Yönetmen ve Oyuncu Nedim Saban: Tiyatromuzun bağışıklık sistemi hep düşüktü
Tiyatrocu Nedim Saban'la özel tiyatroların pandemi nedeniyle yaşadığı krizi konuştuk.
Nedim Saban / Fotoğraf: İlker Gezici
İsmail AFACAN
İstanbul
Pandemiden en çok etkilenen kültür sanat kollarının başında özel tiyatrolar geliyor. Özel tiyatroların acil talepleri var ama devlet desteği ise yetersiz. Çözüm üretilemezse normal zamanlarda bile ekonomik sorunlar yaşayan özel tiyatrolar perdelerini kapatma noktasına geldi. Tiyatrocular geçtiğimiz pazar günü Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileriyle görüşme gerçekleştirdi ve taleplerini yineledi.
Yönetmen ve Oyuncu Nedim Saban’la özel tiyatroların son durumunu, sorunlarını, acil taleplerini, Bakanlığın sunduğu destek paketini konuştuk. Türkiye tiyatrosunun ekonomik sorunlar karşısında bağışıklığının düşük olduğunu söyleyen Saban, “Bakanlık toplantısı sonuç verirse, tiyatroyu tiyatrocuların oluşturduğu bir kurul şekillendirecek. En önemlisi de adım adım tiyatro yasasına gidilecek.” dedi.
An itibariyle özel tiyatroların durumu nasıl?
Alınan mesafe bir arpa boyu yol kadar olmadı denilebilir. Bunun nedenlerinden biri Türkiye tiyatrosunun örgütlenme konusunda çok geç kalmış olması. Bazı örgütlenme çabaları ve oluşumlar vardı tabii, krizin tetiklemesiyle biraz hızlanılsa da bence çok geç kalındı. Aslında sebebi ambalajın altında aramak lazım. Türkiye tiyatrosu altın çağını yaşıyor algısı yaratılmıştı, bu yüzden rehavet çökmüştü. Bu topraklarda tiyatro yapmanın hep ağır bir bedeli olmuştur, sanki sanat yöneticilerinin her krize açık olması, her an kriz olacakmış gibi düşünmeleri gerekir. Pandemi olmasaydı da mutlaka başka bir kriz olurdu zaten. Şu kadarını söyleyeyim, yıllar önce domuz gribinde bir iki ayda yaşadıklarımızı toparlamak bile bir iki yıl sürmüştü. Tiyatromuzun bağışıklık sistemi hep düşüktü yani. Öte yandan, tiyatronun bir sektör olması hep küçümsendiği ve popüler tiyatro ile ticari tiyatro karıştırıldığı için, estetik ve politik görüşlerimizi, dünyaya bakışımızı bir kenara koyarak sektör olarak bir masaya oturmayı beceremedik, halen beceremiyoruz. Tiyatrolar sekiz aydır kapalı ya da yok denecek kadar az sayıda perde açılıyor. Ancak halen sorunlarımızı net olarak ortaya koyamıyoruz. Ürettiğimiz çözüm önerileri boşlukta kalıyor. Ancak ben aşılacağından umutluyum.
Özellikle sosyal medyada kampanyalar yürütülüyor. Tiyatro Kooperatifi, çeşitli açıklamalarla taleplerini dile getiriyor. En son açıklamasında tiyatroların çöküşte olduğunu söyledi. Neler söylemek istersiniz?
Herkes farklı ifade ediyor kendini, bu da son derece doğal. Canımız acıyınca değişik tepkiler veriyoruz ama canı acıyan başkasının canını acıtmaya kalkıyor. Tam da istenilen bu değil mi? Tiyatrocular birbiriyle anlaşamaz algısı! Aslında kavgalarımız daha iyi tiyatro yapmak için olmalı, çoğunlukla da böyle ama sosyal medyanın hızıyla çok yüzeyselleştiriliyor. Sanatın yapısında biriciklik ve farklılık var, şuradaki ağacı dört kişi farklı çizecektir tabii ama sektörel olanla sanatsal olan karıştırılmamalı, sektöre yoğunlaşmalıyız. Komşunu beğenmek zorunda değilsin ama onun var olması mahalleni geliştirir. Bizim tiyatromuzda son yıllarda daha da acısı var: Komşumuzu tanımıyoruz yahu! Tiyatrocular tiyatroya gitmiyor. Birbirini beğenmemek için önce izlemek lazım. Sadece herkes birbirinin ne yaptığıyla ilgili fikir sahibi.
Ben her zaman diyalogdan yanayım, pratik çözümler üretilebilir, kalıcı çözümler için öneriler de getirilebilir, zaten bütün dünyada birkaç uygulama var, bunları bulmak ve uygulamaya sokulmasını sağlamak büyük bir deha da gerektirmiyor.
Peki neden yapılamıyor?
Hep söylediğim gibi, kültür sanat dünyası ile kültür sanat dünyası hakkında karar verenler arasında uçurumlar var. Teknolojideki gibi ara yüz dediğimiz dönüştürücüler yok. Belki de var ama çok yıldılar, bezdiler. Kendi adıma o haldeyim mesela. Sürekli aynı şeyleri anlatmaktan sıkıldım. Durumu ciddiye alıyor, proje raporları yazıyorsunuz, o raporları da okuyan ya da dönüştüren olmuyor.
Tiyatrolar çöküşte sloganı tam derdimizi ifade etmiyor bence. Tiyatro yaşar ama yaşama telaşına düşünce, evrimini tamamlayamaz, çağa ayak uyduramaz. Dünya savaşlarından sonra nasıl farklı bir yere evrildiyse, şimdi de yeni anlatım kaynakları aramak zorunda. Tiyatro bu savaştan sağ salim çıkar, ancak şöyle söyleyeyim yaralarını sarmakla uğraştığı için, hareket kabiliyetini kaybeder. Oysa belki engelleriyle barışık biçimde hayata devam etmeli tiyatro! Ama tabii her koşulda önce bir soluk almalı.
Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı özel tiyatroların yarasına ne kadar merhem oluyor? Tiyatro Kooperatifi Kültür ve Turizm Bakanlığına özel tiyatrolara verilen maddi desteğin kriterlerini sordu. Pek çok tiyatro da Bakanlığın bahsettiği kriterleri yerine getirmelerine rağmen ekonomik destek alamadıklarını duyurdu. Son olarak Bakanlıkla yapılan görüşmede siz de yer aldınız. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ben açıkçası Bakanlığın yaklaşımını iyi niyetli buluyorum. Destek miktarını da neredeyse üç katına çıkarttılar, ancak kim olduklarını bilmediğimiz bir güç tarafından engellenen bir şey oldu sanki. Oysa pandemi döneminde kurulan diyalog çok daha iyi yürütülmeliydi. İlk bu söyleşide dillendiriyorum: Çok sevindirici bir şey bakanın yirmiye yakın tiyatro sanatçısı ve meslek örgütü temsilcisini karşısına alması, hataları düzeltmeye hazır olması, eleştirileri dinlemesi oldu. Tabii ki Bakanlığın görevi kültürü yaşatmak olmalı, ama genelde bürokratlara anlatırdık derdimizi, Bakanlarla da toplantılar nezaket ziyareti kalıplarında kalırdı.
10/15 yıl önce tiyatro destek yönetmeliği delindi. Oysa o yönetmelikte sadece yapımcı değil, yazar, eleştirmen, oyuncu örgütü temsilcilerinin olduğu bir yardımdan söz ediliyordu. Ana işiniz tiyatro değilse desteğe başvuramıyordunuz, hatta en az üç sezon perde açmış olma ve süreklilik mecburiyeti vardı. Yıllar önce bir baktık, alakasız dernekler ya da şirketler girmiş içeri.
Mesela benim takıldığım iki şey vardı: Komisyon kararları açıklanmıyormuş çünkü destek alan tiyatrolar bunun ticari bir sır olarak kalması için dilekçe vermişler zamanında. Öte yandan vergi borcu olanlar başvuru yapsa, gerekirse yardım miktarının içinden borç düşülse sorusuna da, o zaman Bakanlığa söz verdikleri projeyi yapamıyorlar yanıtını aldım. Yurt dışındaki modeller gibi vergiden muaf tutulmak Maliye Bakanlığının sorumluluğu… İyi bir örgütlenmeyle bunu da başarabilir tiyatrocular. Çok arkadaşımın bu süreçte canı yanıyor, Bakanlık toplantısı sonuç verirse, tiyatroyu tiyatrocuların oluşturduğu bir kurul şekillendirecek. En önemlisi de adım adım tiyatro yasasına gidilecek. Devlet Tiyatroları sahnelerinden yararlanılacak. Bunu başarabilirsek, bizden sonraki kuşaklar bir nebze rahat edecek. Ben mesleğimi “Oyun satma”, “Yardım alma”, “Sigortasız adam çalıştırma” gibi jargonlar içinde tartışmaktan inciniyorum artık.
Bakıyorsunuz 500’e yakın tiyatro başvurusu var, 200 şirket yararlanıyor. Peki üretim gerçekten artacak mı? Seyirciye bir yararı olacak mı? İşin ilginç yanı, bugünün tiyatrosunu kayıt altına alması gereken akademisyenler, eleştirmenler bu kurumları görmezden mi gelecek, yoksa izleyip, değerlendirecek mi? Bu kurumların nasıl bir sahne estetiği var? Seyircileri kim, onlara nasıl bir kazanım sağlıyorlar? Bunu da eleştirmenler değerlendirmeli. Anadolu tiyatroları, gelenekselciler, çocuk tiyatroları çok daha fazla destek hak ediyor, ancak bu destek orada bir köy var uzakta mantığıyla değil, yapılan işe göre dağıtılmalı. Ancak böyle olursa gelişen bir tiyatrodan söz edebiliriz. Tiyatrolar çöküşteyse, bu çöküşün durdurulması seyirciye de yansımalı uzun vadede.
Özel tiyatroların pandemiden kaynaklı acil talepleri var. Ama normal zamanlarda bile ekonomik sorunlar yaşayan özel tiyatroların yapısal sorunları olduğu vurgulanıyor. Özel tiyatroların yapısal sorunlarını biraz açar mısınız? Bu konudaki çözüm önerileriniz nelerdir?
Yapısal sorunlar teknik konular gibi görülebilir, bence önce tiyatronun toplumsal faydalarını anlatmalıyız. Neden tiyatro, nasıl tiyatro, kime tiyatro… Tiyatrosuz kalmış bir toplumda neler olur? Geçen gün bir araştırmadan söz ettiler. İnsanın dokunma, dokunulma ihtiyacı vardır, bunu gerçekleştiremediği durumda ölümü hızlanır! Pandemide “Aman dokunma” diye yaşıyoruz, e zaten politik ortamda dokunan yanıyor! Peki dokunmanın yasak olduğu bir toplumda tiyatro nelere dokunacak?
Tiyatrocular sürekli isteyen ve karşılığında hiçbir şey vermeyen insanlarmış gibi bir algı operasyonu var. Dizilerde yüz binlerce alırlar, yattıkları yerden tweet atarlar. Durum hiç de böyle değil. Çok zor koşullarda günlük işçi statüsünde çalışan arkadaşlarımızın sırtına yüklemişiz Türkiye tiyatrosunu. Bu ağır yükü nasıl taşısınlar? Çok değerli Vedat Türkali’yi de anarak bitirelim: Sanatçı neden işçi olarak anılmaktan incinir demişti bir ödül töreninde. Ben tiyatromuz yaşasın protestolarında seyirciyi de görmek isterdim mesela. Bir işçi, bir öğrenci, bir aydın, bir emekçi tiyatromuz neden yaşamalı konusunu çok daha güzel anlatabilir bence.
"İBB ÇOK OLUMLU ADIMLAR ATTI"
*İstanbul Şehir Tiyatroları sahnelerini özel tiyatrolara açtı. İlk olarak İBBŞT’nin bu desteğini nasıl değerlendiriyorsunuz? İkincisi bu tip dayanışma örneklerinin çoğaltılması özel tiyatrolara ne kadar soluk aldırabilir?
İBB çok olumlu adımlar attı. Bunlardan başka biri de cumhuriyet döneminin ilk tiyatro binası olarak yapılan Cemil Topuzlu’nun tekrar tiyatroya kazandırılması oldu. Sahnede hayatlarını geçirenler, yine sahnede ve pandemide kaybettikleri morali alkışlarla kazanacaklar. Daha güzel bir şey olabilir mi? Şehir Tiyatrosu sahnelerinin açılması çok önemli. Belediye bünyesinde bu kadar çok kültür merkezi varken neden ŞT diye soranlar oldu. O sahneler teknik olarak donanımlı ve hazır bir seyirci var. Farkındaysan kimse tiyatronun seyirci boyutunu sorgulamıyor. Şehir Tiyatrosu seyircisi çok daha büyük bir çeşitlilik ve zenginlikle karşılıyor sezonu, göreceli olarak daha düşük bilet fiyatlarıyla oyun seyredebiliyor, bunu bir festival gibi düşünmek lazım. Hem özel tiyatroya, hem seyirciye, hem Şehir Tiyatrosuna yarar getirecek hale getirilmesi için daha da geliştirilmesi lazım. Biz o sahnelerden yararlanırken, kurumdaki insanın hakkını yiyorsak, bunu da tartışmalıyız. Mehmet Ergen vizyona sahip bir sanat yönetmeni. Zor koşullarda hazırladığı repertuvar da heyecan verdi bana, ama özel tiyatro dayanışması, tiyatro yazarı yetiştirmek, 39 ilçede 39 gençlik tiyatrosu kurmak önemli şeyler.
Öte yandan İstanbul Şehir Tiyatroları programında ilk kez Kürtçe bir oyun yer aldı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aksini düşünmek mümkün mü? Halen Türkiye tiyatrosu sözünü tartışanlar var ama Türkiye tiyatrosu için olması gereken bir adım. Kaldı ki açılım döneminde Devlet Tiyatrosunda da benzer bir çalışma yapılmıştı. Tekil örnekler olarak kalmamalı. Bu topraklarda ana dilinde tiyatro yapan irili ufaklı nice tiyatro var, ilk aklıma gelen Şermola Performans estetik olarak da benim için bambaşka bir yerde duruyordu ama artık yok! Güçlükle perdesini açan ve oyunlarını Kürtçe sahneleyen toplulukların kabul görmemesi düşünülebilir miydi?