21 Kasım 2012 17:06

Edebiyat yaşamı savunmaktır

Edebiyat nerede? Nerede olsun, olduğu yerde başının çaresine bakıyor. Hep öyle olmadı mı? Kendi başına yalnız kalmadı mı? Yalnız bırakılmadı mı?Edebiyat her şeyden önce dil demek, yeni bir dil yaratmak demek. Yaratılan bu yeni dille yepyeni bir dünyaya, bir şiir, bir öykü, bir roman dünyasına açılmak demek. Bu dünya ins

Edebiyat yaşamı savunmaktır
Paylaş

Adnan Özyalçıner

Edebiyat nerede? Nerede olsun, olduğu yerde başının çaresine bakıyor. Hep öyle olmadı mı? Kendi başına yalnız kalmadı mı? Yalnız bırakılmadı mı?

Edebiyat her şeyden önce dil demek, yeni bir dil yaratmak demek. Yaratılan bu yeni dille yepyeni bir dünyaya, bir şiir, bir öykü, bir roman dünyasına açılmak demek. Bu dünya insana, yaşama açılan bir dünyadır. Savaşların, baskıların, ölümlerin, öldürümlerin yaşandığı dünyamızda insanın, insanlığın mutluluğunu, eşitliğini, kardeşliğini, bir aradalığını yaşayacağı, yaşatacağı bir dünyanın, en azından, habercisidir. Edebiyat bir yaşama sevincidir, geleceğe güvendir, umuttur. Düşlerle, hayallerle, güzelliklerle, hep güzelliklerle, iyiliklerle, mutluluklarla, sevinçlerle yoğrulmuş bir yaşam özlemidir. Edebiyat, edebiyatçı, yazar hep bunu söylemeye çalışmıştır. İnsanın onurlu bir yaşam süreceği bir dünya kurmaya çalışmıştır.  Savaşların, acıların, baskıların, haksızlıkların, ölümlerin, öldürümlerin sürekli yaşandığı, yaşatıldığı dünyaya karşılıktır yaptıkları, yapmak istedikleri.


 

Benim kişisel olarak ölçeğim şu oldu: Ben anası babası okuma yazma bilmeyen bir ailenin çocuğuydum. Babam işçiydi. Bütün çocukluğumla ilk gençliğim İstanbul’un kenar semtlerinden birindeki bir işçi mahallesinde geçti. O mahalledekiler çektikleri acıları derinden duyuyor, aralarında tartışıyorlarsa da ifade edemiyorlardı. Hayalleri, düşleri, gelecek umutları vardı, dillendiremiyorlardı. Edebiyat onların dili olabilirdi. Onun için öykülerimde onlar vardır. Doğu Anadolu’yu görüp Kürtlerle karşılaştığımda İstanbul’daki işçi kesiminin yoksunluklarıyla yoksullukları onları da pençesine almıştı. Üstelik dilsizdi onlar bir de.  Konuşarak bile kendilerini ifade etme olanakları yoktu. Onların dili olmak, yaşadıklarını, açıkçası yaşayamadıklarını anlatmak edebiyatın işi olmalıydı. Onun için onları da dillendirdim.

Edebiyat çağına, gereğinde gününe tanık olmaktır. Yaşananları dile getirmektir. Yaşatılanların karşısında durmaktır. Yaşamı savunmaktır. Has edebiyatçılar, gerçek yazarlar hep böyle yaptı.  İnsanın, insanlığın güzellikler, iyilikler ortasında onurlu bir yaşam sürmesini istedi/istiyorlar.

Hepsi iyi güzel de, her zaman, edebiyat istediğini yapamıyor. Ya yaptığı, yapmak istediği iyi şeyler perdeleniyor ya da düpedüz engelleniyor. Edebiyatın baştan beri düşüncesini özgürce ifade edememekten başı derttedir. Bu konuda çok badireler atlatmıştır/atlatıyor.


METALAŞTIRMA EDEBİYATIN ÖNÜNÜ KESİYOR

Bugün edebiyatın önünü kesen önemli başka bir şey var. Edebiyatın metalaştırılması. Kapital sahiplerinin ele geçirdiği edebiyat tanıklıklardan, düşünceyle düşündürtmekten alıkonularak serüvenci, cinselliği alabildiğine abartılmış, gerçekliği yansıtmayan fantezilere dayalı, boyun eğen, mistik bir yaşamın sözcüsü yapılmak istenmektedir. Bu konuda desteklenip çoksatarlığa yönlendirilerek sabunköpüğü, düşündürtmeyen, oyalayıcı, genel geçer bir edebiyat öne geçirilmiştir. Edebi değerlerin yerini reklâm değerleri almıştır/almaktadır. Bunların içlerinde çağının belki de gününün tanığı olanlar yok mudur? Vardır elbet. Ama onlar çağının ya da gününün ne özünü ne de düşüncesini yansıtırlar. Çağı da günü de dekor olarak kullanmaktadırlar. Buysa onlara yalancı bir parlaklık, içi boş da olsa takma bir çekicilik kazandırmaktadır. Çağcıl olmak da böylece, özellikle sahteleştirilmektedir.

Gerçek edebiyatın özellikle de edebiyatı geliştirecek olan genç yazarların okurlarına ulaşmada bir sorunu vardır bugün. Dağıtım sorunu. Öncelikle genel dağıtıcılar, bir ay içinde belli sayıda satmayan kitapları geri yollamaktadır. Kitapçılarsa yeni çıkan kitaplar için belli bir raf ömrü, sözgelimi bir ay, on beş gün gibi, belirlemiştir. Bu sürenin sonunda o kitabı dükkânda görmeniz olanaksızdır. Ya tezgâh altında bir yerdedir, ya da çoktan genel dağıtıcıya geri gönderilmiştir. Çoksatarlar, çok sattırılanlar edebiyatı bir de bu yönden perdelemektedir.

Bundan böyle edebiyat, düşünce kitaplarını yasaklamaya gerek yoktur. Edebiyatı ele geçiren kapital sahipleri onları zaten kendi yöntemleriyle yasaklanmaktan beter ediyor. Yok saydırıyor.


EDEBİYAT BAŞININ ÇARESİNE BAKACAKTIR

Ne olursa olsun edebiyat, yalnızlaştırılmak istense de başının çaresine bakıyor/bakacaktır. Bu hep böyle olmuştur. Markalara aldırmadan kendi bildiği yolda ilerleyecektir. Çünkü ilerici olan odur. Öne çıkarılanlar yerinde sayar. Kendi parlak görünüşlerine aldanarak yerlerinde sayacaktır. Kuşkunuz olmasın!


ADNAN ÖZYALÇINER KİMDİR?

1934 yılında İstanbul’da doğan Adnan Özyalçıner, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türkoloji okudu. 1967’de şair Sennur Sezer’le evlendi. Cumhuriyet gazetesinde 20 yıldan uzun bir süre düzeltmen olarak görev yaptı. 1974 - 1989 yılları arasında Türkiye Yazarlar Sendikası’nın genel sekreterliğini yaptı. 1981’de YAZKO’nun ikinci başkanlığına getirildi. Aralarında Yazko Edebiyat, Yazko Çeviri ve Hürriyet Gösteri’nin de bulunduğu edebiyat dergilerinin yazıişleri müdürlüğünü yaptı.


Yarın: Necmiye Alpay (Dil Bilimci)


HAZIRLAYAN: ERKAN ARAZ

evrensel.net

ÖNCEKİ HABER

Devlet koruması cezaya dönüştü

SONRAKİ HABER

Anayasa değişti ama sömürü devam ediyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa