LKP Yöneticisi Jureidini: Lübnan’da halka karşı yeni bir iç savaş yürütülüyor
Evrensel'e konuşan Lübnan Komünist Partisi Yöneticisi Raghid Jureidini, ülkede son bir yılda yaşanan gelişmeleri hatırlatırken siyasi bir dönüşümü hem dayatan hem de engelleyen koşulları da anlattı.
Fotoğraf: AA
Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta 4 Ağustos’ta meydana gelen patlama, ülkede uzun zamandır devam eden siyasi ve ekonomik krizi derinleştirirken, Ekim 2019’dan itibaren dalgalar halinde süren protesto hareketinin siyasi sistemin çürümüşlüğü ve değiştirilmesi gerektiği talebinin haklılığını da teyit etmiş ve güçlendirmiş oldu.
Evrensel'e konuşan Lübnan Komünist Partisinin (LKP) Gençlikten Sorumlu Yöneticisi Raghid Jureidini, ülkede özellikle son bir yılda yaşanan gelişmeleri hatırlatırken siyasi bir dönüşümü hem dayatan hem de engelleyen koşulları ayrıntılarıyla aktardı.
“Ülkeyi yöneten bankalar, devlet ve politik güçlerin uyguladığı tüm bu şiddet bize halka açılmış yeni bir iç savaş biçimidir” diyen Jureidini, “Bu tehditleri aşmamız için bugün her zaman olduğundan fazla halkın ihtiyaçlarını öncelik haline getiren siyasi fikirler etrafında bir araya gelmek, gerçek anlamda daha fazla siyasete girmek, bu bitmez kriz ve yıkım döngüsünden çıkmak için yeni bir ekonomik strateji ortaya koymak ve toplumsal adalet ve eşitliğe dayanan yeni bir yönetim biçimi hayata geçirmek zorundayız” dedi.
Okuyucularımız için bir not: Jureidini sorulamıza Beyrut patlaması öncesi yanıt vermişti. Patlama nedeniyle bir süre bekledik ve ardından söyleşimizin bir bölümünü güncelledik.
Ekonomik ve siyasi kriz, uzun zamandır belli dalgalanmalarla devam eden protestolar.. Lübnan’da neler oluyor?
En basit ifadeyle Lübnan’da 17 Ekim 2019’dan beri olanlar, ABD Doları kıtlığının başlamasıyla başlayan bir halk ayaklanması. Bundan kısa bir süre sonra, Whatsapp için önerilen 6 dolarlık bir vergi, hükümetin 2019 bütçesinde önerdiği bir dizi adaletsiz vergi ve Lübnan Lirasının devalüasyonuyla ilgili endişeler, halkın Saad Hariri (Ulusal Birlik) hükümetinin istifası talebiyle ve ülkedeki mevcut yaşam koşullarını protesto etmek için sokağa çıkmasının ana nedeni oldu.
Burada Lübnan Lirası’nın 90’lardan beri 1 ABD Doları eşittir 1500 Lübnan Lirası oranında sabitlendiğini belirtmek önemli. Ülke ürettiğinden çok daha fazlasını ithal ediyor, ithalat/ihracat endeksi kırmızı alarm veriyor. 1990’lı yıllardan beri hükümetler, ithalat ve ihracatımız arasındaki uçurumun yanı sıra kamu sektörünün farklı şirketlerinin en hafif deyişle kötü yönetiminin neden olduğu kayıpları kapatmak için borç biriktirmeye başladı. Bunlar, yüksek düzeyde yolsuzluk ve uygulanan neoliberal politikalar nedeniyle bir yüke dönüştü. Ulusal borç, Lübnan bankalarından alınan krediler ile neoliberal bir gündemi dayatan; başarısız kurumlara sahip yozlaşmış bir hükümete isteyerek para veren yabancı ülkelerden veya uluslararası kuruluşlardan alınan krediler arasında bölünmüş durumda.
Sonunda, “sistem” (Bankalar, hükümet, merkez bankası; bu “troyka”ya atıfta bulunmak için “sistem” terimini kullanıyorum), yabancı para birimlerine dayalı ve ekonomimizde büyük payı olan işletmelere yakıt ve diğer temel ürünlerin ithalatı için yeterli dolar sağlayamadı. Bu aynı zamanda, ithalat yapmak veya yurtdışında okuyan çocuklarının öğrenim ücretlerini ve yaşam giderlerini karşılamak için yabancı para birimlerini kullanan bireyleri/küçük işletmeleri hatta bazıları ABD Doları olarak ödenen, Lübnan özel üniversitelerinin öğrenim ücretlerini de etkiledi.
Bankalardaki ABD Doları üzerinden birikimlerine erişemediklerini gören insanlar sokaklara çıkmaya başladı. Bankalar, doların hesaplardan çekilmesine saçma şekilde küçük miktarlarda sınırlandıramaya başladılar. İnsanların yıllarca biriktirdikleri, çalıştıkları ve ücret olarak aldıkları Lübnan Lirası da yarıdan fazla değer kaybetti. 150 milyon Lübnan Lirası olan emekli maaşları daha önce 100 ABD Doları’ydı ve şimdi ise yaklaşık 15 ila 25 ABD Doları arası. Döviz kuru dramatik bir şekilde yükselmeye başladı ve 1 ABD Doları yaklaşık 10 bin Lübnan Lirasına ulaştı.
DAHA KÜÇÜK AYAKLANMA DENEYİMLERİ YAŞANMIŞTI
Lübnan’ın daha küçük ayaklanma deneyimleri olmuştu. 2011’de “Arap Baharı” hareketinden etkilenerek seküler bir ülke talebiyle, 2013’te enflasyon alım güçlerinde düşüşe neden olduğu için kamu çalışanları, özellikle öğretmenler ücretlerinin artırılmasını talep ettiler ve 2015’te, düzgün bir atık yönetimi politikasındaki başarısızlık nedeniyle ülke boyunca sokaklarda çöplerin birikmesiyle bir çöp krizi olarak başlayan ve Beyrut’ta merkezileşen protestolar yaşandı.
17 Ekim 2019’da, birkaç yüz insan ekolojik bir felakete yol açabilecek büyük bir yangının kötü yönetilmesini protesto etmek için Beyrut sokaklarına çıktı, aynı zamandı sisteme işaret ettiler ve yeni vergileri, yakıt sorununu ve Lübnan Lirası’ndaki değer kaybını da protesto ettiler. O akşam Beyrut’taki protestocular Trablus, Tyr, Said ve Bekaa’daki yol kapatma eylemlerini duydular ve hareket büyümeye başladı.
İlk birkaç gün yoğun ve şiddetliydi; Beyrut merkezindeki bankalar özellikle hedef oldu, aynı şekilde lüks yüksek binalar ve hükümet binaları da… Birkaç gün sonra Başbakan Saad Hariri protestoculardan acil bir plan hazırlamak için birkaç gün istedi, sonuçta halk desteğinin bir kısmını geri kazanmak amacıyla bir dizi neoliberal siyasi reform listesi sundu. Protestocular önerisini reddetti ve hükümetin istifasını, ekonomik ve siyasi sistemde radikal değişimler hayata geçirebilecek özel yasama yetkileriyle yeni bir hükümetin kurulmasını talep etmeyi sürdürdü. 1990’lardan beri ülkeyi yöneten siyasi güçlerden bağımsız; eşitliğe dayalı, insanların doğrudan çıkarları etrafında toplanmasına izin verecek yeni bir seçim sistemini hayata geçirecek bir hükümet çağrısı yaptılar.
Hariri hükümeti istifa etti, yönetim biçiminde herhangi bir radikal değişiklik olmaksızın yeni bir hükümet oluşturuldu. Yeni hükümet, çoğunlukla neoliberal ajandaya hizmet edecek ve yeni bir “reform planı”yla geldi, IMF gibi uluslararası borç vericileri memnun edecek bir planla uluslararası destek kazanmayı hedefledi. Yeni hükümet IMF ile görüşmelere başlama niyetini de ilan etti; müzakere sürecinin başlangıcı, hükümetin kayıpları, parlamento ve cumhurbaşkanı (bankacılık kurumu da dahil) tarafından oluşturulan parlamento grubundan çok daha yüksek bir sayıda değerlendirmesiyle de sarsıntılı geçti. IMF’ye iki grup rakam sunuldu ve IMF, Lübnanlılar rakamlar üzerine anlaşama kadar görüşmeleri askıya aldı. Burada, kayıplara ilişkin (parlamento grubu ve bankalar tarafından sunulan) daha düşük tahminde, bankaların zararlarının büyük bir kısmının hesaptan düşürüldüğünü belirtmek önemli; bu şekilde bankaları (aynı zamanda ülkeyi bu duruma sürükleyen mali ve ekonomik politikaları ortaya koyan siyasi güçleri) krizden daha az sorumlu tuttular.
"GELİR VERGİSİ İSTİYORUZ, KÖYLÜLERDEN DEĞİL BANKACILARDAN!"
Patlama öncesi yoğunlaşan ve ülkenin farklı yerinde ortaya çıkan protestolar gündemdeydi. Sokakta durum neydi? Kimler sokaktaydı?1
Temmuz’dan bu yana havaalanı, Lübnan’a gelmek isteyen Lübnanlılara ve turistlere açıktı, ancak çok sayıda restoran, bar ve otel, bazıları kalıcı diğerleri geçici olarak kapılarını kapattı. Enflasyon en yüksek oranlarda. Sokaklar geceleri karanlık, trafik ışıkları bile kapatılmış durumda. İnsanlar günün büyük bölümünde özel jeneratörlere güveniyor ve iki elektrik faturası birden ödüyor. Bu, bazı protestoların hükümet binaları ve bakanlıkların içinde veya dışında gerçekleşen diğer protestoların yanı sıra Electricite Du Liban (Elektrik şirketi) merkezi önünde de devam etmesine neden oldu.
Yeni bir hükümet ve seküler bir yönetim talebiyle daha büyük merkezi protestolar devam ediyordu. Bu protestolar yeni bir siyasi faaliyet düzeyinin işaretini vermeye çalışıyor, ayaklanmalarda ağırlığı olan bazı muhalif gruplar umut verici bir düzeyde siyaset ve ekonomiye dair planlarını tartışıyorlar, değişim talep eden insanların çoğu tarafından desteklenen çözüm önerileriyle geliyorlar.
Lübnan’daki protestocuların geldikleri ideolojik arka planlar çok çeşitli. Aynı protestoda hem çok liberal talepleri hem de radikal sol sloganları duyabilirsiniz. Elbette sol fikirlerin yeniden canlandığı “Ulus işçilerdir”, “Kahrolsun kapitalizm ve iktidarları” ve “Gelir vergisi istiyoruz, köylülerden değil bankacılardan!” gibi sloganlarla açıkça görünür durumda.
Kovid-19’un sokağa çıkma yasağıyla çoğu protesto askıya alındı, küçük gruplar küçük yerlerde protestolar yaptılar, yasağın yumuşamasıyla daha büyük gruplar sokaklara geri döndü. Ekonomik kriz yönetim planı sunabilecek ve yürürlüğe koyabilecek yetkileri olan yeni bir hükümet talebi sürüyor; ülkeyi 1990’lardan beri yöneten oligarşiye, bankalara ve merkez bankasına parmak sallıyorlar. Böyle bir hükümet sadece bankacılık sektörüne, biraz turizme ve ülkeye dolar gönderen gurbetçilere bağlı olan ekonomiyi değiştirerek; daha çok üretime, tarıma ve ithalatımızla ihracatımız arasındaki uçurumun azaltılmasına yardımcı olacak, kitlelerin ve iş gücünün çıkarlarına öncelik verecek stratejik bir ekonomik plan da ortaya çıkarabilir.
Öte yandan, öğrenciler de (özellikle Lübnan’daki tek devlet üniversitesinde) örgütleniyorlar.
Mayıs 2019’dan beri, önceki hükümet uzun vadeli bütçe planıyla geldikten ve Lübnan Üniversitesi’nin bütçesinden milyonlarca dolar kesinti yaptıktan sonra, öğrenciler ve ögretmen grev çağrısı yaptılar ve bu bir öğrenci yapısının örgütlenmesiyle sonuçlandı şimdi bu yapı Lübnan Üniversitesinin yönetimine karşı, sınıflarda elektrik olması ve öğrencilerin sığabileceği alanlara sahip olmak (özellikle salgın döneminde) gibi temel ihtiyaçlar için mücadele ediyor. Diğer özel üniversitelerde de öğrenciler ve öğretmenler örgütlenmeye başladılar. Öğrenciler, gelirlerde bir değişiklik olmazken öğrenim ücretlerinin doların yükselmesiyle iki katına çıkması nedeniyle, öğretmenler ise okullar ve üniversitelerin yüzlerce öğretmeni ve çalışanı işten atması nedeniyle… Bu eğitim sektörü krizi yeni akademik yılın başlamasıyla hızlanacak.
Lübnan Komünist Partisi bu süreçte neler yaptı?
Lübnan Komünist Partisi yıllardır sokaklarda bir felaketi önlemek üzere acil eylem çağrısı yapıyor. LKP ve diğer politik grupların Aralık 2018’de çağrısını yaptıkları protestoların slogan ve söyledikleri, 17 Ekim 2019 ayaklanmasında tekrarlandı. LKP gençlik kesimleri, 17 Ekim Hareketinin başlamasından daha bir hafta önce Beyrut’daki Lübnan İşçi Sendikası’na girerek sistemin üç sembolünü; bankalar, hükümet ve merkez bankasını hedefleyen bir protesto çağrısı yapmıştı.
17 Ekim’den bu yana LKP, ülkenin değişik yerlerinde protestolara önderlik etti, Beyrut’taki protestolarda güçlü varlık gösterdi. LKP birçok kez düşüşteki Lübnan ekonomisine dair çözüm önerileri içeren açıklamalar yaptı. Diğer yandan, politik gruplarla toplantı ve tartışmalar düzenledi, birçok politik grubun katılımıyla protesto çağrıları yaptı. “Değişim Meclisi” adını taşıyan bir oluşumla ülkenin değişik kesimlerinden daha fazla grup, parti ve aktivisti biraraya getirerek siyasi tartışmaları ilerletme ve bu gruplar arasında ortak bir politik zemin arayışını sürdürüyor.
LKP’nin ülkenin geleceğine dair bakış açısının temeli, ekonomimizi stratejik olarak daha fazla üretime; modern üretime ve tarıma dayanan bir ekonomi haline getirmek ve bunun yanında alt sınıfların temel insani ihtiyaçlarını güvence altına alacak hükümet desteği ve piyasa müdahelelerinin sağlanması. Ve özellikle toprak kârları olmak üzere kârlar üzerinde, servetler üzerinden alınacak daha fazla vergi önermekte ve özellikle düşük gelirli halkın ihtiyaçlarını öncelik haline getiren ilerici gelir vergisi önerilerinin yanında ulusal borcumuzdan sorumlu olanların ülkenin çekmek zorunda olduğu kayıpları karşılaması gerektiği çağrısı yapmaktadır.
Yukarda bahsedilen politikaları hayata geçirmek ve nıspi temsiliyete dayanan yeni laik bir seçim yasasının oluşturulması halkın gerçek çıkarları etrafında buluşmasını ve kökten farklı yeni siyasi, ekonomik ve sosyal politikalara zemin hazırlayan yasaların çıkarılmasını sağlayacaktır.
SİSTEMİN KORUYUCULARININ HALA BİR HALK DESTEĞİ VAR
Daha önce sosyal medyada paylaşılan bazı videolarda halkın “Thawra/Devrim” şeklindeki sloganlarını duyuyorduk. Protesto hareketinin ülkeyi devrimci bir değişime götürmesi mümkün görünüyor mu?
Lübnan’da şu an yaşadıklarımız bilimsel tanımıyla bir devrim değil. Bunun başlıca nedenlerinden biri ülkede değişim çağrısı yapan karşıt gruplar, partiler ve hareketler kendilerine devrimci bir hükümet kuracak durumda değilller. Mezhepsel güçlerin güçlü varlığı ve düşüşte olmasına rağmen sistemin koruyucularına verilen belirgin halk desteği hâlâ devrimci bir değişimin önünde engel. Protestocular ve aktivistlerin kendi örgütsel kabiliyetlerine güvensizlikleri ile örgütlü grup ve politik güçlere karşı varolan fobi de ülkedeki siyasi hareketi devrimcileştirme olasılığı karışısında bir ağırlığa sahip.
Bu güvensizlik, daha fazla aktivist ve halk mensuplarının görüşme ve tartışma çağrılarıyla, bazılarının üst düzey iş birliği ve tartışmaların Lübnan’da devrimci değişimleri başarmak için gerçekten gerekli olduğunu açıkça anlamasıyla giderek yok oluyor.
Halk ayaklanmamızı “devrimcileştirme”nin başka bir öğesi de aslında halkın sadece politik olarak da değil de kooperatifler kurarak ve ülkemizde genellikle mevcut yolsuz ve mezhepsel güçlerle kitleler arasında dolaysız bağlantı olan “aracıyı” ortadan kaldırmaya çalışarak, ekonomik olarak örgütlenmesini öne sürmektir.
Tüm bunlar iç savaş sonrası “savaş ağalarının” istemci temelde kurdukları bir ilişkiler ağı biçimindeki kitlelerin eski yönetim biçimine devrimci bir alternatif yaratan bir halk ilişkileri ağının yaratılmasına yol açıyor.
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İÇİN KÖKLÜ DEĞİŞİKLİK ŞART
Siyasi sistemde köklü değişiklikler olmaksızın anlamlı/kalıcı ekonomik/siyasi değişikliklerin gerçekleşmesi mümkün mü?
En kısa yanıt hayır olur; sistemde köklü değişiklikler olmaksızın kalıcı olacak ekonomik ya da sosyal değişikliklerin olmasının olanağı yok. Sistem hırsızlık ve yolsuzluğu yasallaştıran bir şekilde çalışıyor. Mezhepçilik, her mezhebin devletin bazı öğelerini (istihdam, bakanlıklar, kamu sektörü…) denetim altına almasını getirdi. Aynı zamanda banka sektörü de halkı ve çıkarlarını temsil eden bir hükümet denetimi altında olmalı. Sistemin yüksek faizlerle halkı paralarını bankalara yatırmaya teşvik etmesi ve kriz başgösterdiğinde bunun bankalar tarafından kendi hesapları için dolaylı kesintiler yaparak kullanılması da değişmek zorunda. Kendisine devasa faiz oranları sunan (herhangi bir uluslararası ortalamanın çok üstünde) bankalardan hükümetin aldığı krediler el altından hırsızlık yapmaktan başka bir şey değil. Bunun yanında mali reformlar ve en zenginlere yeni vergilerin uygulanması ekonominin gayet ihtiyaç duyduğu dövizin sağlanması açısından bir zorunluluk.
Krizin başından beri halkın, bankalarda rehin tutulan paraları da kurtarılmak zorunda ve bankalar halka dolarlarını geri vermek için bazı varlıklarını (hem ulusal hem uluslararası) elden çıkarmak zorundalar. Bugünlerde olduğu gibi karaborsa oranlarından daha düşük döviz kurları tutularak yapılan dolaylı kesintiler yerine birkaç milyondan fazla olan hesaplardan yapılan daha dürüst ve adil kesintiler yapılmalı.
Tüm bu sorunlar çözülmek zorunda ve yönetim biçiminde köklü değişiklikler olmaksızın bu tedbirler alınamaz ve alınmayacaktır, dolayısıyla ülkenin uzun bir süredir mahrum bırakıldığı ekonominin inşa edilmesi açısından değişmek zorundayız.
DEMOKLESİN KILICI: YA YİNE İÇ SAVAŞ ÇIKARSA…
“Yeni bir iç savaş” korkusu Lübnan’da toplumsal ve siyasal yaşamı ve hareketleri nasıl etkiliyor?
Her zaman olduğu gibi “sistem” kendisini krizde gördüğü her dönemde, her türden mezhepsel ve ırksal sorun ve çatışmayı otomatikman tetiklemeye başlıyor.
Bu sorunlar toplumumuzda ve siyasal yaşamımızda derin kökler tutmuş durumda. Ülkeyi şu anda yönetmekte olan güçler tarafından, mezheplerin veya bölgelerin koruyucuları olarak, kitle desteğini muhafaza etmek üzere sürekli suistimal ediliyorlar.
Her politik güç kendi egemenlik alanında diğerleri üzerinde hakimiyet sağlamaya çalışıyor ve protestocuları, (bazen şiddet kullanarak) kendi liderlerini şiar ve sloganlarına dahil etmemeye zorluyorlar. Bu, Güney’de Emel taraftarlarının çeşitli anlanda protesoculara saldırmasıyla oldu. Chouf ve Aley bölgelerinde Jumblatiler bölgede milis-benzeri hakimiyetlerini uyguladılar. Beyrut’ta kent merkezinde hem Emel hem Hizbullah taraftarları değişik esnalarda protestoculara saldırdılar. Kuzey’de de farklı milletvekillerinin ve bakanların korumaları farklı esnalarda protestocularla gerçek mermi kullanarak ateş açtılar… Protestocular hem devletin hem sistemin koruyucularının aşırı şiddetine maruz kaldı. 5’ten fazla kişi öldü, en az 3’ü de vurularak…
Bunun yanında değişik dönemlerde intihar dalgaları yaşandı…
Ülkeyi yöneten bankalar, devlet ve politik güçlerin uyguladığı tüm bu şiddet bize halka açılmış yeni bir iç savaş biçimidir.
Sonuç olarak, ülkede mezhepsel çatışma tehdidi bölgede tarihsel olarak uzun bir süredir varoldu, ayrıca siyonistler (İsrail kastediliyor) ülke güvenliğimize daimi bir tehdit. Bu tehditleri aşmamız için bugün her zaman olduğundan fazla halkın ihityaçlarını öncelik haline getiren siyasi fikirler etrafında biraraya gelmek, gerçek anlamda daha fazla siyasete girmek, bu bitmez kriz ve yıkım döngüsünden çıkmak için yeni bir ekonomik strateji ortaya koymak ve toplumsal adalet ve eşitliğe dayanan yeni bir yönetim biçimi hayata geçirmek zorundayız.
ÜLKE, YABANCILARIN DOĞRUDAN MÜDAHALESİ ALTINDA
Beyrut limanında 4 Ağustos’ta meydana gelen patlama sonrası yaşananlar ülkedeki aktardığınız durumu nasıl etkiledi?
4 Ağustos 2020 günü, akşam saat 6:08’de Beyrut Limanı’nda feci bir patlama gerçekleşti. 170 kişinin ölümü, 7 binden fazla kişinin yaralanması ve 300 bin kişinin evsiz kalmasıyla sonuçlandı. Aynı zamanda limanın büyük bir bölümünü yok etti ve liman çevresindeki mahallelere ve kent merkezine aşırı ölçüde zarar verdi. Patlama, yüksek yoğunluktaki 2 bin 775 ton amonyum nitratın ateş almasıyla gerçekleşti. Nedeni de, iddialara göre, tutulduğu deponun yanında bulunan ve hava fişek barındıran bölmede başlayan yangın.
Bu hükümet, ve bundan önceki hükümetlerin 2013’den beri bu maddenin varlığından haberdarlardı; bu maddenin Beyrut limanında bulunduğunu,ve limanda bulunan liman yetkilileri ve güvenlik güçleri bundan haberdardı. Böylesi aşırı tehlikeli maddeler, felaketlere yol açan tarihlerinden dolayı, genellikle ücra bölgelerde, yerleşim bölgelerinden olabildiğince uzak yerlerde depolanırlar.
Patlamanın ardındaki gerçek nedenler hâlâ keşfedilmeyi beklerken akıldışı seviyedeki ihmal böylesi tehlikeli bir maddenin varlığından haberdar olan herkesi sorumlu kılar. Patlamanın ülkenin (ithalatın yüzde 80’inin yapıldığı) en büyük limanında ve Lübnan’ın en kalabalık kenti olan başkentin ortasında gerçekleştiğinin kaydedilmesi son derece önemli.
Patlama sonrası ülke büyük bir dayanışma hareketine sahne oldu, binlerce kişi Beyrut sokaklarına dökülerek evlerin, işyerlerinin ve sokakların temizlenmesi için gruplar örgütledi. Tıbbi yardım, yiyecek ve diğer temel ihtiyaçları dağıttı.
Aynı zamanda ülke, bazı yabancı güçlerin doğrudan müdahelesine sahne oldu, bunu Beyrut patlamasından birkaç gün sonra ülkeye gelen ve Lübnan yönetici politik sınıfıyla görüşme yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron başlattı. Bunun yanında başka müdahele biçimleri de, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Lübnan’a varmasıyla gerçekleşti. (ABD’nin federal polis gücü) FBI, Lübnan yetkililerine araştırma sürecinde yardımcı oldu… vs.
Tüm bu girişimler masum yardım hamleleri olarak görülemezler. Bu ülkelerin, Lübnan’da ve bölgede uzun süredir yaydıkları aynı eski emperyalist ve neoliberal planların kesinlikle yeni tezahürleridirler.