Pandemide ne yapıldı? Ne yapılmadı?
Eşit ve parasız eğitim hakkımıza ne kadar sahip çıkacağımız, bunun için ne kadar mücadele edeceğimiz hem bugünümüzü hem de geleceğimizi belirleyecek.
Fotoğraf: Freepik
Ekin Yoldaş KALI
ODTÜ
Koronavirüsün yayılmaması için alınan önlemler arasında öğrenci gençlik için en önemli mesele iktidarın eğitimin uzaktan devam etmesi için aldığı karar oldu. Halihazırda devam eden yüksek ve orta öğrenim düzeyindeki örgün eğitim birçok sorun içeriyordu. AKP iktidarı süresince eğitim tam anlamıyla piyasanın ihtiyaç duyduğu kalifiye elemanları yetiştirmek üzere yeniden yapılandırılmaya girişildi.
Elbette burada hedef yalnızca öğrencilerin ileride kalifiye olması değil aynı zamanda dindar, kindar olması ve her koşulda iktidara biat etmesiydi. Eğitimin içeriğinin bilimsel yöntemlere ve gelişmelere göre değil iktidarın ideolojisi doğrultusunda yeniden yapılandırıldığı bu süreçte nitelikli eğitime ulaşmak giderek emekçi sınıfların genç kuşakları için daha da zorlaştı. Özellikle lise düzeyinde niteliği zayıflayan eğitimin açığını kapatmak için dershaneler-kurslar-özel eğitim merkezleri vb. birçok liselinin gelecekte bir iş sahibi olabilmek için üniversiteye hazırlanmasının alanıydı.
İktidar tarafından bu alanların kapatılmasıyla birlikte özel kolejlerin önü açıldı ki dershaneye dahi gidemeyen birçok genç için özel okul ve kolejlerde eğitim görmek imkânsız hale geldi. Özetle, AKP iktidarı eğitimi bir yandan ticarileştirip sermayeyi beslerken öte yandan eğitimin içeriğini de sermayenin daha çok işine yarayacak elemanlar yetiştireceği üzere adımlar attı, atıyor. “Parası olmayan da okumasın” deniyor, milyonlarca gence işsizlik ya da ağır baskı ve sömürü koşullarının yolu işaret ediliyor.
İMKANSIZLIKLAR İÇERİSİNDE KENDİ KENDİNİ EĞİTEN GENÇLER
Pandemiyle birlikte bu eşitsizlik ayyuka çıktı. Bir sınıf ortamında paylaşıma ve geri bildirimlere dayalı olmayan bir metot eğitim olarak değerlendirilemez. Uzaktan uygulanan eğitim modeli ancak niteliği tartışmalı olan bilgiye uzaktan erişimdir. Bu süreçte öğrencilerin koşulları gözetilmeden lise düzeyinden EBA TV ile, üniversite düzeyinde çeşitli platformlarda erişim sağlanmaya çalışıldı. Ancak öğrencilerin derslere katılması için telefon, tablet, bilgisayar, kotasız ve erişilebilir internet hiçbir eğitim kurumu tarafından sağlanmadı. Keza bu imkanlara sahip olan öğrenciler ise evlerinde uygun ortama sahip olmama gibi sorunlarla boğuştu. EBA TV üzerinden erişime açılan dersler sosyal ağlar üzerinden videolar izleyip bir şeyler öğrenmenin, “kendi kendini eğitmenin” ötesine geçmedi. Tüm imkansızlıklar içerisinde öğrenciler gelecekleri için öneme sahip olan üniversite sınavına girmeye zorlandı. Yeni dönemin başlamasıyla EBA TV’nin çökmesi özel okul zinciri patronu bakan Ziya Selçuk tarafından olumlu değerlendirildi. Hala çöken sisteme ulaşmak için bile evinden çıkıp telefonun çektiği bir yere giden, evin bir köşesine kapanıp ders çalışmaya çalışan birçok genç var.
UYGULANAMAYAN UYGULAMALI DERSLER
Bir yandan üniversitelerin bir kısmında dersler senkron yürütülse de sistemler defalarca çöktü. Akademik eğitimin sınava entegre hale gelmesiyle öğrencilerin bu süreçteki “başarısını” ölçmek için kamera, mikrofon açık sınavlar düzenlendi ancak öğrencilerin evlerde uygun ortamı olup olmadığı, olsa bile bunun özel yaşamın ihlali olduğu göz ardı edildi. Üniversitelerdeki uygulamalı dersler uzaktan verilmeye çalışıldı ancak adı üzerinde uygulamalı olan derslerin niteliğini ve bu derslerden elde edilen mesleki deneyimi neredeyse sıfıra indirdi. Uzaktan eğitim olarak adlandırılan süreçte erişim sorunu her düzeyde öğrenci için eşitsizliği derinleştirdi. İktidar bu eşitsizliği ortadan kaldırmak üzere uygulamalarda bulunmak yerine açıkça öğrencilere “her koyun kendi bacağından asılır” diyerek, milyonlarca öğrenciyi maddi yoksunlukların içerisinde bir şekilde kendilerini eğitmeye terk etti. Özel okulları ne olursa olsun açacağız ısrarında olan iktidarın bakanı Ziya Selçuk, özel okullarda vergi indirimine gideceğiz diyerek ticarete can vermeye soyundu. Okullar kapalıyken alışveriş merkezleri, tatil yerleri açıldı. Fabrikalarda ve iş yerlerinde üretim hiç durmadı, sokağa çıkma yasağında dahi özel izinlerle işçiler ve emekçiler salgına rağmen çalışmaya zorlandı. Emekçilerin zorunlu olmayan alanlarda üretimin durdurulması, herkese ücretli izin verilmesi, yaygın test ve ulaşılabilir-ücretsiz sağlık gibi taleplerini görmezden gelen iktidar salgının artarak ilerlemesinin önünü açtı. Bunlar sağlanmadan okulların açılması çeşitli zorluklar içeriyor. Peki, iktidar aylardır neden okulların açılabileceği koşulları yaratacak önlemler almıyor? Virüs bizden sıkılıp ülkeyi kendiliğinden mi terk edecek de okullar açılacak?! Eşit ve parasız eğitim alabilmek her yurttaşın anayasal hakkıyken iktidar bu uygulamaları ile eğitim hakkını açıkça gasp ediyor.
BU SÜREÇTE NE YAPILMADI?
İktidarın tüm bu önlemleri alabilmesi ve öğrencilere teknik ekipman, erişim sağlayabilecekleri bir ortam; eğitimin içeriğinin sürece göre planlanması için ve okulların açılması için imkanlara sahip olup olmadığına bakalım. Pandeminin ilk zamanlarında iktidar 100 Milyar TL’lik “Ekonomik İstikrar Paketi” açıklamıştı. Bu paranın %98’i halka dağıtılmadı. Elektrik, benzin, gıda vb. temel yaşam giderlerine zam üstüne zam gelirken ve buralarda vergi artışına gidilirken başta Cengiz İnşaat, Limak Holding gibi yandaşlar olmak üzere patronların milyarlarca liralık vergi borçları silindi, ertelendi.
BİM pandemi döneminde %100 net karla 5,8 milyar TL elde ederken halkın cebinden de Elektrik faturası için ekstra %32,3, doğal gaz faturası için ekstra %34,7 para çıktı.
Koç Holding yılın ilk yarısındaki kârını %100 olarak açıkladı, aynı dönemde kamu bankaları %200 kar elde etti. Elde edilen bu karlar zamlanan faturaları desteklemek için kullanılmadı. Pandemi sürecinin başladığı ilk iki ayda iktidar 915 milyon TL’ye silah ve savaş teçhizatları için kullandı, pandeminin daha hafif atlatılması ve halkın sağlığını korumak için kullanmadı.
Yeni kalkınma planı BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) ile entegre edilmiş kıdem tazminatı düzenlenmesiyle Bireysel Emeklilik Fonu bu yıl 147,8 milyar devredildi. Bu 147,8 milyar pandemi dönemi çalışamayan ve kirasını, faturasını ödemekte zorlanan halk için kullanılmadı.
Yani iktidar burjuvaziden gelirine göre vergi almak yerine hiç vergi almayıp, vergiyi de zammı da bizim sırtımıza yıktı. Emekçi halk ve genç kuşakları yoksullaşıp açlık ve ölümle karşı karşıya kalırken iktidarın bir parçası ve temsilcisi olduğu sınıfın zenginliği büyüdükçe büyüdü. Öte yandan halktan bağış adı altında 2 milyar TL toplanırken bu 2 milyar da en temel ihtiyaçlarımız olan maske dezenfektanı dahi elde etmemiz adına kullanılmadı. Bu kaynaklar bizlerin yararına değil patronların yararına kullanıldı. İktidar imkân olmadığından salgını yönetemediği için değil, kendi sınıf çıkarlarını korumak için bu önlemleri almadı, almamaya devam ediyor.
NE YAPILMALIYDI? NE YAPILMALI?
Salgının yayılmaması için neredeyse hiçbir önlem alınmazken eğitim hakkının açıkça iktidar tarafından gasp edildiğini görüyoruz. Türkiye’de mevcut koşulları göz önünde bulundurduğumuzda eğitimin nasıl devam edeceği sorunu aynı zamanda halk sağlığı sorununun da bir parçasını oluşturuyor. Zorunlu olmayan alanlarda üretimin durdurulması ve herkese ücretli izin sağlanması, maske-dezenfektan ve temizlik malzemelerinin ücretsiz olması, sağlık hizmetinin ulaşılabilir olması ve yaygın test uygulanması öğrenci gençliğin de eğitim hakkına ulaşabilmek için güncel taleplerini oluşturuyor. Tüm bu önlemler ile birlikte yurtlarda odaların ve ortak kullanım alanlarının, dersliklerin ve amfilerin salgın koşullarına göre yeniden yapılandırılması, üniversite ve liselerde sağlık merkezleri kurulması ve pandemi için uygun hale getirilmesi ile okulların açılması gerekiyor. Uzaktan erişimin sağlanması için tablet, telefon, bilgisayar gibi araçların ve kotasız, erişilebilir internetin devlet tarafından ücretsiz sağlanması, evlerde uygun ortamı olmayan öğrenciler için bulundukları alanlara yakın merkezler oluşturulması eşitsizliği gidermek için şart. Hem orta hem de yüksek öğrenim düzeyinde derslerin içeriği ve notlandırma işleyişi hala sürece uygun değil. Sınav yerine ödev ya da proje ile ölçme uygulaması, uygulamalı derslerin telafisinin sağlanabileceği bir zamana bırakılması, dersler için kullanılan uygulamaların interaktif bir şekilde ve öğrencilerden gelen geri bildirimlere göre belirlenmesi eğitimin niteliğindeki zayıflamanın önün geçilmesi için atılmak zorunda olan adımlar. Tüm bu süreçte öğrencilerin alacağı eğitimin düzeyine ve biçimine doğrudan karar verebilmesi için kendi temsilcilerinden oluşan yapılar ile sürece doğrudan dahil olması da bir zorunluluk olarak duruyor. Çünkü üniversiteler öğrencilerden geri bildirim almadan kapalı kapılar ardında eğitimi uzaktan mı, yarı yarıya mı, yüz yüze mi uygulayacağına karar veriyor; üniversitelilere ise belirsizlik içinde beklemek düşüyor.
İşsizlik her geçen gün artış içerisindeyken mevcut koşullar bizi geleceksizliğe sürüklemeye devam ediyor. Bu koşullar içerisinde eşit ve parasız eğitim hakkımıza ne kadar sahip çıkacağımız, bunun için ne kadar mücadele edeceğimiz ise hem bugünümüzü hem de geleceğimizi belirleyecek. Bu hakkın sağlanması için gerekenden çok daha fazla imkân mevcut ve bu imkanları iktidar değil bizler yaratıyoruz. Kendi yarattığımız imkanların kendimiz için kullanılmasını istemekten daha doğal ne olabilir ki?