02 Eylül 2020 02:00

Felsefe eğitimini ve dünyayı değiştirmek

Felsefe eğitimi sadece hayatı anlamada yol gösterici olmamalı bunun ötesinde değiştirici ve dönüştürücü etkisini de göstermeli.

Pixabay

Paylaş

Deniz SÖNMEZ

ODTÜ

Biz, ODTÜ Felsefe Bölümü 4. sınıf öğrencisi dört arkadaş görüntülü konuşarak bir araya geldik ve tercih sonuçları da açıklanmış iken aramıza yeni katılacak olan, bölümümüzü merak eden arkadaşlar da kendi aramızda neleri konuştuğumuzu ilk elden görsün diye, bu konuşmamızı Genç Hayat’a yazmanın iyi olabileceğini düşündüm.

TARİHSEL BAĞLAMDAN KOPUK BİR EĞİTİM

Bana göre, ders işlerken filozofların düşüncelerini veya başka filozofları nasıl eleştirdikleri, onlardan nasıl etkilendiklerinin haricinde; bir bireyin ve onun düşüncelerinin, yaşadığı toplum ve dünya içinde şekillendiğini unutmamamız gerek. “Ne olmuş da bu düşünür bu fikirlere ulaşmış” sorusunun cevabının iyi bir toplum ve dönem analizinden geçtiğini ve bölümümüzün bu açıdan tarihsellik bağlamından biraz kopuk olduğunu düşünüyorum. Bu eleştirim bölümün tamamına olmasa da çoğu ders için geçerli.

FELSEFE ÇOK YÖNLÜ BİR ALAN

Arkadaşlarım ile de bunları paylaştığımda ise Baran, bunlara biraz olsun değindiğimizi ama yeterli olmadığını söyledi. Miray ise bölümün küçük bir pencere açtığını düşünüyor, “ODTÜ teknik bir üniversite olduğu için bizim bölüm bilim felsefesi temelli. Senin de dediğin gibi tarihsellikten kopuk, kronolojik bir izlence geliyor önümüze. Bir filozofu işliyoruz ve bitiyor, dış etkenlere hiç değinmiyoruz.” Beyza ise seçmeli derslerin fazlalığına dikkat çekip zorunlu derslerin arttırılabileceğine değindi. Bunun üzerine Miray seçmeli derslerin bilim felsefesi ağırlıklı olduğundan bahsetti. Kendisinin daha çok varoluşçu felsefe, bilgi felsefesi ve estetiğe ilgili olduğunu ama bu üç ana başlık için sadece üç hoca olduğunu, yetersiz kalındığını belirtti. Beyza, felsefenin çok yönlülüğüne dikkat çekerek “Aslında zorunlu matematik ve fizik dersleri olmalıydı. Felsefe çok yönlü bir alan, ki neredeyse bütün filozoflar salt felsefe ile ilgilenmemiş.  Felsefenin yanında matematik ve fizik bilmek, diğer doğa bilimlerini ve sosyal bilimleri öğrenmek ‘şeylerin doğası’nı anlamakta bize bir araç olabilir. Mesela matematik bilsen sayıların doğasını sorgularken yöntemi bilirsin. Fizik bilsen evrenin doğasını anlamakta en azından doğruluğundan daha emin olduğun adımlar atabilirsin” dedi.

DİYALEKTİĞİN TARTIŞILMADIĞI BİR BÖLÜM

Bu noktada ben de kendimce bir eleştiride bulundum: “Yahu arkadaşlar, diyalektiğin tartıştırılmadığı bir felsefe bölümünde okuyoruz, sizce de garip değil mi?​” Baran’a göre diyalektik üzerinden incelemek ve tartışmak diyalektiğe hakimiyeti gerektiriyor ama diyalektik mevzubahis olduğunda işin içine her şey giriyor, bunun için de yeterli zaman yok. Baran, “Diyalektik dediğin bir tür içsel ilişkiler felsefesi. Her şeyin iç içe olduğu, birbirinden etkilendiği ve her şeyin sürekli devindiği bir dünyayı anlatıyor bize. Bu perspektiften düşünce sistemlerini değerlendirmek zor ve sık sık hatalı yapılan bir iş” dediğinde ise ben de zaten dünyanın tam olarak böyle bir yer olduğunu söyledim. Dünyayı ve içinde yaşadığımız toplumu anlamak istiyorsak diyalektik tartışmalarına ihtiyacımız var gibi duruyor. Sadece filozofları işlemek bir tarih dersinden hallice, “bunu söylemiş, şuna şöyle demiş, her şey olmuş bitmiş” demekten öteye gidemiyor ve yaşadığımız hayata bir noktada dokunmuyor.

Amfiden çıktığımızda o ders amfide kalıyor, en basit haliyle yaşantımıza dokunmuyor gibi hissediyorum. Bunları arkadaşlarımla paylaştığımda ise Miray bana çok katılmadı. “Felsefe benim hayatıma dokunuyor. Hayatımıza dokunmalı mı veya ne ölçüde etkilemeli bilmiyorum ama diyalektik konusunda haklısın. Gördüğümüz kronolojik çizgide bir bütünlük göremiyorum, kafamda çok boşluk var” dedi. Bu duruma kendimizce bir çözüm önerisi aradığımızda ise Baran, “Bence doğrudan diyalektik üzerine bir ders olmalı. Dünyada her gün yeni şeyler oluyor, diyalektik insanın bu olanlara karşı kazandığı bir bakış açısı olmalı. Belki her yeni olayda biri gelip değerlendiremez ama biz yapabilmeliyiz” dedi ve hepimiz bu fikirde ortaklaştık. Ayrıca Baran, akademide burjuvazinin düşüncesinin hakim olduğunu ve birçok insanın Marksist öğretiye dair şeylerin imkansız ve/ya yanlış olarak değerlendirdiğini de ekledi. “Kime sorsan sosyalizm iyi ama imkansız diyor. ‘Neden’ diyorsun, cevap yok. Verilen cevaplar tutarlı değil” diyen Baran, bölümümüzde Marx felsefesi dersinin de olduğunu ama bu alana yönelik daha çok dersin açılması gerektiğini de belirtti. Bunlara karşın hepimizin ortak paydada buluştuğu nokta ise bölüm hocalarımızın yetkinliği, bize olan katkıları oldu. Bölüme yönelik eleştirilerimizde belki haklıyız, belki de henüz fark edemediğimiz şeyler var. Bugün disiplini dahi artı ve eksi yönleriyle değerlendirebilmemizde elbette ki bölümümüzün ve hocalarımızın katkısı çok büyük.

Biz dört arkadaş böyle oturduk, konuştuk. Sonuç olarak bana kalırsa felsefe hayatın en içinden gelen bir disiplin. Sosyal bilimlerin ve doğa bilimlerinin kaynağı. Fakat, hayatın bu kadar içinden gelen, direkt hayatı sorgulayan bir alanın akademide de hayata dokunması açısından eksik buluyorum. Sadece bir şeyleri anlamamıza yol göstermesini değil, aynı zamanda felsefenin değiştirici ve dönüştürücü etkisine de şahit olması gerektiğini düşünüyorum. Çeşitli dönemlerin yanı sıra günümüzü de anlamaya çalışmanın, toplumsal olaylara ve olgulara daha çok değinmenin gerektiğini düşünüyorum. Marx’ın da dediği gibi “Filozoflar dünyayı yalnızca yorumlamışlardır, oysa sorun onu değiştirmektir”.*

 

* Marx, K. 11. Tez., Feuerbach Üzerine Tezler.

ÖNCEKİ HABER

Belirsizliklerle vals

SONRAKİ HABER

Kitlesi sokak olan müzisyenler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa