Sistemin "soğuk yazarı": George Orwell
Soğuk savaş döneminin ideologları ,bugün hala etkili olan bu söylem ve propagandaları yaymak, insanların sosyalizm algısını olumsuzlamak ve başka bir dünyanın olabileceğini kanıtlayan Sovyetler örneğini karalamak için sadece siyasetin yeterli olmayacağını biliyorlardı.Kültür sanat, edebiyat alanında da etkili olmak gerekiyordu. Ve böylece kapitalist güçler kendi yazarlarını oluşturmaya başladı.
Bu yazarların en başarılısı şüphesiz George Orwell. Hindistan’da İngiliz gizli servisiyle bağlantılı olarak sömürge subaylığı yapmış bir muhbir olan Orwell , sosyalizm karalamaları olan iki ‘’başarılı’’ eser ortaya çıkarmıştır: Hayvan Çiftliği ve 1984.
Orwell hayvan çiftliğini modern bir fabl şeklinde yazmıştır. İngiltere’de Jones adlı bir beyin çiftliğinde yaşayan bütün hayvanlar, insanların eşitsiz ve sömürücü uygulamalarına karşı ihtiyar majör adındaki zeki ve saygın bir domuzun hayvanizm öğretisinden etkilenerek birleşirler ve isyan ederler. Devrimi gerçekleştirmişlerdir. Başlangıçta devrim ilkeleri başarıya ulaştıran hayvanlar eşit ve özgür bir toplum oluştururlar. Fakat bir süre sonra devrim önderliği yapan domuzlar bir diktatörlük kurup diğer hayvanları kullanmaya ve sömürmeye başlarlar. Devrime ihanet ederek insanların sisteminden daha kötü bir sistem meydana getirmişlerdir. Orwell hayvanlar çiftliği ile birlikte; Sovyetler birliğini ve Stalin’i hedef alıyor ve devrimlerin başarısız olacağını, diktatörlüğün hep olacağını,özgür ,eşitlik ve barış içinde bir dünya olanağının imkansız olup, varolan düzenle yetinmemiz gerektiğini sistemin sözcülüğünü yaparak vermek istemiştir.
Sovyetler birliğine hiç gitmemiş olan Orwell, hayvanlar çiftliğinin Ukrayna baskısının (1947)önsözünde’’son 10 yıldan beri Sovyet efsanesinin yıkılması gerektiğine’’ inanan birisiydi.
1984 ise hayvan çiftliğine göre daha açıktan anti-sosyalizm propagandasının yapıldığı bir kitaptır. Kitabı ilk okuduğumuzda tariflenen dünyanın yabancısı olmadığımızı görürüz. Aslında kapitalizmi tarif ediyordur Orwell. Yoksul emekçi mahalleleri, işçilerin hor görülmesi, kameralarla her yerin izlenmesi, insanların sorgulamadan uzak olup kendi düşüncelerinden bile korkar hale gelmesi, sansür, her şeyin gerçeklikten uzaklaşıp iktidarın perspektifine göre yeniden oluşturulması vs..
Fakat ilerleyen sayfalarda geçen devrim,yoldaş,parti gibi kelimeler bizi Orwell’ın asıl amacına götürür. Baş karakter Winston Simith’in içinde bulunduğu İngiliz sosyalizmi , büyük biraderin başta olduğu bir diktatörlük halini almıştır.Her hareket tele ekran tarafından izlenmektedir. Düşünce polisi her yerdedir ve herkes olabilir. İnsanların hayatına şüphe ve korku hakimdir. Winston içinde bulunduğu bu sistemi sorgulamaya başlar. Devrim öncesi hayatı merak etmektedir. Bundan daha mı kötüdür? Devrim öncesini yaşamış insanlara bu soruyu sorar. Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak ister.Birlik olsa belki bu sistem çökebilecektir çünkü. Orwell kitap boyunca Winston’un bu duyguları çerçevesinde sosyalizmi, devrimcileri sistemin ondan beklediği şekilde tahlil eder. Devrimciler duygusuz ve hissizdir. Winston sevdiği kızla bile duygularını gizli yaşamak zorundadır. Bütün bunlara rağmen Winston ‘’kurtuluş işçilerde’’ diyebilmektedir. Orwell polislik yaptığı dönemde sömürgeciliği eleştirmiş ve hayatının bir kısmını geçirdiği emekçi mahallelerde yaşadıklarıyla birlikte kısa süreli de olsa sosyalizme ilgi duymuştur .dolayısıyla bu söz orwell’ın çelişkisinin bir ifadesi olarak ele alabiliriz. Kitabın başka bir yerinde ise ‘’doğa yasası olarak bireyin sürekli yenik düştüğü’’ belirtilir. Ve bu Orweell’ın çelişkisinden -tamda istenilen yönde- nasıl kurtulduğunu ele veren bir cümledir.
Oysa Orwell’ın her iki kitabında da diktatörlük olarak yansıttığı Stalin dönemi Sovyetleri insanın yenebileceğini kanıtlayan örneklerle doluydu.
’’SB, bireysel özgürlüklerin en geniş ölçüde ve kapitalist ülkelerde hayal bile edilemeyecek şekilde yaşama geçtiği ülkedir. “Demokrasinin beşiklerinden” sayılan ülkelerde, örneğin İsviçre’de 1971’de seçme-seçilme hakkına kavuşabilmişken, kadınlar, SB’nde, 1917’den beri ve giderek yönetimde daha çok ve aktif görevler üstlenerek, yönetmekteydiler. Ve demokratik özgürlükler, bu ülkede, kağıt üzerinde kalmaktan çoktan kurtulmuştu. Toplantı yapmak isteyenler toplantı salonlarından, düşüncelerini yazılı olarak ifade etmek isteyenler kağıt fabrikalarından, matbaalardan… yararlanabiliyorlardı.
Artık demokrasinin “nasıl”ı ve “kimin için”i tartışılıyor ve her geçen gün daha geniş kitleler kendileri için demokrasi ister oluyorlardı. Anti-faşist savaşın tutarlı mücadelecisi olduğu kadar emeğiyle geçinenlerin iktidar oluşu ve demokrasinin tüm imkanlarından yararlanışıyla, SB, yalnızca Avrupa değil tüm dünya işçi ve halklarının önünde “kötü örnek” olarak duruyor ve kapitalist ülkeleri “sosyal devlet” olmaya yöneltecek kadar etkili de oluyordu. Emperyalist burjuvazi “sosyal devlet” türü tavizler politikası izlemek zorunda kalmıştı, ama bu duruma tahammül edemeyeceği de ortadaydı. “Soğuk savaş” bu ihtiyaçtan türedi.
SB ve Stalin, bu nedenle, başta “diktatörlük” olmak üzere, suçlamaların hedefi haline getirildi.’’ (kadir yalçın/ Stalin-hitler özleştirmesi/ özgürlük dünyası)
Bugün soğuk savaşın bir kurumu olan Nato’nun hala faal olması,üniversitelerin türk dili derslerinde George Orwell’ın iki kitabının da zorunlu okutulması emperyalist güçlerin tahammülsüzlüğünün sürdüğünün kanıtıdır. Bütün bu tahammülsüzlüğe inat -Ortadoğu halklarının da gösterdiği gibi- insanların eşit, özgür ve barış içinde yaşayacağı dünya mücadelesi sürecektir.
Evrensel'i Takip Et