İşler tam rayına girmişken...
Üniversite biz kadınlar için sadece eğitim ve sosyalleşme yeri değil; kendi varoluşumuzu ve bireyselliğimizi de keşfettiğimiz bir yer olma özelliğini taşımakta.
Fotoğraf: Freepik
Özgün ŞEREF
Hacettepe Üniversitesi
Ben Hacettepe Üniversitesi Aile ve Tüketici Bilimleri öğrencisiyim. Hazırlık senemi yeni bir şehirde yaşamayı öğrenmek, kullanacağım ulaşım araçlarını ve yolları anlamak, okulun içini keşfetmek ve verilen eğitimi anlamaya çalışmakla geçirdim. Yeni insanlarla tanışmak, yeni alışkanlıklar edinmek, farklı yerleri keşfetmek benim için keyifli olsa da bazı açılardan bir o kadar da zorlayıcıydı. Birçok zorluğa rağmen bu olayların üstesinden gelmeyi ve bunları aşmayı başararak çeşitli gönüllü faaliyetlerde yer alıyor, kültürel etkinliklerde bulunuyor, sevdiklerimle vakit geçiriyor, en önemlisi de olmak istediğim yerde güzel bir eğitim alıyordum. Özetle yurttaki arkadaşlarım ailem, Ankara yeni evim olmuştu. İşler tam rayına girmişken mart ayı civarında üç haftalık olacağı iddia edilen tatil sebebiyle apar topar yurtlarımızdan çıkarılıp birkaç parça eşya ile evlerimize dönmek mecburiyetinde bırakıldık.
PANDEMİNİN GETİRDİĞİ EV İÇİ YIKIM
İçinde olduğumuz bu uzaktan eğitim süreci ne yazık ki çoğunlukla biz üniversiteli genç kadınları etkiledi. Çünkü toplumumuzun büyük bir kısmını oluşturan geleneksel aile yapısı, kız çocuklarına çok fazla sorumluluk yüklemekte. Derslerin uzaktan olması aldığımız eğitimin daha az ciddiye alınmasına sebep olduğu için aile üyelerimizin evde geçirdiğimiz vaktin çoğunu ev işlerine ayırmamız gerektiği beklentisi içerisinde olduğunu gözlemliyoruz. Bunun temelinde “ev işleri kadınların sorumluluğundadır” düşüncesi yatmakta. Artan bu beklentiler ve diğer aile içi sorunların yanı sıra evlerin fiziksel şartları, aile üyeleri arasındaki ilişki gibi faktörlerin etkisiyle ev içerisinde kendimize ait bir özel alan ve veya zaman yaratmak neredeyse imkânsız hale geldi. İfade edebileceğim son durum ise rol karmaşasıdır. Pandemi sürecinden bu yana ebeveynlerimizin sadece anne-baba rolü değil karı-koca rolüne de çok fazla maruz kaldık ve eşler arasında sorunlar yaşandığında sosyalleşme giderek azaldığı için çocuk rolünün yanı sıra dert ortağı ve arkadaşlık rolünü de üstlenmek zorunda kaldık. Tüm bu sorunlar biz genç kadınlarda bıkkınlık, yorgunluk ve sinirlilik halini arttırmakla kalmayıp aynı zamanda akademik başarımızda düşüş yaşanması endişesiyle de bizi karşı karşıya getirmekte. Şu anda bu sürecin en az bir dönem daha devam edeceğini biliyor olmak yaşadığımız problemlerin artacağı, artmasa dahi süreklilik arz edeceği endişesine sebep olmakta. Devamlı yeni durumlara adapte olmak zorunda bırakılmak bizler için yeterince yıpratıcı olurken, aynı zamanda da kendimizden uzaklaşıp bir başkasının beklediği biri gibi olma çabası içerisine girmekteyiz. Tam da bu noktada fiziksel olarak sürdürdüğümüz üniversite yaşantısının özlemi içerisinde oluyoruz. Çünkü üniversite biz kadınlar için sadece eğitim ve sosyalleşme yeri değil; kendi varoluşumuzu ve bireyselliğimizi de keşfettiğimiz bir yer olma özelliğini taşımakta.
YENİDEN BİR ARAYA GELMENİN HAYALİNİ KURUYORUZ
Olumsuzlukları ön planda olan bu tabloya rağmen biz kadınlar olarak gelenekselleşmiş aile yapısını ve toplumsal cinsiyet rollerini bir kenara bırakıp açık iletişimin olduğu ve iş birliğinin uygulandığı bir aile yapısını umut ediyor ve en kısa sürede yeniden bir araya gelmenin hayalini kuruyoruz.