Tarihten sesleniş: "Evlat" Oktay Etiman
Betül Koca, ölüm yıl dönümünde Oktay Etiman'ın anısına yazdı: "Ne zaman zorlansam, ne zaman işler sarpa sarsa, Oktay Etiman’ı ziyaret ederdim. Sanki bir tarihe sarılır gibi"
Fotoğraf: Mehmet Özer
Betül KOCA
Ankara
Oktay Etiman ile tanışma hikâyemiz, “Evlat, gel seninle bir çay içelim” seslenişiyle Ankaralıların buluşma noktası olan Konur Sokak’ta yaşandı. Tarihin tozlu raflarında yarın bir gün yer alır mı, bilemem ama. Bizim tarihimiz nedense toz tutmuyor. Tıpkı aynı kuşaktan olmayıp birbirimize seslendiğimiz gibi…
"Evlat gel senle bir çay içelim…"
Bu sözü duyduğumda, tarihten bana seslenildiğini bilmiyordum.
Yaklaşın, anlatayım…
Konur Sokak’ta Kızıldere’yi anma bildirileri dağıttığımız bir gün sokaktan geçen bir kişi bildiriyi alıp yüzüme fırlattı. Ne yaptığımızı açıklamaya çalıştım ama çok utanıp, üzülmüştüm. Sonra gittim anıtın köşesine oturdum. O anda biri, “evlat” diye seslendi. Döndüm, “efendim” dedim… “Gel sana Mülkiyeliler’de çay ısmarlayayım” dedi. Tabi ben bana seslenen bu kişinin, THKP-C kurucularından Oktay Etiman olduğunu bilmiyordum. Ama o gerginliğin ardından “evlat” diye samimi bir sesleniş, bana güven duygusunu oluşturmuştu…
Mülkiyeliler Birliği’ne oturduk, çay istedik. Yaşar Abi’yi bilirsiniz, sokağın en güzel renklerinden biridir. Biz otururken duvardaki afişi gösterdi ve “Yolumuz Çayan’ların yoludur” dedi. Oktay Etiman ile bakışıp gülüştük; “elbette” dedik…
Ben daha çok konuştum. Oktay Etiman ise oldukça mütevazı, doğal, sakin... Hâlâ anlamlandıramadığım derin bir sessizliği vardı. Bizlere bir şey anlatır gibiydi...
Birbirimizle daha çok sohbet etmeye başladık. Çok soru sordum ona, öğrenmek istedim.
“Çok işkence gördünüz mü?” diye sorduğumda, bunu cevaplamadı. Eminim ki yılgınlığa yol açmamak için anlatmıyordu.
Ne zaman zorlansam, ne zaman işler sarpa sarsa, Oktay Etiman’ı ziyaret ederdim. Sanki bir tarihe sarılır gibi… Şimdilerde bunu yapıyorum, dönüp tarihimize bakıyorum. Biliyorum ki Türkiye devrimci hareketine vurdukları en büyük darbe buydu; tarihsizleştirme…
Bu nedenle biz aynı kuşaktan ve aynı gelenekten gelmesek de “evlat” sözü, tarihi bir sesleniş gibi gelirdi bana. Mahir’lerden, Deniz’lerden bir söz gibi…
Tarihin derinliklerinden birine tanıklık etmek bana gurur vermişti.
Beni en çok güldüren, içimi ısıtan şu hikayesini ise hiç unutmuyorum...
Örgütün İstanbul eylem grubu içerisinde Türk Ticaret Bankası Erenköy Şubesi soygununda yer alan Etiman, yıllar sonra bu bankaya hesap açtırmaya gider. Karşıdaki kadın “daha önce şubemizde hesabınız var mıydı?” diye sorar. Etiman’ın yanıtı, “1971’de bankanızı soymuştuk” olur…
En son onu hastane kapısında gördüm. Gittiğimde bilinci kapalıydı. Kapıdan baktım. İçimden “evlatların burada” dedim… Hastaneden ayrılışımdan üç saat sonra ölüm haberi geldi… Zaten ıssız olan Ankara sokakları, ıssızlığına daha da ıssızlık kattı…
Son zamanlarda çok zorluklar çekti, ekonomik sıkıntılarda yaşadı. Ama bunu hiç yansıtmadı, kendi kabuğunda yaşardı bunları.
Bizler hiçbir zaman ağlamamaya çalışırız, özellikle bir devrimciyi uğurlarken… Cenaze töreninde elime megafonu aldım, Dev-Genç Marşı’nı söylemeye başladım…
“Deniz Gezmiş, Mahir Çayan devrim için öldüler. Devrimciler ölürler ama devrimler durmaz sürer’’ derken; dayanamadım ve ağlamaya başladım. Mahir’in yoldaşı; seni göğsümüzde uğurlamanın acısı o an ağır geldi… Çünkü varlığınızı hissetmek, nefes almak gibiydi. Issızlaştık…
Bugünlerde de zaten oldukça sessiz ve ıssızız; biliyorum…
Bir sabah uyanıyoruz; 18 yaşında bir genç, mektup bırakmış bizlere…
“Kendimi zamanla duygusuz bir insana dönüşüyormuşum gibi hissediyorum. Bunlar bana göre değil, ben böyle olmak, hayatımın geri kalanına duygusuz bir insan olarak devam etmek istemiyorum.”
İnsan gibi yaşamanın çığlıkları içinde ses veriyor. Ve bu bana çok ağır geliyor…
Yine bir sabah uyanıyoruz. Kürdü helikopterden atmışlar, annesine kargoyla cenaze gönderiyorlar.
Nefesim daralıyor… Okuyorum, okuyorum, bakıyorum…
Yine bir sabah, henüz 20’sinde bir genç, Duran Baysal, çalıştığı inşaattan düşüp ölüyor…
Bakıyorsun; yine bir sabah kadın cinayetleri…
Çocuk tecavüzleri…
Bir adam çıkıp ‘’Soylu sana sesleniyoruz, biz de milliyetçiyiz” diyor… Musa Orhan serbest bırakılıyor…
Doktorlar ölüyor… Çıkıp “TTB kapatılsın” deniyor…
Gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler…
Bitmiyor
Soruyorum dosta; “bu işler daha ne kadar kötüye gidecek, ölü günlerde miyiz artık?”
Dost cevaplıyor: “Daha da kötüye gidecek, gittiği yere kadar. Sonra birden bir bakacaksın, iyiye gidecek. Son cümle kalsın aklında...”
“Sonra birden bir bakacaksın, iyiye gidecek” diyor; umut aşılıyor…
Alp Altınörs “başımı eğmeye çalışma” diyor; umut aşılıyor…
Gençler yürüyor… “Unutmak yok, affetmek yok, 10 Ekim’i unutmadık” diyor; umut aşılıyor…
Mithat Sancar bir şiir okuyor: “Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak, hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak, tarih sussa, hakikat susmayacak’’ diyor; umut aşılıyor…
İnsan umuda aç olur mu? Tüm gün bu şiir okunur mu? Ben okudum!
Türkiye devrimci mücadelenin tarihi, dayanışma örnekleriyle, sesleriyle dolu; yeter ki kulak verelim...
Bu toplumsal hüzün, çöküntü içinden çıkmak elbet mümkün!
Hep birlikte söyleyelim; “tarih sussa hakikat susmayacak”!
Ki biz tarihin derinliklerinden seslenenlerin seslerini işittik...
Sel olup akacağız!