Siyaset Bilimci Alphan Telek: İşi her an kaybetme korkusu en büyük korku
Siyaset Bilimci Alphan Telek ile pandemiyle birlikte iyice ayyuka çıkan işsizliği ve milyonlarca insanın geleceğe dair taşıdığı güvencesizlik kaygısını konuştuk.
Fotoğraf: Evrensel
Şerif KARATAŞ
İstanbul
İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü Akademi Direktörü (İstanpol) ve Siyaset Bilimci Alphan Telek "Artık Hepimiz Prekaryayız" kitabıyla, güvencesizlerin durumunu inceliyor. “Bugün işyerlerinde tek adam rejimleri olduğu için işler demokratik ve insanları memnun edecek şekilde yürümüyor. İşi her an kaybetme korkusu ise en büyük korku. İşsiz kalma ve işten kaynaklanan bütün statüleri kaybetme korkusu insanları işi elde tutmak için her şeyi yapmaya yönlendiriyor” diyor. Nota Bene Yayınları’ndan çıkan kitapla ilgili Telek, sorularımızı yanıtladı.
Güvencesiz çalışma ile neyi kastediyorsunuz?
Kitapta güvencesizliği şöyle açıklıyorum: “Güvencesizlik işyerinde, toplumsal yaşamda ve siyasette sizi, sizden güçlü olanlar karşısında koruyan bir mekanizma oluşturamamanızdır. Bir başka açıdan güvencesizlik sizi rahatlatacak bir garantinin olmaması durumu. Bu ise sizi sizden güçlülerin talepleri karşısında manipülasyona ve kullanıma açık hale getirir.”
Bu durum hayatınız üzerindeki kontrolü kaybetmenize, pazarlık payınızın azalmasına ve hatta bazen yok olmasına götürür. Kısacası güvencesizlik sizi her an kuşatan, aklınızdan çıkmayan, bütün tavırlarınızı, düşüncelerinizi ve gelecek algınızı etkileyen bir durumdur. Hem de varoluşsal bir durumdur. İtalyancada precariato olarak bulunan bu kavram güvencesiz bir hayat biçimi anlamını taşıyor. Tutunacak dalınız yok ya da çok az. Türkçeye güvencesizlik olarak çevirmeyi tercih ettiğimiz bu kavram Latincede precari olarak biliniyor. Yalvaran anlamında. Yalvaran çünkü pazarlık payı neredeyse yok. Yalnızca tutunacak dalı olmayanlar son çare olarak dilenirler, bir başka deyişle boyun eğerler.
Güvencesizlik bir sosyal sefalet durumunu esas alıyor. Yoksulluk maddi anlamda bazı şeylere sahip olamamanızdır ancak beklentilerinizi bir gün karşılama ihtimalini barındırır. Sefalet ise sadece maddi değil aynı zamanda sosyal beklenti ve statülerinizin kaybıdır. Beklentilerinizin asla olmayacağını bilir ve umutsuzluğa kapılırsınız. Gelecek algınız yok olur. Biliyorsunuz bugünlerde gençler “hayaller ve hayatlar” sözüne başvuruyorlar sıkça. Beklentileri ile yaşadıkları arasında dağlar kadar fark var ve çoğu zaman beklentilerinin altında eziliyorlar.
Milyonlarca insan iş aramaktan dahi vazgeçme noktasında ya da vazgeçiyorlar. Artık ne eğitimde ne istihdamda yer alan binlerce insan var. Bunlar için hayat son derece zor. İşsizlik birçok insanda işe yaramazlık hissi yaratıyor ve bu ise birçok insanımızın kendi buhranında ezilmesine neden oluyor. İşsizlik de bu anlamda hem ekonomik hem sosyal bir güvencesizlik. Ancak iş bulunsa bile işyerinde sayısız güvencesizlik türü var. Çalışanlar yeterli ücret alamayabiliyor, tatil haklarını kullanamıyor, ne zaman ve nasıl çalışacaklarına onların yerine yöneticileri karar veriyor, hedef ve performans sistemi altında bastırılıyorlar. Birbirleriyle de son derece sorunlu ilişkilere sahipler. Bugün işyerlerinde tek adam rejimleri olduğu için işler demokratik ve insanları memnun edecek şekilde yürümüyor. İşi her an kaybetme korkusu ise en büyük korku. İşsiz kalma ve işten kaynaklanan bütün statüleri kaybetme korkusu insanları işi elde tutmak için her şeyi yapmaya yönlendiriyor. Böylece güvencesizliğin en önemli noktasına geliyoruz, güvencesizlik aşağıya yalnızlık, stres, boyun eğme ve sefalet getirirken, yukarıya zenginlik, rahatlık ve seçilmişlik hissi sağlıyor. Bu ise apaçık bir sosyal eşitsizliğe neden oluyor. Karşımızdaki tablo bu.
Burada önemli olansa bu ortak durumun bir sosyal kimlik yaratıp yaratmadığı. Kitabımda bu ortak durumun bir sosyal sınıf için bütün imkanları sergilediğini söylüyorum. Güvencesizlerin sınıfının yani prekaryanın artık dünyada var olduğunu ve kendi taleplerini haykırdıklarını söylüyorum. Kitabın adı o yüzden Artık Hepimiz Prekaryayız.
Güvencesizlik sadece prekarya olarak tanımladığınız kesimlerle ile mi ilgili? İşçi sınıfı ortaya çıkışından beri, bazı ara dönemlerde bazı güvenceleri kazanmış olsa bile, zaten güvencesiz değil miydi? Yani güvencesizlik geçim araçlarına sahip olmamakla ilgili bir durum değil mi?
İşçi sınıfı güvencesiz değil miydi? Elbette. Ama proletaryayı ortaya çıkaran mücadelenin ana ekseni sömürü kavramını esas alırdı. Gündelik hayatın her anını bu açıklardı. Bunun kökeninde ise kapitalizmi oluşturan araçlar üzerinde işçi sınıfı üyelerinin mülkiyetsizliği vardır. Mesele tam da burada. Bugün öyle bir dönüşüm geçirdik ve geçiriyoruz ki yapılan işlerin çoğunda 19 ya da 20. yüzyıldaki gibi bir araç mülkiyetinden bahsedemiyoruz. Bu da kendini en çok hizmet sektöründe gösteriyor. İşte bu noktada kişinin vücudu, hareketleri, konuşması, eğitim durumu, zaman kullanımı gibi birçok unsur mülkiyet alanı haline gelmiş durumda. Bu noktada ise mülkiyetten doğan sömürüden çok kişinin kendi sahip oldukları üzerinden diğer insanlarla kurduğu ilişkinin kurucu unsur taşıdığını düşünüyorum. Bugün, mülkiyet ve sömürü vurgusu kişinin bedenine ve kurduğu ilişkilere kaydı. Artık bu noktadayız. Bu da beni güvence meselesine itiyor, eğer ilişkide eşit ve güçlü konumda iseniz daha güvenceli hale gelir ve manipülasyondan uzak kalırsınız, yok değilseniz işte o zaman güvencesizlik ve aynı anlama gelmek üzere sosyal sefalet başlar.
"GÜVENCESİZLİK ÇALIŞMA VE SOSYAL İLİŞKİLERİMİZE RENGİNİ VURUYOR"
Türkiye’de güvencesiz çalışanlar kimlerdir? Güvenceli çalışanlar kimlerdir?
Ünlü Fransız Aydın Pierre Bourdieu 1997 yılında şöyle diyor: “Bugün güvencesizlik her yerde.” Güvencesizlik bütün çalışma ve sosyal ilişkilerimize rengini vuruyor. O yüzden sosyal anlamda güçsüz konumda olanları vurgulamak için Artık Hepimiz Prekaryayız tabirini kullanıyorum. Bu açıdan baktığınızda Türkiye’de güvencesizler yani prekarya kim derseniz, yukarıda saydığım deneyimlere sahip olan herkes diyebilirim. Güvencesizlik belirli mesleklere, belirli eğitim statülerine ya da kimliklere ait değil. Mesele belki de kimin güvenceli olduğu. Türkiye’nin en çok kazananları, şirket ve banka yöneticileri, ihaleler ile zenginleşenler, yarın kaygısı olmayan herkes Türkiye’de son derece güvencelidir. Biliyorsunuz dünyada yüzde 1’e karşı yüzde ’99 eylemleri oldu. İşte prekarya Türkiye’de bu yüzde 99. Yüzde 1 ise son derece güvenceli, bonuslar ve güvenlik içinde yaşıyor. Bu yüzden ’99 hareketinde büyük bir öfke vardır. Türkiye’de görülmedi sanırım pek ama mesela Gazapizm’in Ölüler Dirilerden Çalacak klibi ve sözleri bu öfkeyi yansıtıyor.