11 Ekim 2020 00:01

Şair Sultan Gülsün: Şiir yazarken aynılığı kırmaya çalışıyorum

Sennur Sezer Emek-Direniş Ödülü’nü kazanan Sultan Gülsün; ilk şiir kitabı “Lilipütyen”i anlattı.

Görsel: Lillipütyen kitabının kapağı

Paylaş

Hakan GÜNGÖR

Sennur Sezer Emek-Direniş Ödülü’nü kazanan Sultan Gülsün’le ilk şiir kitabı “Lilipütyen”i konuştuk. Gülsün “Anlaşılması güç bir yazı dilim var çünkü aynılığı kırmaya çalışıyorum. Yer yer birbirinden farklı kimliklere, mücadele hatlarının tarihsel ve felsefi düşlemine temas ediyorum.” dedi.

Son dönemde Yılmaz Güney ve Sennur Sezer adına düzenlenen yarışmada ödül kazandın. Ve ardından gelen ilk kitap. Hem heyecan hem sorumluluk yaratıyor olmalı…
Lillipütyen’de bulunan şiirler birçok sese bürünerek dünyayı kurtarma zorunluluğunu yineleyen şiirler idi. Doğumu 23 yılda tamamlanmış bu çocuk, dünyayı birlikte kurtarabileceği dostlar edinecekti. Değer görülmüş bu iki onur ben gıyabında hayatıma dokunmuş, sesimi kısmış ya da sesimin kısıldığı yerden bağırmaya devam etmiş herkese ve her şeye değer görülmüştür. Kaldı ki her iki değerlendirmede de emeklerin yarıştırılmadığını ve amacın ortak platformda bir araya gelmek olduğunu bildiğim için bir temsil ismi olmanın vicdani rahatlığını duydum. İnancımın yorulduğu dönemde mücadeleyi sürdürmek için sesimi yeniden duyurabileceğimi anımsatacak bir ses Sennur Sezer’in sesi, bir ses de Yılmaz Güney’in sesi olacağı için gururluyum.

Dergilerde ve sitelerde ilk okuyuşta görünenden fazlasını vadetmeyen şiirlere çok sık rastlıyoruz. Sizin şiirlerinizse biraz daha emek istiyor okur açısından. Eksenin dışında olmak size neler hissettiriyor?
Anlaşılması güç bir yazı dilim var çünkü aynılığı kırmaya çalışıyorum. Yer yer birbirinden farklı kimliklere, mücadele hatlarının tarihsel ve felsefi düşlemine temas ediyorum. Bu değinimlerin arasında geçiş sağlamak için bilimi, yön belirteci olarak sunmayı doğru buluyorum. Bizler kapıya gelmese bile herkesi dost olarak görüp evine buyur eden kadim geleneğin ardılıyız. Eksiltili nidaları, sessiz çağrışımları şiiri okuyan dostlar için minderini alıp oturabilsin ve tamamlamayı düşleyebilsin diye bırakıyorum ardım sıra. Ben de bir ötekiyken eksen dışında olmayı sorgulamadım hiçbir zaman. Üretimlerin mülkiyet ve popüler kültürün gereklerine, normallerin tekeline girmesine üzülüyorum, sadece. Hal böyle olunca “dışındalık” konumundan ziyade “içindelik” durumuna karşı radikal yazmaya sevk eden çağrılar olduğunu varsayıyorum. Çünkü dışarıda olmak “İçeriden çıkın’’ çağrısıdır.

Birtakım duyguları ya da temaları anlatırken bir başına değilsin, çok kalabalıksınız kendi şiir evreninizde. Edebiyatçılar, filozoflar, kentler sıklıkla karşımıza geliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Aldığım öğrenim süresince sayısal bilgiler yoğunlukta olduğu için zihnimdeki tek yönlü gidiş yolunu okumalar yaparak zenginleştirmeye çalıştım, uzunca bir süre. Buna rağmen rasyonaliteden kopuşu tam anlamıyla gerçekleştiremedim. Kurgu okumalarımı bile teorik okumalara oranla daha geri planda tutuyordum ister istemez. Araştırmama olanak sağlayan çok fazla akımla, terimle, kavramla tanışma fırsatım oldu. Araştırmalarımın sonucunda uzun soluklu teori okumalarını neden şiirler aracılığı ile aktarmıyorum diye düşündüm. Yazmakta olduğum şiirlere o dönemden itibaren daha deneysel yaklaştım. Kentleri, düşünürleri, dönemleri, tez ve antitezlerini ağırladım, dizelerde. Yalnızca benzer düşündüklerimi değil birbirinin güncel koşullarda devamlılığını getirmiş farklı anlayışları da değerlendirdim. Açmazların şiiriyle tanışacak, okurlar.

Bir yandan işçi sınıfının koşullarına dair de söyleyecek şeyleriniz var. “Ben yağmalanmış işçi sınıfının/ şiirine cevaz verme utancıyla,/ dağlara eğdim yüzümü.” dizelerinde olduğu gibi. Toplumsal gerçekçilikle nasıl bir bağı var yazdıklarınızın?
İşçiler için işçi “sınıfı” tabirini kullanıyorken mücadele noktasını görüyor ve göstermek istiyordum. Slogan, kortejden dağlara erişiyordu. Doğaya varıyordu. Emekçileri sömürenlerin, bu sloganı duymamasını ise yine kendi üzerimden eleştiriyordum. Düzenin sömürdüğü, sınıfsal zeminde konuşlandırdığı işçiler, emekçiler zaten biziz. Yaşam bizden ileri gelmekte. Bizim bir araya gelmemiz gerekliydi ve bu bir aradalık sanatsal üretimlerle ivme kazanmalıydı. 

Kent yaşamına dair betimlemelerde ayrı bir dilsel zenginlik olduğunu söyleyebiliriz kitabın bütünü için. “Birkaç defa daha çarpık kentleştim,/artık yıkılabilirim.” Diyorsunuz mesela. Kentli bir şiir olarak tanımlar mısınız şiirinizi?
Kıra özlemini dile getiren, kırı kentleştirenleri eleştiren kentli bir şiir… Yaşadığımız yuvayı ve bu yuvanın bilgisine erişmeyi öteliyoruz, rutinde. Çözümü talep ederek bekleme halinde olmamız durgunluk yaratıyor ve bu stabiliteyi oluşturan peronlar değil mi, kentler? Sorunun cevabı da soruda. Önemli olan kenti sorgulamak bu noktada. Diyalektiği önemli bulduğum için sorgulamaları paylaştım, şiirlerde.

Son olarak “Gecekondu Fanzin”i sormak isterim. Bir fanzin yayımlamak nasıl bir deneyim sağladı?
Gökdelenlere karşı gecekondulardan “Varız” demek için evrenlerimizi bir araya getiriyorduk. Üniversitede fanzin çevresinde buluştuğumuz arkadaşlarımız ile edebi yayılıma ek olarak okumalar gerçekleştireceğimiz politik bir çizgi, refleks oluşturmaya çalışıyorduk. Bizim için fanzin kültürü edebi başkaldırının frekans dalgalarıyla denklik taşıyordu. Maddi boyunduruğa tabi tutulmadığı, kolektif eğilimleri baz aldığı ve üretime ket vurmadığı için egemeni reddediyor; kuralları yazarlarına bırakıyordu. Yayıncılık literatürüyle anılacak profesyonel bir deneyim olmasını amaçlamadık. Bizim amacımız tepkisel olarak kendimizi ifade edebilmek üzerineydi. Tıpkı gecekondularda tez büyüyen çocuklukları anlayabilmek ve anlatabilmek gibi inanın çağrısına “İnanıyoruz” demekti fanzin.

ÖNCEKİ HABER

Gülsuyu ve Gülensu'da dönüşümün mahalleliye dönüşü: Hak kaybı!

SONRAKİ HABER

10 Ekim Ankara Katliamı'nda yaşamını yitirenler Kadıköy'de anıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa