İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkıyoruz
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar iktidarın toplumsal alana yönelik topyekün saldırısının bir parçasıdır.
Fotoğraf:Alex Radelich/Unsplash
Hazal GÖÇMEN
Ankara
Bugüne dek İstanbul Sözleşmesi’ni konu alan etkinliklerin izlenimlerini, genç kadınların taleplerini onların sesi ve kalemi ile dergimizde pek çok kez gördük. Mahallelerde liseli, işçi işsiz genç kadın arkadaşlarımızı yan yana getiren, üniversiteler kapalı olsa da online platformlar üzerinden İstanbul Sözleşmesi’ni hem kendi gündemine hem de etkilediği alanın gündemine alan üniversiteli kadınların sohbet ve toplantılarının sonuçları ile tartışmaları hem birlikte büyütmeye hem de mücadeleyi bulunduğumuz alanlardan yükseltmeye devam ettik. İstanbul Sözleşmesi, eşit yaşam hakkı ile bizlerin gündeminde olduğu kadar, sözleşmeyi hedef alan iktidarın ve gerici odakların gündeminde olmaya devam ediyor. Bu yazıda İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alan saldırıları nedenleri ile birlikte tartışmaya ve ne istediğimizi bir kez daha göstermeye çalışacağız.
AYNI SÖZLEŞME AYNI SİYASİ İKTİDAR: PEKİ DEĞİŞEN NE?
AKP’nin 2011 senesinde ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından bu yana ne sözleşme ne de siyasi iktidar değişti. “Biz bu maddelere imzacı olamayız” tepkisi maddelerin değil toplumsal ve siyasi gelişmelerin değişmesinden kaynaklanıyor. Sözleşme, AKP’nin Kürt sorununda “çözüm sürecini” işlettiği, geniş halk desteğine sahip olduğu ve AB ile ilişkileri sağlam tutma niyetlerinin olduğu bir dönemde kadın mücadelesinin kazanımları ile imzalanmıştı. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği 2014 senesinden bu yana siyasi iktidar otoriter ve muhafazakâr bir rejim inşasını sürdürdü. 2017 senesinde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumu ile kurulmak istenen tek adam tek parti yönetiminin siyasi zemini hazırlandı. Tek adam rejiminin tek dayanağı elbette yalnızca siyasi iktidar değil. AKP-MHP iktidarının dinci-gerici odakları arkasına alarak düzenlemek istediği muhafazakâr toplumsal yapı her şeyin başına yerli ve milli sözünü getirerek tek adam yönetiminin kültürel iktidarda egemenliğini hedefliyor. O nedenle pandemi devam ederken Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, meslek örgütlerine müdahale edilerek baroların itibarsızlaştırılması, İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadın hareketine saldırıların yükselmesi iktidarın kendi dışındaki unsurlara toplumsal alanda herhangi bir alan tanımayarak iktidarını kendi egemenliği altındaki muhafazakâr toplum ile sağlamlaştırmak istemesinden kaynaklanıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar iktidarın toplumsal alana yönelik topyekün saldırısının bir parçasıdır. Dolayısı ile mücadele saldırılara karşı topyekûn mücadele perspektifi ile kazanılmış hakların gasp edilmesini engelleyebilir.
“YERLİ VE MİLLİ” İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Erdoğan’ın “tercüme metinler yerine artık kendi çerçevemizi kendimiz belirlememiz gerekiyor” dediği İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlık aşamaları Türkiye’den Prof. Dr. Feride Acar’ın da katılımı ile gerçekleşmişti. Bugün ise sözleşmedeki tartışma sözleşmede yer alan cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet tartışmasına indirgenerek Türk aile yapısının zarar gördüğü, milli ve manevi değerlerin erozyona uğradığı söyleniyor. Erdoğan’ın, illa tanım gerekirse Türk milleti aileerkil bir millettir, sözleri sözleşmeden çıkılmaktaki ısrarı da kendinde gizliyor. Gerici-faşist rejim inşasında kadın, aile sınırları içerisine hapsedilerek geleneksel rolleri üstlenen aileden ayrı bir varlığı olamayan aile ve ulusal çıkarlar için ikincil cinsiyet rolünü üstlenen bir konuma getiriliyor. Dolayısı ile yerli ve milli İstanbul Sözleşmesi cinsiyet ve cinsel yönelimden kaynaklanan eşitsizliklerin resmiyete kavuşmasından öte bir anlam taşımıyor. AKP’nin kadınlardan aldığı desteğin zayıfladığı bu dönemde kadınları tek adam rejiminin muhafazakâr toplum dayanağı haline getirmekten geri dönmüyor. Gerici odakların argümanlarından birisi de İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken de şiddet devam ettiği için sözleşmenin toplum nezdinde karşılığı olmadığı.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 YAŞATIR AMA NASIL?
Kadına yönelik şiddetin önlenmesini ve cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sonuçların önlenmesi için devletlere sorumluluk yükleyen İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair kanun kadınların yaşadıkları eşitsizlikler karşısında mücadele edebilecekleri yasal dayanakları oluşturdu. Fakat yalnızca bu ikisinin yeterli olmadığı oldukça açık. Devlet görevlilerinin kadınları aşağılayan sözler söylediği, şiddet vakalarının etkin cezalandırma yöntemleri ile cezalandırılmak yerine iyi hal indirimleri aldığı, şiddete uğrayan kadınlara koruma kararının çıkarılmayarak “ailenin korunduğu”, yargı aşamasında dahi kadınları suçlayan soruların sorulduğu bir toplumsal düzende İstanbul Sözleşmesi’nin uygulandığını söylemek hayal olur. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında kadınların ortak sloganı olan “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” yalnızca sözleşmenin yürürlükte kalmasını değil uygulanmasının takipçisi olacaklarını da gösteriyor. Kadın hareketi ve toplumsal mücadeleler kazanılmış hakları ile yetinmeyerek örgütlü mücadele ile ileri birikimleri yaratacak olanaklara sahip olabilir. Bu anlamda İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak topyekûn saldırılara karşı eşit ve özgür bir yaşam için sürdürdüğümüz sistematik mücadelenin bir parçasıdır.