Çeşme projesi kimin projesi?
Yarımadada yaşanan doğa tahribatını ve Çeşme Projesi'ni Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Dr. Engin Önen’le konuştuk.
Ramis SAĞLAM
İzmir
İzmir’in en batısında yer alan yarımada diye adlandırılan coğrafik bölge Karaburun, Çeşme, Seferihisar, Urla ve Güzelbahçe ilçelerinden oluşuyor. Yarımada uzun bir süredir değişik adlar altındaki projelerle anılır oldu.
Siyasal iktidarın yarımada projesine verdiği ilk ad “Çeşme Kanal Projesi”ydi. İstanbul Kanal Projesi’ne yükselen tepkiler üzerine projenin adı değiştirilerek “Çeşme Projesi” oldu. Çeşme Projesi’ni, Çeşme’nin Germiyan köyünde doğan ve tekrar köyüne dönüş yapan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Dr. Engin Önen’le konuştuk.
Yarımadada yaşanan doğa tahribatını ve Çeşme Projesi nedir? sorusuyla konuşmaya başlıyoruz. Yarımadanın bir süredir çok ciddi saldırılar altında olduğunu söyleyerek söze başlıyor, Engin Önen. Yarımadada ekolojik açıdan, tarihsel açıdan değerleri olan bölgenin bir süredir tehlike altında olduğu herkes tarafından biliniyor. Bu değerler üzerinden yeni değerler üretmek yerine ranta dayalı uygulamalar ön plana çıkıyor. Neredeyse yarımada taş ocağı sahası olmuş. Dağlar, tepeler dev kanatlı rüzgar enerji santralleriyle dolmuş. Enin Önen yaşananları tarif etmek için kısaca “Köyün içine kadar girdiler” diyor.
“Balığa, temiz enerjiye ihtiyacımız var, taşa ihtiyacımız var. Evet. Kabul. Ama bu yalan! Bu planlama yaşam alanlarını korumaya uzak yatırımlar” diyen Önen yarımadada yapılan ve yapılacak yatırımların ekolojik dengeyi gözetmeyen bir anlayışla yapıldığını ifade ediyor.
‘ÇEVREYİ KORUMAK İÇİN ÇEVRE MÜDÜRLÜĞÜ’NE DAVA AÇIYORUZ’
Projelere damgasını vuran anlayış, “minimum maliyet maksimum kâr” nereden daha fazla kâr ederim anlayışı. Önen buradaki en önemli kusur “idarenin” diyor ve şöyle devam ediyor: “Yarımadadaki taş ocaklarında yeter bilmeyen idarenin Germiyan’a 2-3 tane Karaburun’a 5-10 tane yeter demiyor. Mühendislerin yaptıkları hesaplamaya göre iki tane taş ocağı bölgenin ihtiyacını karşılayabilecekken, 14 tane taş ocağı faaliyet gösteriyor. Sadece 4 tane taş ocağına Germiyan’da ruhsat verilmiş. Köylüler, çevreciler, çevreyi koruması için kurulan Çevre Müdürlüğüne karşı çevreyi korumak ve savunmak adına dava açmak zorunda kalıyoruz.”
‘TURİZM DEĞİL EMLAK PROJESİ’
Bu projenin ne turizm projesi ne de bölgeyi ihya edecek bir proje olduğunu, projenin ideolojik pompalama olduğunu savunan Önen, “12 ay turizm olacak herkesin malı değerlenecek falan diyorlar. Öyle bir şey yok. Siyasi iktidar, tarım, sanayi, hizmetlerle ilgili bir koordinasyon destekleme gelişme umudunu kesmiş. Tamamen inşaat ve emlak işleriyle işi götürmeye çalışıyor. Bütçe açığı büyük, obur bir iktidarla karşı karşıyayız. Bütçe açığını karşılamak için eskiden liberal iktidarlar KİT’leri satıyorlardı. Şimdi KİT’ler kalmayınca arazi satıyorlar. Arazi planlıyoruz, kanal açıyoruz, satıyoruz. Çeşme Projesi, Çeşme Yarımadası’nın yüzde 55’inin satışını içeren bir şey. Turizm değil emlak projesi” diye konuştu.
‘HAZİNE ARAZİSİ SARAYIN DEĞİL HALKIN MALI’
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un, “Biz tamamen kamunun arazileri üzerinden bu projeyi yapacağız” sözü üzerine Önen, “22 bin futbol sahası büyüklüğünde bir yerden bahsediyoruz. Bunun içindeki özel mülkiyet payı ise sadece yüzde 2. Özel mülklerin büyük bir kısmı iktidara yakın iki holdingin. Birkaç tane arazi de Alaçatılı yerli hemşehrimize ait. Sanki hazine arazileri Saray’ın babasının malı, onlar halkın malı değil. Hazine malını kim savunacak” sorusunu bize ve kamuoyuna soruyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy bilgilendirme toplantısını neden AKP İl binasında neden İil yöneticilerine yapıyor? diye soruyorum. Önen soruma kesintisiz cevap veriyor: “Eski normal koşullarda değiliz. Hani eskiden de ne kadar normaldi ayrı bir konu ama tek adam rejiminde bu tip uygulamalar artık insanları şaşırtmıyor. Yani partnerler üzerinden, ticaret odasını sivil toplum olarak anlatıyorlar. Sivil toplumun desteğini aldık diyorlar. Bütün meslek odalarını karşı çıkıyor diye devre dışı bırakıyorlar. Germiyan halkını, Çeşme halkını karşılarına alıyorlar.”
‘İDARENİN YANLIŞLARI YÜZÜNDEN SÜREKLİ ADLİYE KORİDORLARINDAYIZ’
Yarımadada yapılan eylemlere katılımı ve açılan davayı soruyorum? İdarenin yanlışları, kontrolsüz yatırım desteği yüzünden sürekli adliye koridorlarında olduklarını söyleyen Önen “Sadece Germiyan halkı olarak 10 dava açtık. Çeşme Projesi ile ilgili özel mülk sahipleri de kendi mülklerini korumak için bir dava açmış ama onların davası düşmüş. Hazine arazilerini korumak için sekiz meslek odası, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası ve EGEÇEP olarak dava açtık. 107 yurttaş da davaya müdahil oldu. Dava esastan görülmeye başladı” dedi.
“İktidar ve biraz da belediyeler ne yazık ki insanlarda bu yağmadan bu projeden pay alma umudu oluşturmaya çalışıyor” diyen Önen kamucu bakan, daha insan hakları, doğa üzerinden bakan insanlar olarak projeye karşı çıktıklarının altını çizdi.
Kentte yaşayan yurttaşlar sığınacak bir köy arıyorlar sizce bu köy Germiyan mı? diyorum. Uzun bir süredir böyle bir eğilim var diyor Önen. Bunun paradoksal bir durum olduğunu da belirtiyor. Eskiden köyün iticiliğinden şehrin çekiciliğinden bahsederdik diyor Önen. Şimdi kendi köylerine döndüklerini, o hayatı atalarının ayak izlerini doğayı hissetmek istediklerini söylüyor ve ekliyor: “Köy tekrar bir cazibe merkezi oluyor. Zaten böyle bir dinamik şimdi biraz da bu Çeşme Projesi ile bağlantı kurup ilişkilenmek istiyor. Bu biraz üst gelir seviyesindeki insanların bir ayağı İstanbul’da, bir ayağı kırda olmak istemelerinden kaynaklanıyor. Bu proje bunlara hitap ediyor.”
‘KAPİTALİZMİN KÂR HIRSI GİTMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ KÖYLERE VARMIŞ BİLE’
Köye geri dönenler eski Germiyan’ı bulabiliyorlar mı diye son bir soru daha soruyorum? “Birçok yarımada köyü maalesef köy karakterini kaybetti” diyor hüzün bulutları bu arada sadece gökyüzünde değil Önen’in gözlerinde de geziyor. Ekolojik olarak kaybettiklerini, kültürel olarak da kaybettiklerini söyleyen Önen sözlerini şöyle tamamlıyor: “Kuşların göç yolları değişiyor, arılar sorunlar yaşıyor, her dağda “girmek yasak”, “tehlikeli” tabelaları sizi karşılıyor. Kısacası artık kaçacak bir köy bulma şansını gittikçe kaybediyoruz. Kapitalizmin kâr hırsı, vahşiliği bizden önce gitmeyi düşündüğümüz köye varmış bile …”