19 Kasım 2012 11:29

Gerçekçi yapıtların zorunluluğu

Türkiye, 12 Eylül 1980 faşist darbeden bu yana restorasyonda… Böyle dönemlerde insanlar, hızla nesnellikten, gerçeklikten kaçar, öznele sığınırlar. Falcılık, mistisizm yükselir. Toplum sorunları el yakıcı duruma gelir. Kişi, öznelin çıkmazında dolanır durur.Türkiye’de yazın dünyası, roman, ö

Gerçekçi yapıtların zorunluluğu
Paylaş

Cengiz Gündoğdu - Eleştirmen

Türkiye’de yazın dünyası, roman, öykü bu restorasyona uygun biçimde duruyor. Bunun ayrıksı örnekleri varsa da, egemen yazın, restorasyona uygun olan.

Şimdi şunu sormamız zorunlu. Restorasyona uygun romanın, öykünün temel öğeleri nelerdir. İlk elde şunu söylemek gerekir. Bu ürünler gerçekçi değildir. İzleksiz bu ürünlerde küçük burjuvanın öznel bunalımları sergilenir. Arada sol hareketler aşağılanır, küçümsenir, alay edilir. Bu ürünler hiçbir biçimde estetik düzeye gelmeyi başaramaz. Birer düz yazıdır hemen hepsi… 

Bakın ne diyor, genç yazar Serhat Çelikel, “Dürüst olmak gerekirse edebiyatı hep bireyin içe dönük faaliyeti olarak gördüm, en başından beri toplumcu edebiyatla aram pek iyi olmadı diyebilirim. Bence edebiyat bir dönem böyle toplumcu bir işleve ihtiyaç duysa bile –ki bu bile çok kabullendiğim benimsediğim bir durum değil- artık bu ihtiyacı karşılayacak, yani insanlığın dertlerinden bahsedecek başak mecralar var, benim görüşüm ve yapmaya çalıştığım şey de edebiyatın bu mecralardan biri olmadığı belki de olmaması gerektiği yönünde.” * Genç yazar, “salt birey olarak” neler duyumsar, hezeyanları, sıkıntıları nedir, bunları yazacakmış. Genç yazar, bunları nerden öğrenmiş, bilmiyorum. Ama yanlış öğrenmiş. Toplumcu yazın da bireyi yazar. Öznel, gerçekçilikten kaçan yazından ayrımı şudur. Toplumcu yazın, bireyi, toplumsal bir varlık olarak ele alır. 

Bütün büyük gerçekçi yazarların yöntemi budur. İnsan, toplumsal varlıktır. Toplumu dışlayan bir yaşam, anlayış olarak, baştan estetikten düşer.

 

*Aydınlık Kitap, 22/2012


ÜRÜNLERDE ÖRGE YOK, SERGİLEME VAR

 

Gerçekçilikten kaçan ürünlerine bakarsam, Orhan Pamuk, İhsan Oktay, Ayşe Kulin, aslında daha çok ad sayabilirim ama, günümüzün starlarıyla yetiniyorum. Bu yazarların ürünlerinde örge yoktur, sergileme vardır. Oysa örge bir yapıtın omurgasıdır. Karakterler, olaylar, konuşmalar örgeden çıkar. Yapıt canlanır. Böylesi yapıtlarda örge, her durumu insanla ilişkilendirir.

Gerçekçi iki yapıttan, bu dediğime örnek zorunlu. Çünkü bu dediklerim kesinlikle anlaşılmıyor Türkiye’de. 

Birinci örnek. Anna Seghers’den Ölüler Genç Kalır. Erwin’le Marie birbirini sevmektedir. Erwin tutuklanır, katledilir. Marie bunu bilmez. Sevgilisini uzun süre bekler. Erwin’den bir çocuk doğurur. Karısı ölmüş bir erkekle evlenir. Dondurucu soğuk bir gecede, camlar buz tutmuştur, Marie, sevgilisini boşuna beklediğini anlamıştır. Acıları dinmiştir. Ama birbirine benzeyen soğuk geceler gibi acısı yanıbaşındadır. 

Buna nesnelerin birliği denir. AnnaSeghers, soğuk geceler deyip geçseydi, soğuk geceleri bir insanla ilişkilendirmeseydi bu roman estetik değerden düşerdi.

Ama bizde, soğuk geceler, yağan yağmurlar deyip geçen çok ürün var.

İkinci örnek Adnan Özyalçıner’in Tutsaklar adlı öyküsünden. Yusuf, Amerikalı iki askerle ciple köye girer. Sabahın erken saatleridir. Bu saatte bu hızla korna çala çala girdikleri görülmemiştir. Köylüler söylenir. Köylülerden biri kalkar. Yüznumaraya girer. 

Burada duruyorum. Romanda, öyküde doğal gereksinimler gösterilmez. Tuvalete gitti, yemek yedi, uyudu denmez. Doğal gereksinimler gösterilecekse bunun bir konuma bağlanması zorunludur.

Adnan Özyalçıner, köylüyü yüznumaraya sokup, çıkarsaydı öykü estetik değerden düşerdi.

Bakın Adnan Özyalçıner n’apıyor. Köylü yüznumaraya girmeden sıralı duran kutulardan birini alır. Bu, ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği ketçap kutularından biridir. Bütün köy buna benzer kutularla doludur.

Buna nesnelerin birliği denir.

Adnan Özyalçıner yüznumaraya giden köylüyle okura ABD emperyalizminin Türkiye’yi köylere kadar kuşattığını gösterir.

Buna ayrıca birey-toplum diyalektiği denir. Bütün büyük gerçekçi yazarlar yapıtlarını bu temel üstüne, birey-toplum diyalektiğiyle kurarlar.

Karşı gerçekçi öznel yazının ürünlerinde nesneler gelişi güzeldir. Birey-toplum diyalektiği yoktur.

Sorun, gerçekçi-karşı gerçekçi yazın tartışmasının çok ötesindedir. Sorun insanla ilgilidir.


NASIL?

 

Nasıl bir insan istiyoruz. Toplum sorunlarına kayıtsız, estetik bilinci dumura uğratılmış, kendini dünyanın merkezine koymuş bir küçük burjuva mı özlediğimiz insan. Değilse toplum sorunlarına duyarlı, öbür insanla insan türü, dolayısıyla insanlık bağıyla ilişkiye giren, estetik bilinci, tinsel yetileri gelişmiş insanı mı özlüyoruz. Öyleyse gerçekçi yapıt zorunludur. 


KÜNYE

 

Cengiz Gündoğdu Kimdir?

 

1943 İstanbul doğumlu olan Cengiz Gündoğdu, 1983-1990 yılları arasında Varlık dergisinde Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı olarak çalıştı. 1990 yılından itibaren İnsancıl Yayınları Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmektedir. İnsancıl Atölyesi ve Özgür Üniversite’de Felsefe, Estetik ve Yazarlık seminerleri vermektedir. 

Yapıtları: Sapak (Tiyatro oyunu - 1973 yılında Devlet Şehir Tiyatrolarında oynandı), Eleştiri (2. basım, 1994), Akanyıldız (Öykü, 1996), Soru (Felsefe, 1998), Yıldız Güncesi (1996, Deneme-Eleştiri) , Taşkıran (Deneme-Eleştiri, 2004), Ekmek (Deneme-Eleştiri, 2.basım, 2007), Sapak (Oyun, 2008)

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

İşyerinde şiddete yasal düzenleme

SONRAKİ HABER

Şiddetten arınmış bir Türkiye için

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa