02 Eylül 2020 02:00

Topyekûn saldırılara birlikte mücadele!

Pandemi süreciyle birlikte gençliğin bu süreçte yaşadıklarını, taleplerini ve gelecekteki mücadele olanaklarını Emek Gençliği Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ekin Yoldaş Kalı’yla konuştuk.

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

MSGSÜ

Pandemi süreciyle birlikte gençliğin bu süreçte yaşadıklarını, taleplerini ve gelecekteki mücadele olanaklarını Emek Gençliği Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ekin Yoldaş Kalı’yla konuştuk.

“YENİ NORMAL ESKİ DÜZENİN VAHŞİLEŞMESİ”

Toplamda 3-4 aylık bir karantina süreci yaşandı. Bugün de yeni bir normalleşme süreci yaşıyoruz. Geçtiğimiz bu süreç bugün açısından bizlere neler gösterdi?

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak deniyor. Elbette hiçbir an bir diğerinin aynısı olmayacak, geçmiş yeniyi aynı şekilde takip etmeyecektir. Bu yüzden pandemi ve devamındaki sürecin aynı şekilde ilerlemesini beklememeliyiz. Ekstra ekonomik yük olan hijyen malzemeleri, maske ücretsiz olarak sağlanmıyor. Ancak salgınla mücadele için açılan 100 milyar TL’lik fonun %98’i tekelci ve işbirlikçi burjuvaziye giderken %2’si halka gidiyor. Bugün halkın bütün kesimlerinin salgına karşı bilinçlendirilmesi, emeğiyle hayatını kazanan her kesime ücretli iznin verilmesi, halkın geniş kesimlerine ücretsiz ve yaygın test yapılması gibi hayati adımları atmayı tercih etmeyen Erdoğan iktidarı, salgının yayılmasına neden oluyor. Burada önemli olan, hükümetin hiçbir sorumluluk almamasının, salgının yükünü bireysel ölçekli önlemlerle halka yıkmasının iktidarın sınıfsal konumuna işaret ettiğini görmek. AKP-Erdoğan iktidarı kendisinin de bir parçası olduğu sermayedarlara hizmet ediyor, halka değil. İktidar salgında mücadeleyi neredeyse bırakmış durumda. Sağlık bakanlığının paylaştığı veriler gerçeği yansıtmıyor. Hastanelerin çöktüğü, sağlık çalışanlarını arasında vakaların oldukça arttığı, test bulunmasının zorlaştığı bir “yeni normal” halk yığınlarını önüne katarak daha dizginsiz baskı ve sömürü koşullarına doğru ilerliyor diyebiliriz. Yeni normal dedikleri, eski düzenin daha da vahşileşmesi.

“ÖĞRENCİYİ ODAĞINA ALMAYAN EĞİTİM SİSTEMİ GELECEK KAYGILARINI ARTIRIYOR!”

Bu süreçte online eğitime geçildi. Liseler EBA TV üzerinden, üniversiteler iste kendi imkânlarıyla bunu sürdürmeye çalıştı. İçinde bulunduğumuz sürecin eğitim sistemi üzerinde nasıl bir etkisi olacağını düşünüyorsunuz?

YÖK’ün son yaptığı açıklamalarla birlikte belirsizliğin de derinleştiğini söyleyebiliriz. Üniversite yönetimlerinin karar sürecine öğrenciler dâhil edilmiyor. Yurtların belirsizliği, uzaktan eğitimin hem nitelik hem de teknik açıdan yetersizliği gençlerin mezun olduktan sonra aldığı eğitimin iş hayatında yeterli olmayacağını düşünmelerini sağlarken gelecek kaygılarını da artırıyor. EBA TV üzerinden sürdürülen eğitim liseliler için kayıp bir döneme işaret ediyor. Birçok üniversite yükü öğrenciye yıkarak “kendin öğren” yaklaşımı ve ders notlarına indirgenen eğitim modeli toplamda öğrenciyi odağına almayan eğitim yönteminin pandemi sürecindeki karşılıklarından biri oldu. Tüm bunlar eğitimin genel itibariyle ihtiyacı karşılamaktan uzak olduğunu, lise ve üniversite düzeyinde gençliğin; ilgisi, yeteneği, kendi özgünlüğü noktasında eğitim almak ve toplumla birlikte üretimde bulunmak için gençlerin gelişmesine imkân tanımadığını göstermiş oldu. Bunlar yanında eğitimde tam ticarileşmenin göstergesi olan özel kurumlar, devletin sağlayamadığı eğitimin nispeten nitelikli halini sunarken öğrenciler arasında eşitsizliği de beraberinde getirdi. Bu tam ticarileşmeyle birlikte diğer bütün alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da sınıfsal eşitsizliği besleyen AKP iktidarının parası olmayan herkese kendi yolunu kendin çiz dediğini görüyoruz. Özel okul sahibi bakan Selçuk sorunu öğretmen maaşları olarak görürken özel kurumlara vergi indirimi ile “müşteri” kazanmanın önünü açıyor. Üniversiteler açısından YÖK’ün salgın sürecinden bağımsız olarak %40 oranında uzaktan eğitim verilmesi yetkisini üniversite yönetimlerine tanıması bunun yanında cumhurbaşkanlığına Eğitim Komisyonunun tarafından sunulan raporda, üniversitenin komisyonlarca yönetilmesi, iş dünyası başta olmak üzere akademi dışı atamaları yapılabileceğinin belirtilmesi, ÖTK’lerin son derece işlevsizleştirilmesi, üniversite ve sanayi iş birliğini arttırmak adına üniversitenin sermayeye yedeklenmesi başlıklarını birlikte okuduğumuzda önümüze çıkan sonuç; üniversiteler kalifiye, teknik bakımdan donanımlı ve ucuz iş gücü yetiştirmeye devam edecek ve bunu piyasanın ihtiyaçlarına göre dizayn edecek. Pandemi fırsata çevrilerek üniversitelerin burjuvazinin tam emrine verilmesi hedefleniyor. Liseler açısından da benzer bir durum var. Meslek liselerinin bu süreçte çalıştırılmaya devam ettiğini ve önümüzdeki süreçte de salgın olsun olmasın meslek liselilerin daha öğrenimdeyken yoğun bir üretimin ve sömürünün içine çekileceğinin hedeflendiğini de görüyoruz.

“HAYATINIZI KAYBEDECEKSENİZ DE ÇALIŞIRKEN KAYBEDECEKSİNİZ”

Sadece eğitim alanında değil üretim alanında da birçok sorun yaşandı. Ekonomik krizin de yüküyle birlikte okurken de çalışmak zorunda olan, hâlihazırda çalışan işçi gençlik açısından yaşam koşulları neden bu denli zorlaştı?

İşçi sınıfın genç kuşakları salgının başından beri çalışmaya durmaksızın devam etti. Çalışmamak gibi bir tercihin karşılığı sefalet hata ölüm olduğu için bu düşünülemezdi. Pandemi sürecinde işsizliğin sürekli arttığını, küçük ve orta işletmelerin batarken tekellerin büyümeye devam ettiğin görüyoruz. İşsizlik patronun elinde bir sopa olarak kullanılıyor. Genç işçilerin tecrübe eksikliğini işsizlik durumuyla da birleştirerek sosyal haklarına saldırılması, asgari ücretin çok altında ve uzun saatler çalışmak zorunda kalması, sokağa çıkma için yaş sınırı getirildiğinde dahi işçi gençlerin muaf tutulması pandeminin yine burjuvazi için fırsata çevrildiğinin göstergeleri. Çok düşük ücretlere ve sosyal haklardan mahrum bırakılan genç işçiler kıdem tazminatı gibi en temel hak gasplarıyla da karşı karşıya. Kapitalistler işçi gençliğe şunu açıktan söylüyor: bedavaya yaşamdan vazgeçmek yok, çalışırsanız benim için çalışacaksanız, hayatınızı kaybedeceksiniz de çalışırken kaybedeceksiniz. 

Koronavirüs sürecinde iktidarın birçok farklı alanda birçok farklı hamle yapmaya çalıştığını gördük. Bu süreç tek adam rejiminin güçlendirilmesine nasıl hizmet etti?

Erdoğan ve AKP bugün Türkiye’nin tekelci ve iş birlikçi burjuvazinin en ileri temsilcisi konumundadır. Pandemi sürecinde AKP’nin beceriksizliğine dair yapılan değerlendirmelerde, bunların bir noktaya kadar haklı olunduğunu kabul etmek gerekse de kaçırılmaması gereken bir durum var. Sonuç olarak kendi sınıf çıkarlarına göre hareket ettiler. Özel izinlerle fabrikaları çalıştırmaya, ekonomik krizin yükünü vergilerle, sosyal hakların budanmasıyla birlikte halkın üstüne yıkmaya, salgının bedelini halka ödetmeye devam ettiler. İktidar halkın ve gençliğin taleplerini görmezden geldi, buradan ortaya çıkan her mücadelenin de yolunu tıkamak için baskı ve şiddete başvurmaktan geri durmadı. Meclis açılır açılmaz bekçilerin yetkilerini attırılması, mesleki örgütlenme ve toplumsal mücadele alanlarını bertaraf etmeye yönelik girişimleri gördük; ÖTK’lerin kaldırılmaya girişildiğini, örgütlenmenin önemli bir aracı haline gelen sosyal medyaya yönelik saldırıları gördük. Saldırının bu kadar çeşitli kesimlere dönük olması bu saldırılara karşı mücadelenin de birçok farklı kesim tarafından üstlenilmesini doğuruyor. İktidar biriken hoşnutsuzluğun ve öfkenin karşısında kendini ve kapitalist sistemi korumak için tüm yetkileri elinde toplamaya, demokratik hakları ve mücadele edilebilecek her alanı etkisiz hale getirmeye çalışıyor.

Tüm bu saldırılar karşısında karşında muhalefet ve yeni kurulan partiler açısından çözüm sandık olarak gösteriliyor. Peki, bu çözüm gençlere ne vaad ediyor?

Bugün burjuva sistem partilerinin, halkın yararına bir sistem inşa edeceklerine dair bir iddiaları zaten yok. İddiaları şudur ki; egemen olan sınıfın çıkarlarına bizim partimiz daha iyi savunur, çözüm sistemin iyileştirilmesinde. CHP tarafından yürütülen, toplumsal kesimlerin taleplerine kapısını kapatan, talepler için sokağa çıkma, eyleme geçme konusunda pasif kalan politikalarla bu sistemin bekçisi olduklarını açıkça gösteriyor. Bugün içinde olduğumuz sorunlar, kapitalist-emperyalist sistemin iç çelişiklerine dair sorunlardır, sistem değişmeden şiddeti değişse de ortadan kalkmaz. Gündelik taleplerimiz ve sorunlarımız için birlikte mücadele etmedikçe bu sorunların çözüm olanağı olmadığı gibi, onları yaratan sistemin değiştirilmesinin olanağı da yok. 4 senedir yapılan bir seçimde bir oy kullanarak kendi iradesini bir partiye teslim etmesini ve ardından buraya dair hiçbir denetleme yetkisinin olmamasını içeren parlamenter sistem zaten demokratik bir sistem değil. Talepleri ve hak alma mücadelesini seçime indirgeyen politika ise burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bir politikadır. Bu noktada asıl çözümü sağlayacak olan halkın yönetimin her alanına doğrudan katıldığı ve kendi temsilcilerini seçtiği ve sınırsız bir denetim yetkisine sahip olduğu bir sistem yani gerçek bir halk demokrasisidir. Burjuvazinin kendi rekabetinin derinleşmesiyle yeni partilerin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu partilerin derdi kapitalist sistemin bekasını sağlamak, bunun yarışındalar. Biriken hoşnutsuzluğu sistem içinde kısıtlı bir mücadeleye indirgemek üzere hareket eden bir burjuva muhalefet görüyoruz. Bugün CHP ve diğer burjuva partileri ortaya çıkabilecek herhangi bir geniş talep ve hak mücadelesinin sisteme karşı bir mücadelede birleşmesinin önünde bir engel oluşturuyorlar.

Pandemi koşullarında gündeme getirilen diğer bir konu da İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmek oldu. 2011’den beri var olan bu sözleşmeye rağmen bugüne kadar kadın cinayetlerinin yaşanmaya devam ettiğini de gördük. İstanbul Sözleşmesi’nin yasal olarak sadece var olması yetiyor mu?

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 gibi kadınların onlarca yıllık mücadelesinin sonunda kazanılmış bir hak olarak diğer tüm toplumsal haklar gibi iktidarın insafına bırakılamayacak bir hak. Bu nasıl kadınların öncülük ettiği bir mücadelenin sonunda kazanıldıysa korunması ve uygulanması da bu mücadelenin ilerletilmesinden geçiyor.  Mücadelelerin sonunda kazanılmış hakların her biri ilerleyip daha ileriden mücadele birikimlerini yaratacak olanakları yaratacak olanaklar haline getirilmediği sürece iktidarın buralara saldırısı devam edecektir. Ancak örgütlü bir mücadelenin hayatın her alanında genişletilmesiyle, sistematik, politik ve kendini yenileyen bir mücadeleyle kazanımlarımız kalıcı hale gelecektir.

EŞİT VE ÖZGÜR BİR GELECEK İÇİN HEP BİRLİKTE MÜCADELE!

Peki, gençlik bugün açısından tüm bu saldırılara karşı ne yapmalı? Ülkenin gidişatı karşısında nasıl hareket etmeli? Türkiye’de güvenceli bir gelecek mümkün mü?

Bu süreçte biz hemen hemen her üniversiteni uzaktan eğitim sürecine dair ya da liselerinin sınav tarihine dair sosyal ağları kullanarak buluştuğunu, örgütlendiğini, hashtag ve dilekçe kampanyaları yürüttüğünü ve kazanım elde ettiğini çok somut bir şekilde gördük. Sınava girecek on binlerce genç Erdoğan’ı protesto ederek tepkisini koydu. Fiziksel olarak bir arada olmamanın haklarına sahip çıkmamak, kazanım elde etmemek, başarmamak anlamına gelmediği de kanıtlandı. Sosyal ağlar önemlidir, kazanımlar ve deneyimler mücadele olanaklarını oluşturmaya ve geliştirmeye devam edecektir. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, gençliğin esas hayata dahil olduğu alanlar kendi bulunduğu sokaklar, üniversiteler, fabrikalardır. Toplumdan ayrı olmanın, kendimizden de uzaklaşmak olduğunu kanıtlayan bu süreçte bir mücadele olanağı olarak sokakları ve birlikte bulunduğumuz alanları unutmamak gerekiyor. Bugün gençliğin her kesimine yönelik iktidarın artan saldırıları farklı kesimlerine farklı etki ediyor. Ancak hepimizin yaşanılabilir bir ülke özlemi, güvenceli iş ve gelecek talebi de ortaklaşıyor ve acilleşiyor. Eşit ve özgür bir Türkiye, güvenceli bir iş ve gelecek elbette mümkün. Ancak bunun için örgütlü, kararlı ve istikrarlı olmamız gerekiyor. Her sorunumuzu hep birlikte örgütlü, dayanışma içinde çözmeliyiz. Emek Gençliği burada hem gündelik sorunlarımızı çözmek için hem de geleceğimizi karartan bu sistemin kalbini söküp atarak eşit ve özgür bir gelecek inşa etmemiz için mücadele etmenin bir alanı. Toplumun, ülkenin geleceğini oluşturacak gençlerin birlikte ve örgütlü mücadelesi geleceği değiştirecek güce sahiptir. Bunun için tüm Türkiye gençliğini kendi mücadele örgütlerinde, Emek Gençliğinde birleşmeye ve mücadeleyi ilerletmeye çağırıyoruz.

 

ÖNCEKİ HABER

Hayvan derisinden pamuklu bezlere: Maskenin tarihi

SONRAKİ HABER

Ne masallar ne ninniler söylediler dünya üstüne, aldatıldık dünya böyle değil (*)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa