İşçi mektubu: Sıra hangimizde?
“Özellikle çocuklarımızın geleceğine karşı duyduğumuz endişeyle hayata tutunmaya çalışıyoruz. Ama bu hayattan sessiz sedasız çekip gidenleri duyuyoruz, görüyoruz, biliyoruz.”
Furkan Celep | Fotoğraf: DHA
Gebze’den bir işçi
Gebze deyince ne gelir aklınıza? Türkiye’nin en büyük sanayi kentlerinden birisi mi? Metalden petrokimyaya, gıdadan lojistiğe her iş kolundan binlerce fabrika, onlarca organize sanayi bölgesi mi? Türkiye’nin her yıl açıklanan 500 büyük firmasının içinde -yerlisi yabancısı- yer alan koca koca fabrikalar mı? Ya da ölümlü işçi cinayetleri, meslek hastalıkları, makineye kaptırılan kol ve bacaklar, işçi intiharları mı? Ne gelir aklınıza, sendikalaşma mücadelesi veren işçiler mi, onlarca grev direniş mi? Gebze biz işçiler için yaşarken cehennemin öbür adı, patronlar için kâr cenneti!
10 GÜNDE 3 ACI OLAY YAŞADIK
Son 10 gün içerisinde Gebze’de 3 acı olay yaşandı. 47 yaşındaki Ferro Döküm İşçisi Niyazi Ak çalıştığı dökümhane bölümündeki potadan dökülen kızgın lavların altında kalarak yaşamını yitirdi. 39 yaşındaki biri bebek 3 çocuk babası Levent Akar isimli işçi artan boçları ve geçim zorluğu karşısında intihar ederek yaşamını yitirdi. Daha 18 yaşında ömrünün baharındaki Kargo İşçisi Furkan Celep kayalıklardan atlayarak yaşamına son verdi. Geride hüzün yüklü bir mektup bırakarak…
Hani bu korona günlerinde memleketin tuzu kuru zenginleri, patronları yalılarında, köşklerinde zevki sefaya devam ederken, biz fabrikalarda çarkları döndürmeye, kasaları doldurmaya devam ettik. Hatırlarsınız değil mi sokağa çıkma yasakları geldiğinde 20 yaş altı gençlerden işçi olanlar bu kısıtlamanın dışında tutulmuştu. Furkan Celep bu gençlerden birisiydi. Üstelik salgın dönemlerinde en ağır şartlarda çalışmaya mahkum edilen market ve kargo işçilerindendi. Mektubunun bir yerinde şöyle diyor Furkan: “İş hayatı bana çok yorucu geliyor, hem içten hem dıştan yıpranıyorum.”
Bu sömürü düzeni bizlerin insanca yaşamamıza fırsat vermiyor. Bizi insan yerine de koymuyor. İnsan gibi yaşamak öyle ev, araba, yiyip içmek de değildir. Biz işçiler yan gelip yatalım, hiç emek ve alın teri dökmeden yaşayıp gidelim demiyoruz; çalışmanın, emek ve alın teri dökmenin insani bir sorumluluk olduğunu biliyoruz. Ama nasıl oluyor da bu düzen çalışmayı bir zulüm haline getiriyor. Emek harcamadan tüketen, ne kadar çok şeye sahip oluyorsa kendini mutlu ve ayrıcalıklı hisseden, malı, mülkü, lüks arabası, villasının fiyatına göre kendisine değer biçen insan mıdır? Paranın ve mülkün saltanatının sürdüğü bir düzen insani ve kabul edilebilir midir?
BUNU ANCAK YAŞAYAN BİLİR
Sabahın 6’sında gün ışımadan kalkıyoruz. Fabrika servisine yetişmetelaşı içinde ağzımıza cigara altlığı bir iki lokma attık attık, önümüzde en az 10 saati bulan yorucu ve yıpratıcı bir çalışma düzeni bizi bekliyor. İşçi sağlığı ve işçi güvenliğinin olmadığı koşullarda çalıştırılmak adeta savaşa gitmek gibi, mesailerimizi kelle koltukta tamamlamaya çalışıyoruz. Çalıştığımız fabrikalarda bir yanda her an kapımızı çalabilecek bir ölüm riski, diğer yanda sefalet ve işsiz kalma tehdidi. Kömür karası gözleriyle baba ya da annesine bakan çocuklarımıza değil bir okullarda istenen ikinci el bir tableti almak, okul harçlığı bile verememek ya da yeteneği ve ilgi alanı olarak spor lisesini kazanan lise çağındaki oğlunu servis parası bulamadığı için mahallesindeki bir okula göndermek zorunda kalmak… Bunu ancak yaşayan bilir!
Bir çoğumuz ailemize, sevdiklerimize, dostlarımıza karşı bir şeyler yapamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Hepimizin yüreğinde bir çaba var, özellikle de çocuklarımızın geleceğine karşı duyduğumuz endişeyle hayata tutunmaya çalışıyoruz. Ama bu hayattan sessiz sedasız çekip gidenleri duyuyoruz, görüyoruz, biliyoruz. Taşınmaz yüklerin altında ezilip, umutsuzluk ve çaresizlik içinde hayata kapılarını kapatmak zorunda bırakılan işçi kardeşlerimiz, emekçi kadınlarımız, gençlerimiz çok uzağımızda değil, yanı başımızda.
Emeğimizin gasbedilmesine, hepimizi kirleten bu sömürü düzenine karşı mücadele etmek boynumuzun borcu. Öyle bir sömürü düzeni ki Gebze Dilovası’da bulunan eski adı DEBANT yeni adı COROZON ambalaj fabrikasında intihar eden işçi kardeşimiz Bayram Kömürcü’nün cansız bedeni yerde yatarken üretimi devam ettiren kan emici ve vahşi bir düzen. İnsana değil, sömürüye ve paraya değer veren işçi hayatlarıyla beslenen vampirlerin düzeni.Şimdi bu vampirlerin düzenine karşı işçi sınıfının itirazını ve sesiniyükseltme zamanı. Ama unutmayın ekmeğimizi bölüşmeyi, dertleşmeyi, acımızı ve sevincimizi paylaşmayı beceremezsek, birlikte mücadeleyi nasıl başaracağız. Yalnız olmadığımızı, yere düştüğümüzde bizleri kaldıracak işçi kardeşlerimizin olduğunu, kendimizin de yere düşen bir işçi kardeşimizin yanında durmayı başarmamız gerekiyor.
Yoksa yeni Furkanlar sırada!