İşçi kadınlar ‘Ölmek istemiyoruz’ diyor
Esenyurt'ta çeşitli iş kollarında çalışan işçilerle AKP İktidarının İstanbul Sözleşmesi'ni hedef almasını konuştuk.
Fotoğraf: Evrensel
Berivan BALKAY
İstanbul
Resmi verilere göre öldürülen kadın sayısı üç haneli sayılara ulaşmışken, cinayetler ancak IŞİD’vari yöntemlerle işlendiğinde gündem olabiliyorken, tanıdık tanımadık bir erkek tarafından tacize, tecavüze, şiddete maruz kalmak olağan bir durum haline gelmişken bugün en çok konuştuğumuz şeylerden biri haline geldi evimize sağ salim dönebilmek… Ama yine de tacize, tecavüze uğramadan, dövülmeden, sövülmeden, sömürülmeden yaşamanın tek koşulunun mücadele etmek olduğunu biliyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik tartışmaları konuşmak, şiddete karşı kadınların öfkesini ve taleplerini öğrenmek ve paylaşmak için Esenyurt’ta tekstil, gıda ve metal sektöründe çalışan kadın işçilerle buluşmalar yaptık. Hava güzel, akşam üstü efil efil esiyor diye kimi zaman parkta buluşuyoruz, kimi zaman iş çıkışlarında kafede. Pandemiye rağmen evine davet edeni de var. Parktaysak seriyoruz örtümüzü, dolduruyoruz çayları termostan, başlıyoruz sohbete. Kafedeysek de birer kahve! “Şu İstanbul Sözleşmesi tam ne ki ya?”, “Bir tane sözleşme varmış, içeriğini tam bilmiyorum ama kadınlar eylem filan yapıyor onun için…”, “Kadınları daha fazla öldürmeye başladılar sanki, bunu durduracak bir yasa yok mu gerçekten?” gibi sorularla derinleşiyor muhabbet.
Aralarında şiddet görüp karakola gideni de var, “Kocam bana hiç vurmadı, Allah var şimdi” diyeni de… Başta çekinceli davrananlar sohbetimiz biraz derinleştiğinde açılmaya başlıyor, yüzlerindeki ifadeler değişiyor. Geçmişte ya da tam da o gün babalarından, ağabeylerinden, kardeşlerinden, eşlerinden, patronlarından, ustabaşlarından gördükleri şiddeti hatırlıyor gibiler. Uzun uzun konuştuktan, şiddetin yalnızca fiziksel şiddet olmadığını pek çok örnekle tartıştıktan sonra “E ben sabahtan akşama kadar çalışıyorum, yoruldum deyince de ‘Ne yaptın ki’ diye azar işitiyorum, bu şiddet değil mi?” diye soruyor içlerinden biri. Başlar ve sözler onaylıyor bunun şiddet olduğunu. Aralarında “çaresizlik” duygusunu atamayanlar da var elbette. Yaşamını ev ile iş arasına sıkışmış gibi hisseden, her gün okuduğu, duyduğu şiddet, adaletsizlik, haksızlık haberlerini artık içi kaldırmadığı için bakmadan geçen, “Biz ne yapabiliriz ki” diyen… Ama sonra kadınlar konuştukça tuzla buz oluyor o çaresizlik hissi. “Üç kişi de olsak, beş kişi de olsak bir araya geldiğimizde değiştiririz” diyenin olması umut veriyor. Örnekler biriktikçe, “Aaaa ben de aynı bunun gibi bir şey yaşamıştım” cümleleri birbirini tamamladıkça, mesele “esasa” geliyor: Peki tüm bu şiddete karşı ne yapacağız?
