14 Ekim 2020 00:10

İşte insan!

Ekrem Ekşi’nin, ölmeden az önce bıraktığı son bildirisi iki kelimeden ibaretti: “Onları yendim!” “Onlar” dediği, işkencecilerdi. (…) Onlar, sermayenin güçleriydi, Ekrem emeği temsil ediyordu.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Aydın ÇUBUKÇU 

Ekrem Ekşi’nin, güvenilir tanıkların naklettiğine göre, ölmeden az önce bıraktığı son bildirisi iki kelimeden ibaretti:  “Onları yendim!”

“Onlar” dediği, işkencecilerdi. Onlar, otuz günden fazla bir süre içinde, kaba dayak, Filistin askısı, çeşitlendirilmiş ve inceltilmiş elektrik işkenceleri uygulayan ve sonunda Ekrem’i karaciğeri parçalanmış halde hastane önüne bırakıp kaçanlardı! İşleri buydu, bunun için eğitilmişlerdi, bunun için besleniyorlardı. Egemen sınıfın profesyonel hizmetlileri, bütün kötülüklerinin en somut temsilcileriydi.

Ekrem ise kendini işçi sınıfına ve emekçi halka adamış, bir devrimciydi. Halkın en ileri, en aydınlanmış çocuklarından biriydi.  Bütün insanlığın tarih boyunca biriktirdiği ve kuşaklar boyunca birbirine devrettiği ortak hayallerinin, özgür, eşit ve tok bir dünya özleminin gerçekleşmesi için mücadeleye atılmıştı.

İşkence odasında karşı karşıya gelenler işte bunlardı.

İki ayrı dünya, iki karşıt sınıf, en seçkin temsilcileri aracılığıyla bu kanlı ve ıslak zeminli karanlık odada kendi sınıflarının en uç, en keskin ve en süzülmüş özellikleriyle kavgaya tutuştular.

Bütün diğer özelliklerinden soyunmuş, iki uzlaşmaz öz halinde karşılaştılar.

Pek çok benzetme yapılabilir, karanlıkla aydınlık, iyilikle kötülük, doğruyla yanlış, güzellikle iğrençlik...

Fakat işin özü, emek ve sermaye sarasındaki çatışmaydı.

Onlar, sermayenin güçleriydi, Ekrem emeği temsil ediyordu.

Diğer her şey özlerinin görünümleriydi.

Ekrem bunun bilincindeydi. Karşı karşıya olduğu saldırının “kötü polislerin” keyfi işleri olmadığını, temsil ettikleri sınıfın politikasını uyguladıklarını biliyordu.

Ekrem Ekşi

BEYEFENDİLER SINIFI

Yöneten sınıfın, çağımızda burjuvazinin, ulusal ve uluslararası birçok alanı kapsayan çok yönlü faaliyetleri için uzmanlaşmış elemanları vardır. Dış işleri, eğitim, güvenlik, maliye vs, vs... Bunların her birinde uzmanlık alanlarına göre, birkaç dil bilen, incelmiş bilgileriyle uyumlu kibar, kültürlü, çevrelerinin saygılarını kazanmış beyefendiler ve hanımefendiler çalışır.  Pek çoğu sanat ve edebiyattan anlar, “musiki”nin her çeşidiyle ilgilenir, kimileri bale ve operaya bile gider... Zevkli evleri, bakımlı, eğitimli, güzel çocukları vardır... Başlarının üzerinde sanki bir ışık halesiyle dolaşırlar. Hayatlarında kan görmemiş, karıncayı incitmemiş nazik insanlar...

Ama bu “seçkin” insanların tarih boyunca var olmuş ataları hakkında, yüzlerce yıl önce Yunus Emre hükmünü vermişti:

Gitti beyler mürveti, binmişler birer atıYediğü yoksul eti, içtiğü kan olısar

Bütün o göz kamaştırıcı görünümün altında o “yoksul eti” yiyen ve kan içen bir “öz” vardır.  Şimdi o öz, Ekrem’in işkenceye çekildiği bu kanlı-ıslak beton zeminli karanlık odada işkence aletleriyle boy gösteren mahlukatta cisimlenmiştir. Onları yenmek demek, sermayenin özünü, ruhunu yenmek demek olacaktır.

Ekrem Ekşi

POLİTİKANIN BAŞKA ARAÇLARLA DEVAMI

Devletler arasındaki savaşın, aslında her ülkenin politikalarının başka araçlarla sürdürülmesi olduğu genel kabul gören bir görüştür. Bazen diplomasi, masa başı görüşmeler, tartışmalar yaşanır, kozlar kullanılır, düpedüz politika yapılır; bunun tıkandığı, yetmediği yerde, aynı politik amaçlar silahla gerçekleştirilmek istenir.

Bunun gibi işkence de, burjuva devletin sınıf hakimiyetini sürdürmek için kullandığı pek çok araçtan biridir. Tıpkı devletin diğer açık kurumları gibi, ordu, polis, mahkemeler, bakanlıklar vs. gibi kurumsal kimliği olan ve olabildiğince “örtük” tutulan bir araçtır. Çünkü işkence, artık geçmiş zamanlarda olduğu gibi, işkencenin açık, bir infaz biçimi olarak yasal ve onaylanmış bir uygulama değildir. Uzun mücadeleler sonucu, işkence “insanlık dışı” kabul edilmiş, uluslararası anlaşmalarla kınanmış ve yasaklanmıştır! Ancak bütün bunlar yalnızca kağıt üzerindedir. Gerçekte ise, işkence farklı biçimlerde ve farklı ölçülerle bütün devletler tarafından kullanılmaktadır. En “demokratik” ülkelerde bile, sokak ortasında kaba kuvvet kullanma hakkı polise yasalarla tanınmıştır. Ama kullanılmasına sözde “İzin verilmemiş”, hatta yasalarla suç sayılmış olan biçimleri, her an, her yerde var olmaya devam eder. Hiçbir burjuva devlet, yazılı belgeleri ne derse desin, bu araçtan tümüyle vazgeçemez!

Bunun sebebi, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin daima açık ya da örtük zor kullanımını gerekli kılmasıdır. Çünkü işkence,  yalnızca bir “polis sorgu tekniği” değildir. Yönetilenlerin devlet algısını, iktidar hakkındaki düşüncelerini belli bir kalıp içinde tutmaya yönelik işlevler yüklenmiş bir politika aracıdır. Politikanın diğer araçları gibi “yerine ve zamanına göre” kullanılmak üzere saklı tutulabilir, ama hiçbir zaman tarihin kötülükler mezarlığına gömülmez.

Bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde, işkence müzeleri vardır. Orta Çağ’ın, engizisyonun işkence usulleri ve aletleri, on binlerce ziyaretçinin dehşetle açılmış gözlerini üzerlerine çeker. Bunlar, bir yandan karanlık geçmişin en aşağılık yüzü olarak sergilenirken, diğer yandan günümüzde yaşayan torunlarına bilinçaltında bir yer açarlar.

Öyleyse Ekrem’in son sözlerinde işaret edilen “onlar”, yalnızca kendisini korkakça hastane kapısına bırakıp kaçanlar değildir. Yalnızca o günlerin faşist diktatörleri, o günlerin burjuvaları, emperyalistleri de değildir. Bütün bir tarih boyunca, aydınlığa, özgürlüğe, eşitliğe inanmış mücadeleci aydınları, halk önderlerini, bilginleri ve sanatçıları işkenceyle öldürenlerin tümüdür.

Günüyle ve geçmişiyle insanı yenmeye çalışanların hepsidir yenilen.

Yenen ise, o gün orada Ekrem Ekşi adını taşıyan sahici bir İNSAN’dır.

*Bu yazı SAV Yayınlarının 'Ben Kazandım' kitabından alınmıştır.

ÖNCEKİ HABER

KHK ile kapatılan Hayatın Sesi televizyonu için yapılan itiraz reddedildi

SONRAKİ HABER

CTP'den Cemal Arkut: Ya AKP’nin adayı kazanacak, ya da Kıbrıslıların adayı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa