İsrail ile 'normalleşme’ ve Filistin içine uzanan müdahale
ABD'nin, Filistin Lideri Mahmud Abbas yerine Tel Aviv'le iyi ilişkileri olan Muhammed Dahlan’ın öneren açıklamaları tartışma yarattı. "Normalleşmenin arkasında ne var?" sorusu da güncelliğini koruyor.
Fotoğraf: Mustafa Hassona/AA
Ali KARATAŞ
Kays ABBAS
Arap dünyasında son süreçte “İsrail’le normalleşme” hamleleri hız kesmedi. Müdahale Filistin yönetiminin içine kadar uzandı.
Rai al Youm gazetesinin başyazısında aktardığına göre, ABD, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın yerine Washington ve Tel Aviv ile iyi ilişkilere sahip Milletvekili Muhammed Dahlan’ı düşünüyor. Makalede ABD’nin İsrail Büyükelçisi David Friedman’ın İsrael Hayon gazetesine verdiği demeçte, el Fetih Hareketinden ihraç edilen ve şu an BAE’de yaşayan Dahlan’la yönetimi değiştirmeyi düşündüğünü yazdı.
Trump’ın İsrail yönetimiyle beraber yürüttüğü normalleşme hamlesinin arkasında ne olduğuyla ilgili sorular sorulmaya ve analizler yapılmaya da devam ediliyor.
Katar’a yakınlığıyla bilinen el Arab el Cedid gazetesinden Ali Anuzla, “BAE ve Bahreyn normalleşmesinin arkasında ne var?” sorusuna yanıt aradığı makalesinde, genelde analistlerin bunun İran’ın bölgede yayılmasına karşı bir hamle olduğu fikrinde olduğunu yazdı. Anuzla, BAE’nin İran’la olan büyük ekonomik ilişkilerine bakarak bunun doğru olmadığını ifade ederken, “BAE ve Bahreyn’in İsrail ile ilişkilerini ABD himayesi altında normalleştirme beyanını gerektiren şey, Abu Dabi’nin Amerika’nın İsrail’den sonra bölgedeki en iyi müttefiki olarak Washington’daki konumunu iyileştirme çabasıdır” dedi.
Suudi Arabistan basınının amiral gemisi Şarkul Awsat’tan Abdurrahman Raşid de, İsrail’le normalleşme sürecinin her ülkenin dış politika sorunu olduğunu ve her ülkenin böyle kararlar alabileceğini savunurken gelinen aşamanın nedenleriyle ilgili olarak Filistin yönetimini suçladı. Raşid, “İsrail ile olan ilişkiler bütünüyle diplomatik ve ekonomik ilişkilerdir. Eleştirmenlerin söylediği gibi konunun hiçbir şekilde Trump’ı razı etmekle bir ilgisi yoktur. İsrail ile ilişkiler, bu ülkelerin en yüksek çıkarlarını ifade eden stratejik bir eylemdir” dedi.
FİLİSTİNDE DAHLAN’I BAŞKAN YAPMA HAMLESİ
Rai al Youm
Başyazı
ABD’nin İsrail işgal devletindeki Büyükelçisi David Friedman’ın, Netanyahu’ya yakın olan ve aşırılık yanlısı Likud adına konuşan “Israel Hayom” gazetesine, sözlerini büyük bir özenle seçerek yaptığı konuşma ağır kalibreli bir bomba patlattı. ABD, Başkan Mahmud Abbas’ı, “el Fetih” hareketinden ihraç edilen ve şu anda Birleşik Arap Emirlikleri’nde ikamet eden Merkez Komite Üyesi, Milletvekili Muhammed Dahlan ile değiştirmeyi düşünüyor.
Büyükelçi Friedman, işgal altındaki Filistin’deki Amerikan politikasının gerçek mimarı olarak görülüyor. Ve Başkan Donald Trump yönetiminin ülkesinin büyükelçiliğini, işgal altındaki Kudüs’e devretme kararının arkasında da o vardı. Yüzyılın Anlaşmasının Yazarı Jared Kushner’ın vaftiz babası olarak da özetlenebilir.
Bu röportajdan sızanlar, Başkan Abbas’a güçlü ve net bir uyarı mesajıdır. ABD’yi boykot etmekten ve direniş gruplarıyla ve özellikle “Hamas” ve “İslami Cihad” hareketleriyle yakınlaşmaktan vazgeçmesi söylenmektedir. Aksi takdirde, yerine geçecek kişi hazır. Bu baskılara boyun eğecek mi?
Bu “tehdit mesajını” yayımlaması için görevlendirilen söz konusu İsrail gazetesi, “ABD’nin aslında alternatifler aradığına dair tahminler var” dedi. ABD’nin desteğini alan ve Tel Aviv ile yakın ilişkisi olan Milletvekili Dahlan, aralarında en öne çıkanlardan biri. İsrail işgal devleti ile salı günü Beyaz Saray’da barış anlaşması imzalayan BAE’deki varlığı da bu eğilimi destekliyor.
BAE hükümeti geçtiğimiz birkaç yıl, iki eski geleneksel müttefik ile aynı örgütün oğulları, yani katledilmesinden önceki dönemde merhum Başkan Yaser Arafat’ın karşısındaki siperde birlikte duran Abbas ve Dahlan arasında bir uzlaşma düzenlemeye çalıştı. Ancak BAE’nin tüm girişimleri başarısız oldu. Başkan Abbas, uzlaşma şartını kabul etmesine bağlı mali yardımlar sunulmasına rağmen bu ara buluculuğu reddetti. Milletvekili Dahlan ile “Hamas” hareketi arasında yaşanan yakınlaşma ve Kahire’de Mısır himayesinde Yahya Sinwar başkanlığındaki heyetle görüşmesinin ardından iki taraf arasına şiddetlenen gerginlik kopuşa neden oldu. Bu toplantı, bazı taraftarlarının Gazze Şeridi’nde açık bir şekilde faaliyet göstermesine izin verdi.
Filistin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Nabil Abu Rudeina, Büyükelçi Friedman’a yanıt vermek için yaptığı açıklamada, “Tehdit politikası ve sürekli baskılar ile Amerika’nın Başkan Abbas ve liderliğe şantaj yapma girişimleri başarısızlığa mahkum olacak. Filistin siyasi hayatına yöne veren Büyükelçi Friedman’ın baskı, tehdit, sindirme ve ucuz şantaj politikası değil FKÖ’nün belirlediği demokratik temellere göre kendi liderliğine karar veren tek merci Filistin halkımızdır” dedi.
Bir sonraki Amerikan hamlesini tahmin etmek bizim için zor. Büyükelçi Friedman’ın çıkardığı bu duman arkasında, hâlâ küllerin altında olan bir ateş olabilir.
Filistin halkının liderliğini seçtiği konusunda Sayın Abu Rudeina ile hemfikiriz. Bu iki yollar başarılmıştır. Birincisi siyonist işgale karşı silahlı mücadele. İkincisi ise seçim sandığı. Ne direniş ne de seçimlerin olmadığı bu mevcut durumun devamına gelince, bu Amerikan planlarının görevini kolaylaştıracak.
BAE VE BAHREYN NORMALLEŞMESİNİN ARKASINDA NE VAR?
Ali ANUZLA
el Arab el Cedid
Bahreyn'in ve ondan önce BAE’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme anlaşmasına ilgisi nedir? Açıktır ki, bu “anlaşma”nın ana yararlanıcıları, iç siyasette kuşatılmış olan ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’dur. İç başarısızlıklarını örtbas etmek ve yaklaşan seçimleri kazanmalarını sağlamak için bir dış politika zaferine ihtiyaçları var. Peki BAE ve Bahreyn yöneticileri, sundukları bu karşılıksız tavizlerden ne kazanacaklar?
Normalleşmenin bölgede barış ve istikrara hizmet edeceği yalanına inanmayan tüm analizler, konunun İran ile ilgili olduğunu söylüyor. Bu “anlaşma”ya katılan ülkelerin, İran tehdidi olarak tanımladığı şeyle yüzleşmede ortak bir çıkarı var. Bu analizin yazarları, Körfez ülkelerinin bölgedeki artan İran etkisinden duyduğu korkunun, BAE ve Bahreyn hükümdarlarını İsrail ile yakınlaşmaya ve rejimlerinin devrilmesini önlemek için Amerika’ya yaklaşmaya iten şey olduğu gerçeğinden hareket ediyor.
Ancak geniş ölçekte yayılan bu kolay analiz, neredeyse resmi olarak benimsenmiş ve normalleşme anlaşması imzalayan ülkelerin Filistin halkının davasına ihanetlerini haklı çıkarmak için yönlendirilmiştir. Ancak bu analizi ikna edici olmamasını sağlayan şey, özellikle yıllardır bölgede normalleşme politikasına öncülük eden BAE’nin İran ile görece güçlü ekonomik bağlarının olması. BAE Dışişleri Bakanı, İsrail ile ilişkilerinin normalleştiğini açıklamadan önce İranlı mevkidaşını aradı. Resmi haber ajansı, görüşmelerinde “Koronavirüsün tesirleri ile yüzleşmede iki ülke arasındaki ikili iş birliğinin güçlendirilmesi ve etkilerinin ele alınması”nın görüşüldüğünü bildirdi. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’e gelince, görüşmenin “İki ülkemizdeki durum ile bölgesel ve küresel durumlar” ile ilgili olduğunu ve “sağlam, açık sözlü ve çok dostane” bir şekilde geçtiğini yazdı.
Abu Dabi; İsrail ile normalleşmedeki bir sonraki adım hakkında bilgi verdiğine inanılan bu görüşmeden önce bile hiçbir gün İran’a ve onun temel ideolojisine meydan okumadı. Muhammed bin Zayed, her zaman Şii İran’dan çok Sünni İslamcılar hakkında endişelerini dile getirdi. Bölgede kendisine bağlı olan basın, Mısır’daki “Müslüman Kardeşler” iktidarını, istikrarı için İran’dan daha fazla tehdit olarak gördüğünü yazıyordu. BAE’nin hükümdarları Mısır’daki Müslüman Kardeşler rejimini devirmede oynadıkları kirli rolden korkmadılar.
İran tehdidiyle yüzleşmek için İsrail ile ittifakın Amerika’ya yaklaşma iddiasına muhtemelen inansak bile, Körfez ülkelerinin yöneticileriyle, özellikle BAE ve İsrail arasındaki ilişkilerin on yıllardır yürürlükte olduğu biliniyor. Normalleşme resmi olarak ilan edilmeden önce bile Körfez ülkelerinin çoğu İran’ın en büyük düşman olarak nitelendirdiği ABD askeri varlığına topraklarını ve gökyüzünü açmıştı.
BAE ve Bahreyn’in İsrail ile ilişkilerini ABD himayesi altında normalleştirme beyanını gerektiren şey, Abu Dabi’nin Amerika’nın İsrail’den sonra bölgedeki en iyi müttefiki olarak Washington’daki konumunu iyileştirme çabasıdır. Ve Washington ile ilişkilerini ve dolayısıyla bölgedeki etkisini güçlendirmek için Trump’ın süregelen iktidarına oynuyor. Ne yazık ki, Abu Dabi yöneticileri yakın zamandaki tarihi tecrübelerden bile faydalanmıyorlar. İran’a yakınlaştığı ve terörü desteklediği gerekçesiyle Katar’a karşı abluka uygulandığında, Washington’u yanlarına almada başarılı olamadılar. Abu Dabi, İran’ın 2019’da deniz sularında petrol tankerlerine saldırmaktan sorumlu olduğunu iddia ettikten sonra ABD ile İran arasında gerginliğin fitili ateşlendiğinde ve aynı yıl Suudi Arabistan’daki petrol tesislerine yapılan saldırıda Amerikan cevabı beklendiğinde yine hiçbir şey olmadı.
İsrail ile ilişkilerini normalleştirme acelesi olan Abu Dabi yöneticileri, yeni planlarının, Amerikan yönetiminin Trump döneminde “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırılan “stratejik vizyon” bağlamına girdiğine inanıyorlar.
Şu anki ABD Başkanı için önemli olan, her ne pahasına olursa olsun ikinci dönem iktidarda kalmasıdır. “Yüzyılın Anlaşması” sağın, siyonistlerin ve Hıristiyanların sadakatini kazanmak için yapılan bir hileden başka bir şey değildir. Çünkü bu anlaşma Filistinliler reddedince başarısız oldu.
Siyonist varlık ile BAE ve Bahreyn arasında kaba pragmatizm ve hastalık düzeyinde narsisizm ile motive edilen yeni anlaşma, İsrail’in bölgeye müdahalesine kapıları sonuna kadar açmaktadır. Bu nedenle, iki yeni anlaşma, bölgedeki her şeyi yok edecek gelecek savaşların bir ilanıdır. Bölgenin ve halkının geleceğini yıllarca ve on yıllarca ipotek altına almaktadır.
İSRAİL İLE İLİŞKİLER ÜLKELERİN STRATEJİK EYLEMİDİR
Abdurrahman RAŞİD
Şarkul Awsat*
Önce Ürdün ve Mısır, şimdi de BAE ve Bahreyn. Engeller yıkılıyor. Sudan bunu kısmen gerçekleştirdi. Umman memnuniyetle karşıladı. Suudi Arabistan’ın kapıları açık ve diğerlerinin de buna katılması uzun sürmeyecek.
İsrail ile Arap ilişkileri treni Manama’da durmayacak. Öte taraftan açık bir şekilde ortaya çıktı ki Filistin yönetimi beklenmedik gelişmelerle başa çıkamayacak. Oynadığı hamlelerde başarısız oldu. Arap Birliği toplantısında BAE’nin İsrail ile ilişkilerine karşı durulması girişiminde tek bir oy bile alamadı. Filistin yönetimi tarihinde ilk kez böyle bir ‘Oy birliğiyle reddedilme’ durumuyla karşı karşıya kaldı. Katılımcılar Filistin yönetimi gibi diğer her ülkenin de kendi adına karar verme hakkı olduğunu söylediler.
Görünüşe göre Filistin liderliği gerçeklikten tamamen uzak ve yarım asırdır kendisini tereddüt etmeden destekleyen Arap ülkelerinin içinde bulunduğu kusurları anlamaya çalışmakla ilgilenmiyor.
Dramatik değişiklikler bağlamında iki mesele sık sık dile getirildi. Bu ilişkilerin, başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ı desteklemekten ve onu memnun etmekten ibaret olduğu söylendi. Ayrıca bunun aslında yıllardır var olan fakat saklanan ilişkilerin kamuya ilanından ibaret olduğu söylendi.
Ramallah’taki kardeşler olan biteni basitleştiriyorlar. Oysa mesele daha derin ve daha önemli. İsrail ile olan ilişkiler bütünüyle diplomatik ve ekonomik ilişkilerdir. Eleştirmenlerin söylediği gibi konunun hiçbir şekilde Trump’ı razı etmekle bir ilgisi yoktur. İsrail ile ilişkiler, bu ülkelerin en yüksek çıkarlarını ifade eden stratejik bir eylemdir. ABD seçimlerine gelince, bunun için bir İsrailli yetkiliyi kabul etmek, ortak bir konferans veya tenis maçı düzenlemek gibi bir medya propagandası yeterli olurdu.
İsrail ile ‘masa altı ilişkileri’ denilen şey ise son değişikliklerle artık önemi kalmayan bir konudur. Zira ekonomik, teknik ve askeri düzeyde atılan ve tamamlanan adımlar bundan daha derindir. Bugün bölge İran ve Türkiye’nin yayılmacı politikaları karşısında ciddi varoluşsal krizler yaşıyor ve bu ülkeler Filistin liderliğinin ne düşündüğünü hesaba katamıyor. Kurulan ittifaklar, devletlerin açık mesajlarını taşıyan diplomatik ve askeri çalışmaların bir parçasıdır.
Merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, aynı fikirde olmadığı kişilerle seyahat eder ve onları ikna etmeye veya dinlemeye çalışırdı. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a ve daha sonra Hüsnü Mübarek’e yapamayacağını söylüyordu. Irak ve Suriye’deki Baas rejiminin tüfekleri için kolay bir hedefti ve silahlı adamlarının çoğu bu ülkelerin topraklarındaydı. Bölge değişti, Saddam ve Kaddafi oyunun dışında kaldı. Mesele artık Esed’i ilgilendirmiyordu. Filistin liderliği kendini ön safa atabilir ve masada bir sandalyesi olması konusunda ısrar edebilirdi. Tahran’ın bir sözüyle tutumlarını değiştirecek Hizbullah ve Hamas’ın yerine mevcut durumdan istifade edebilirdi.
*Şarkul Awsat’ın Türkçe sitesinden alınmıştır.