Aralarından biri üye olduğu köy derneğindeki kadınları arıyor tek tek, “Bu bilgileri dernekteki kadınlarla da paylaşmak lazım” diyerek. “Akşam bir çay koy da sana geleceğim” diyerek konuştuklarımızı paylaşmak için komşusunu arıyor bir diğeri. “Böyle bir buluşmayı bizim vardiyadaki diğer kızlarla da ayarlayayım” diyor öbürü. “Ne yapacağız” sorusuna ilk elden “Bildiğimizi paylaşmalıyız, daha çok kadına ulaşmalıyız” diye verilen cevap hiç beklemeden somut adım atmaya götürüyor kadınları.
Pek çok plan yapıyoruz; her bir kadının çevresindeki kadınları bir araya getireceği, adeta bir zincirin halkaları gibi birbirine eklene eklene büyüyecek bir birliktelik için planlar yapıyoruz. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırı planlarını kapalı kapılar ardında sürdürdüğünü biliyoruz, kadınlar olarak “Haklarımızdan ve hayatımızdan vazgeçmeyeceğiz, İstanbul Sözleşmesi’nin tek bir maddesine bir dokundurmayacağız” demek için çalmadık kapı bırakmayacağız!
Bugün fabrika önlerinde, işyerlerinde bildirilerle, broşürlerle seslendiğimiz, sabah servis beklerken iki kelam ettiğimiz, iş çıkışında buluşup ne yapacağımızı birlikte tartıştığımız işçi kadınlar, kadınların hak mücadelelerinin en önemli öznelerinden biri. İşçi kadınların tartışmalarını, fikir ve önerilerini, mücadelelerini daha çok ortaya sermek için daha çok yazmaya ihtiyacımız var.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BROŞÜRÜNÜ ‘İSTEMEM’ DİYEN YOK
İstanbul Sözleşmesi’ne dair broşürümüzü dağıtmak için elektrik, elektronik malzemeler üretimi yapan bir fabrikanın mesai bitiminde fabrika önündeyiz. İşçilerin kimisi günün yorgunluğuyla elini kolunu zor kaldırıyor, kimisinin gözünden uyku akıyor, kimisi dalgın, kimisi acele içinde servise koşuyor… Kadınlar ilgili, durup sohbet etmeye çok olanak olmasa da-malum, eve yetişme, servisi kaçırmama, patrona görünmeme korkusu- bir cümleyle, bir bakışla, bir teşekkürle gösteriyor tepkisini kadın işçiler. “Bitsin bu şiddet, elleri kırılsın bu şiddeti yapanın da, cezasını vermeyenin de” diyor mesela. “Aldım ben bunu evde okurum” diyor diğeri. Kimisi alelacele sokuşturuyor çantasına broşürü. Ama hiç “İstemem, verme” diyen yok.
TEKSTİL İŞÇİSİ KADINLAR: NE YAPMAMIZ GEREKİYORSA YAPALIM!
Tekstilde çalışan kadınlarla İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıları konuşmak ve birlikte neler yapabileceğimizi tartışmak için buluşuyoruz. Sosyal medyada İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için yaptıkları paylaşımları gösteriyorlar. Bu paylaşımların “politik paylaşımlar” olduğunun gayet farkındalar. Kadın cinayetlerinin ve hükümetin kadın düşmanlığının politik olduğunun farkındalar çünkü. Yaptıkları bu paylaşımların çevrelerindeki insanlar tarafından da olumlu karşılanmasından çok memnunlar. “Sağcısı solcusu hepsi de karşı kadınların haklarının yok edilmesine” diyor biri. Bu “çokluk” hissinin ona iyi geldiğini, birbirinden farklı düşüncelere sahip işçilerin ortak noktalarını bulup, ortak bir tepki ortaya koymalarını sağlamanın çok önemli olduğunu düşündüğünü aktarıyor. Aralarında en genç olanlardan biri adeta isyan ediyor sohbetin bir yerinde. “Ne yapmamız gerekiyorsa yapalım artık, ben ölmek istemiyorum. İsmimi yazıp, fotoğrafım paylaşılsın istemiyorum. Ben burada hep birlikte çay içmek, dertleşmek istiyorum” diyor.