelendiriyorum. Özellikle 700 metre kadar yükseklerde orman ekosistemleri çoğunlukla başta çay, fındık, mısır olmak üzere tarım alanlarına dönüştürüldü. Bu bölgede orman kadastrosu bile henüz bitirilmedi, daha doğrusu bitirilemedi. Dolayısıyla, orman ekosistemleri söz konusu olduğunda kimin eli kimin cebinde belirsiz. Yöre halkı, “kendinin” bellediği orman ekosisteminden çoğunlukla istediği gibi yararlanıyor.

"YAPILAŞMA SÖZÜM ONA DENETLENİYOR!"

Bölgedeki köylerde, mahallelerde yapılaşmaları kim denetliyor?

Kim olacak, bir ben denetlemiyorum; hemen hemen herkes -sözüm ona- denetliyor! Şaka bir yana, doğaldır ki, her türlü yetkiye sahip olan Cumhurbaşkanlığı, en başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olmak üzere, İçişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Tarım ve Orman, Turizm Bakanlıkları ile yerel birimleri, valiler, kaymakamlar, muhtarlar ve jandarma denetliyor olmalı.

Öte yandan, bölgedeki çevre ve doğa korumacısı gönüllü kişi ve kuruluşlar yanlış yapılaşmaların olmaması için cansiperane savaşımlar veriyor. Ancak, onların bu özverili çabaları, “çevrecilerin” karşı çıkması olarak nitelendirilip bir bakıma küçümseniyor. Sözgelimi, Kaymakama; “Sen kimsin, ben halkım halk!” diyen sevgili Hava Ana gibileri bile akıllarını başlarını toplamalarına yetmiyor.

"BÖYLE GİDERSE KARADENİZLİLER İÇME SUYU GEREKSİNMESİNİ YABANCI TEKELLERİN PAKETLENMİŞ SULARINI SATIN ALACAK"

Peki, bölgedeki HES’lerin sellere etkisi nedir? 

En son Giresun Dereli’de yaşanan yıkımlar bu gerçeği bir kez daha acı biçimde ortaya koydu. HES’ler, sellerin, bakın yine uyarıyorum taşkınların değil, yıkıcılığını daha da artırdı.

Karadeniz Bölgesi’nin HES’lendirilmesinde, bölgenin doğal taşıma kapasitesi çoktan aşıldı. Başta siyasal iktidar olmak üzere kolay kazanç peşindeki yandaş HES’çilerin bu gerçeğin umurlarında olmasını beklemek olmayacak duaya amin demektir. Hiçbir zaman umurlarında olmadı, bundan sonra da olmayacak. Bu gerçek artık görülmelidir. Halkımızın, özellikle de Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki halkımızın giderek büyüyen bir çoğunluğu derelere dizgin vurulamayacağını çoktan öğrendi. Çok açık olarak söylüyorum, böyle giderse, yani Doğu Karadeniz Bölgesi bir “HESistan”a dönüştürülürse, Karadenizliler içme suyu gereksinmesini yabancı tekellerin paketlenmiş sularını satın alarak karşılayabilecektir.

Yaylaların yapılaşmaya açılmasının sonuçları neler?

Tek sözcükle, bölge halkının yaşadıklarıdır. Çoğu kişi farkında değil. Yaylalar yüzlerce yıldır yapılagelen geleneksel yararlanmalar nedeniyle özgün yapısal özelliklere sahip son derece duyarlı ekosistemlerdir. Çoğunluğu doğal bitki kuşağının bittiği yüksekliklerde başlar. Doğal taşıma kapasitesini aşan, geleneksel dışı yaşama biçimleri, bu özgün yapısal özellikleri çok kısa süreler içinde değiştiriyor. Açıktır ki, bu değişim, olumlu yönde olmuyor. Ne yazık ki, ulaşım olanaklarının artmasına koşut olarak yükselen “doğa aşkı”, yayla yaşantılarına artık yeni boyutlar kazandırdı. Bu yaşantılar, yayla ekosistemlerinin doğasıyla bağdaşmaz, yaylaları yayla olmaktan çıkarır. Örneğin yoğun, çok katlı ve doğayla yalnızca görsel olarak değil ekolojik olarak da uyumlu olmayan yapılaşmalar, nüfus, yollar, motorlu taşıt trafiği ve bunlara bağlı olarak her türlü kirlenme, özellikle de bitişiğindeki özgün yapısal özelliklere ve işlevlere sahip yüksek dağ ekosistemlerinin, dolayısıyla da biyolojik çeşitliliğin azalması gibi etkenlerle karşı karşıyayız.

Bu olumsuzlukları daha da artırıp çeşitlendirecek “Yeşil Yol” gibi, ekolojik ve teknik olarak ahmaklık sayılabilecek ÇED’siz projeler, yaşananlara tüy dikmekten öte bir anlam taşımıyor. Sellerin, aman dikkat, taşkınların değil, oluşumunu tetikliyorlar.

CENGİZ BEKTAŞ: "DOĞAYA UYUMLU MİMARLIK"

Bölgede doğru yapılaşma nasıl olmalı?

Kısa süre önce yitirdiğimiz Mimar, Ozan Cengiz Bektaş’ın -sevgi ve saygıyla anıyorum- dilinden düşürmediği ifadeyle söylersem; bölgede yapılaşma, “doğaya uyumlu mimarlık” yaklaşımı temel alınarak yapılmalıydı. Doğal taşıma kapasitesinin üzerine çıkılmamalıydı, dereler tutsak edilmemeliydi vs. vs. vs. Ne yazık ki, artık çok geç. Yine de yapılabilecekler olduğunu düşünüyorum. Sözgelimi, seller ve taşkınların önlenmesine yönelik önlemlerin birbirinden farklı olduğu ama hem yersel hem de işlevsel olarak birbirinden ayrılmaması gerektiği bilince çıkarılmalıdır. Bu bilinçle, arazi kullanımı, ormancılık, bitkisel üretim ve hayvancılık, yerleşme, alt ve üst yapıların yapımı ve bakımı, planlamaları bütünsel ve demokratik bir yaklaşımla yapılmalıdır. Bu gereklerin yerine getirilmesi için gerekli bilgi ve deneyime sahibiz. Sahip olmadığımız şey ise, böylesi planların uygulanması için siyasal iradenin varlığı. Dolayısıyla, sorunun köklü çözümünün önünde sonunda demokratik siyasallaşamadan geçtiğini düşünüyorum. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Kronik hastalık raporu görmezden gelindi; temizlik işçisi ölüme gönderildi

SONRAKİ HABER

2020’nin ikinci çeyreğinde Türkiye ekonomisi yüzde 9,9 daraldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa