Kavala’nın eşi Prof Dr. Ayşe Buğra: Artık yalan söyleme gayreti bile gösterilmiyor
Bir beraat ve iki tahliye kararının ardından hazırlanan yeni iddianamede ‘casusluk’ ve ‘darbe girişimi’ ile suçlanan Osman Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra: Yalan söyleme gayreti bile gösterilmiyor
Fotoğraf: DHA
Meltem AKYOL
İstanbul
Osman Kavala 1077 gündür cezaevinde. Bir beraat ve iki tahliye kararının ardından bu kez hazırlanan yeni iddianamede ‘casusluk’ ve ‘darbe girişimi’ ile suçlanan Osman Kavala’nın eşi Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra; “ailece işkenceye maruz bırakıldıklarını” söyleyerek ekledi: “Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Bağımsız yargının işlediğine inanmasının çok zor. Artık yalan söylemek gayreti bile gösterilmiyor.”
Osman Kavala’nın avukatları Köksal Bayraktar, Tolga Deniz Aytöre, İlkan Koyunca ile Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Anadolu Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala'nın Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun karara bağlanacağı gün tamamladığı ve mahkemeye sunduğu yeni iddianameyi basın toplantısı ile değerlendirdi. Malum, Kavala için yeni iddianamede ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ başlıklı 309. maddeden ağırlaştırılmış müebbet ve ‘casusluk’ başlıklı 328. maddeden 20 yıla kadar hapsi isteniyor.
"YARGILAMAYI ÇORBAYA DÖNÜŞÜRÜP ELİMİZE DE ÇATAL VERDİLER…"
Toplantıda ilk söz Avukat Tolga Deniz Aytöre'nin. Osman Kavala’nın yargılama sürecinin bir çorbaya dönüştürüldüğünü söyleyen Aytöre, ellerine de bir çatal tutuşturulduğunu belirtiyor. Yargılama sürecini hatırlarsak Aytöre’nin ne demek istediği daha da anlaşılır olacak. Şöyle özetlemeye çalışalım: Oman Kavala 1 Kasım 2017 yılında tutuklandı. Bu tarihte verilen tutuklama kararı tek dosyada bulunan 2 suçlamayı içeriyordu. Bunlardan biri Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. maddesinde düzenlenen ‘anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıydı, diğeri ise TCK’nın 312. maddesinde düzenlenen ‘T.C. Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçlamasıydı. Yani Kavala hakkında 2 maddeden bir tek tutuklama kararı vardı. İlerleyen süreçte savcılık bu tek dosyayı ikiye ayırdı, tutuklamaları da ikiye ayırdı. Dolayısıyla herhangi bir hakimlik sorgusu ya da mahkeme kararı olmadan birdenbire Osman Kavala’nın biri 309. maddeden, diğeri 312. maddeden olmak üzere 2 tutuklama kararı oluverdi. 312. maddeden yapılan yargılama bizim Gezi dosyası olarak bildiğimiz dosya. Bu suçlamaya ilişkin iddianame Osman Kavala’nın tutukluluğunun 16. ayında kabul edildi. Bu dosyadan yargılama devam ederken Kavala hakkında 309. maddeden bulunun diğer tutuklama kararı çıkarılan Yargı Reformu paketi kapsamında 11 Ekim 2019 tarihinde re’sen kaldırıldı. Yani Kavala bu maddeden ilk tahliyesini almış oldu. Bu arada 10 Aralık 2019’da Osman Kavala’nın başvurusunu görüşen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kavala’nın siyasi sebeplerle tutuklu olduğunu bildirerek ‘derhal tahliye’ edilmesine karar verdi. Burada bir noktanın altını çizmek gerekir ki, AİHM Osman Kavala için verdiği karar yalnızca 312. madde için değildi, karar 309. maddeyi de kapsıyordu. Bu karara rağmen de Osman Kavala serbest bırakılmadı. Ve tarihler 18 Şubat 2020’yi gösterdiğinde tek tutuklusu Osman Kavala olan Gezi davasında karar çıktı. Karar Osman Kavala ile birlikte yargılanan tüm isimlerin beraatını hükmediyordu. Bu suçlamadan beraat eden Kavala eşyalarını toplamış cezaevinden evine gitmeyi beklerken Vatan Caddesi'ndeki Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Ve çok geçmeden tutuklama kararı çıktı. Kavala bir kez daha hakkında re'sen tahliye kararı verilen 309. maddeden tutuklandı. Çok geçmeden 9 Mart 2020 tarihinde Kavala hakkında TCK’nın 328. maddesinde düzenlenen ‘casusluk’ suçlamasıyla bir tutuklama kararı daha çıktı. Bu arada Kavala Gezi Dosyasından beraat ettiği gün yeiden tutuklanmasına vesile yapılan 309. maddeden bir kez daha tahliye edildi. Böylece Kavala 2 tahliye 1 beraat kararı almış ancak yine de cezaevinden çıkamamış oldu.
Süreç Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Kavala dosyasını görüşeceği 29 Eylül 2020’ye kadar devam etti. Tam AYM’nin Osman Kavala dosyasını görüşeceği gün 328. maddeden maddeden iddianame düzenlendiği düştü ajanslara ve AYM de toplantısını belirsiz bir tarihe erteledi.
"GEZİ DOSYASINDAKİ SUÇLAMALARIN GİRDİĞİ İDDİANAMEDE NE HİKMETSE DOSYADAKİ BERAAT KARARI YOK…"
Gelinen aşamanın hukuk olarak açıklanmayacağını söylüyor Avukat Tolga Deniz Aytöre. İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamenin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 170. Maddesinde yer alan unsurları taşımadığının altını çizen Avukat Aytöre, suçlamaların da somut delillere dayanmayan ‘varsayımsal kurgular’dan öte olmadığını üstelik yasanın aradığı 'suçun' işlendiğine dair yeterli şüphenin de iddianamede olmadığını belirtiyor.
Avukat Aytöre, Kavala’nın beraat ettiği Gezi davasındaki delillerin yeni iddianameye tekrar konulduğunu vurgulayarak, “Suçlama için yeterli şüphe yoktu. İddianame ‘varsayılabileceği’, ‘manidar olduğu’ gibi söylemler bir insanı vatan hainliği gibi bir söylemle zan altında bırakıyordu. Bir insanı vatana ihanetle yargılıyorsanız, varsaymaktan başka bir şey söylemek zorundasınız” diyor.
‘İddiaların yegâne delilinin örtüşen HTS baz istasyonu sinyalleri’ olduğunu söyleyen Aytöre AİHM'in oybirliğiyle aldığı ve kesinleşen hak ihlali kararını da hatırlatarak, “HTS kayıtlarının ve aynı baz istasyonu verilerinin delil niteliğinde olmadığını” hatırlatıyor.
Aytöre’nin altını çizdiği bir başka nokta ise Gezi dosyasındaki iddiaları tekrarlanmasına karşın dosyadaki beraat kararının iddianamede yer almaması. Kararın savcılıkça ‘sakladığını’ söyleyen Aytöre şu noktanın altını çiziyor: “Gezi dosyasını hazırlayanlar FETÖ’den kaçmış kişilerdi. Gezi dosyasında delil toplayan kişilerle Kavala’nın bugünkü iddianamede darbe girişiminde bulunduğu iddia ediliyor.”
Aytöre, iddianamede sivil toplum kuruluşu faaliyetlerinin ‘casusluk’ olarak değerlendirilmesinin önemine de dikkat çekmiyor.
"İDDİANAME HATALAR ZİNCİRİ İLE DOLU, ÖRNEĞİN BİR KİŞİ BİR FİİLDEN BİR DEFA YARGILANABİLİR AMA…"
Aytöre’nin ardından bu kez sözü avukat Köksal Bayraktar aldı. AİHM sürecine dair bilgi veren Bayraktar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Konseyi Komitesi’nin Kavala’nın salıverilmesini istediğini hatırlatıyor. Komite’nin Anayasa Mahkemesi’ne Kavala’nın tutukluluğu konusunda harekete geçmesi konusunda uyarıda bulunduğunu da belirten Bayraktar, gereğinin yapılmaması durumunda Türkiye’ye çeşitli yaptırımların da gündeme gelebileceğini belirtiyor. Kavala hakkında yeni hazırlanan 68 sayfalık iddianame için “İddialar var ama bu iddiaların delilleri yok. Oysa iddia makamı delilleri ortaya koymak zorundadır. Bu iddianamede hatalar zinciriyle karşı karşıyayız” yorumu yapan Bayraktar, Kavala’nın daha önce suçlandığı bir olaydan bu sefer başka bir ceza maddesiyle suçlandığına hatırlatıp ekliyor: “Hukukta önemli kural, bir kişinin bir fiilden dolayı bir defa yargılanacağı kuralıdır. Eski ve yeni iddianamede aynı şeyleri görüyorsunuz. Deniliyor ki ‘Hayır yanlışlık yok, bu sefer madde ayrı’. Hukukta yine bir fiilin birden çok kanun maddesine girmesi halinde en ağır olan maddeden ceza verilir. Yapılan şey bir olaya bir tarafından bakıp 312, diğer tarafından bakıp 309’uncu madde ve bunula da yetinilmeyip 328 madde denilmesi” diyor.
"ARTIK YALAN SÖYLEME GAYRETİ BİLE GÖSTERİLMİYOR"
Toplantıda son sözü Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra alıyor. Kavala hakkında tahliye edilmeden tutuklama kararı verilmesinin ertesinde yine böyle bir toplantıda dinlemiştim Ayşe Buğra’yı. “Eşim, ben ve annesi işkenceyle karşı karşıyayız" demişti o gün. Bir kez daha seslendi Ayşe Buğra: “Osman Kavala’nın 94 yaşlındaki annesi oğlunu bir daha göremeyeceğini düşünmeye başladı. Meclise sesleniyorum. Bu memleketin bir vatandaşı olarak sadece basın ve kamuoyunun duyarlılığına değil, milletin temsilcisi olan vekillere sesleniyorum. Benim ve eşimin annesinin durumunun bütün siyasi partilerdeki kadın temsilcileri ilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Eşinin Gezi davasından beraat ettikten sonra yeniden tutuklanmasını ve hakkında ‘casusluk ve anayasal düzeni değiştirmekle suçlanmasına dair ise şu yorumu yapıyor Buğra: “Bu süreç içinde, bizim neler yaşadığımız da tahmin edilebilir. Ama ben bütün bunların, eşim için, benim için ve ailemiz için ne anlama geldiğinin bir kere daha düşünülmesini isterdim. Tutukluluğun AİHM’nin haksızlık tutukluk kararı verip derhal tahliye talep etmesinden sonra hala sürmesinin bizi nasıl etkilediği üzerine düşünülmesini isterdim. Bir insanın, beraat ettiği gün eşyalarını toplayıp, evine dönmek için hazırlanıp yola çıktıktan sonra yoldan çevrilmesi ve tekrar tutuklanarak cezaevine götürülmesinin nasıl bir şey olduğunun düşünülmesini isterdim. Anayasa Mahkemesi’nin, bizim haksız tutukluluk başvurumuzu toplantı gündeme aldıktan sonra, başvurumuzla ilgili gündem maddesini tartışmayı ertelediğini, toplantının yapıldığı gün duymak nasıl bir şeydi, bunun düşünülmesini isterdim.
Ben çok şaşkınım ve öfkeliyim. Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum. Çok zorlanıyorum çünkü biz evrensel hukuk normlarından ve yasalardan bahsederken, artık karşımızda bize durumumuzun bunlara uygun olduğunu anlatmaya çalışan kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım...”