İktidar yarışında gençliğin durumu
"Gerek İnce’nin tek adam yönetimi anlayışı gerekse partisi CHP’nin güçlendirilmiş parlementarizm modeli işçi ve öğrenci gençliğin sorunlarına çözüm üretebilir mi?"
Fotoğraf: Evrensel
Alper AKDEMİR
ODTÜ/Ankara
İçinde bulunduğumuz etkin bir ekonomik kriz ve pandemi koşullarında son bir yıl içerisinde doğal olarak siyasi yaşam da bu durumdan etkilendi. Siyasetteki bu hareketlenmeler ilk olarak yaşanılan durumun doğal sorumlusu olarak görülen ve her fırsatta sermayenin savunuculuğunu üstlenen AKP ve tek adam iktidarının geçmişte aynı yolda birlikte yürüdüğü Davutoğlu ve Babacan gibi isimlerden geldi.
Bildiğimiz üzere bu isimler AKP içerisindeki gruplarıyla birlikte yeni partiler kurdular. Tabii bunu yaparken de pandemi sürecinde zorla ve gerekli sağlık tedbirleri alınmadan çalışmak durumunda bırakılan işçilere, gerekli eğitim olanaklarından mahrum bırakılan, mezun olduktan sonra her dördünden biri işsiz kalan gençliğe içinde bulunulan durumdan ancak biz sizi kurtarırız diyerek “göz kırpmayı” da ihmal etmediler. “Sanki kendileri bu yaşanılanların sorumlusu değillermiş gibi.”
Geçtiğimiz günlerde ise buna benzer bir atılım CHP kurultayı sonrası Muharrem İnce’den geldi. Yaşadığı protokol nezaketsizliği sonucu gündeme gelen ve yeni bir arayış içerisine giren İnce’nin bu hareketi tabii ki politik bağlamda “protokol nezaketsizliği” ile yorumlanamaz. İnce var olan iktidar ve muhalefet boşluğunu doldurmayı hedeflemekte. Ancak bunu yaparken ortaya hiçbir program ve örgütlülük anlayışı koymadan -kendi sözleriyle yüzde 51’i hedefleyerek- “tek adam” olmaya özenmektedir. Kısacası, Erdoğan değil de ülkeyi tek başına ben yöneteyim anlayışıdır bu. Bu durumda akıllara şu soru gelmektedir: Gerek İnce’nin tek adam yönetimi anlayışı gerekse partisi CHP’nin güçlendirilmiş parlementarizm modeli işçi ve öğrenci gençliğin sorunlarına çözüm üretebilir mi?
Kuşkusuz üretemez. Bütün yetkilerin tek bir kişide toplandığı ve herkesin yaşamını etkileyecek kararların yine bu kişinin keyfince verileceği bir sistemle bu sistemin oluşumuna açık kapı bırakarak tekrar varlığına sebebiyet verebilecek ve ancak dört yılda bir ismini dahi bilmediğimiz adaylara oy vererek yönetime katılabileceğimiz siyasi sistemler biz gençliğin sorunlarına çözüm üretmeye oldukça uzak konumdadır. İşte tam da bu noktada karşımıza halk demokrasisi kavramı çıkıyor. Halkın seçtiği temsilcilerden oluşan bir kurucu meclis, yine halkın geniş kesimleriyle hazırlanan bir anayasa ile birlikte demokrasiyi yalnızca oy verme davranışına indirgemeyen yerel halk meclislerinde halkın kendilerini ilgilendiren kararlara doğrudan etki edebildiği bir sistem olan halk demokrasisi, bizlerin kendi sorunlarına dair çözüm üretmemiz, bizi ilgilendiren meselelerde doğrudan söz sahibi olabileceğimiz bir alan açar.
Bugün için ise, yaşam alanlarımıza dair temel sorun ve taleplerimizi birlikte tartışarak çözebileceğimiz örgütler kurmak, geliştirmek ve demokratik bir halk iktidarı için mücadele etmek en acil görevlerimizden biridir. Çünkü bizim adımıza kendi çıkarları doğrultusunda bizi yöneten temsilcilerin öğrenci gençliğin her türlü örgütlü eylemine karşı çıkarak, engellemeye çalıştığını, ÖTK’lerin kapatılması, okula polis eşliğinde gerici grupların girmesi, şenliklerin iptali ve öğrenci topluluk etkinliklerine izin verilmemesi şeklinde gördük. Gidişata dur demek, bazı şeyleri düzeltmekse görevlerimiz arasında ve ancak bizim elimizde. Bunun için fakültelerde, bölümlerimizde, bulunduğumuz topluluklarda, kantinlerde ve arkadaş çevremizde kısacası tüm bize ait yerellerde alınan kararlara etki edebilecek mekanizmaları kurmalıyız. Ancak bu şekilde bahsi geçen birikimlerimizi geri kazanabilir ve eğitimin ücretsiz, bilimsel ve ana dilde olduğu bir dünyaya doğru yol alabiliriz.