Prof. Dr. Pala: Yeterli grip aşısını getiremeyenler, Kovid aşısını nasıl getirecek?
Yetersiz dozdaki grip aşısı nedeniyle yaşanan krizi değerlendiren Prof. Dr. Kayıhan Pala "Var olan grip aşısını yeterli dozda getiremeyenler, yeni bulunacak Kovid-19 aşısını nasıl getirecek?" dedi.
Fotoğraf: Cottonbro/Pexels
Vural NASUHBEYOĞLU
İstanbul
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Kovid-19 İzleme Kurulu Üyesi ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala, Türkiye’de tahminlerimize göre 1 milyonu aşkın doğrulanmış olgu sayısı varken Sağlık Bakanlığının "hasta" sayısını 350 binlerde açıkladığını belirterek "İstanbul’da bir önceki haftaya göre yüzde 50, Bursa’da yüzde 35 vaka artışının yaşanması bize salgının hızla yayıldığını gösteriyor" dedi.
Özellikle İstanbul’da yoksul ve çalışan kesimlerin yaşadığı mahallelerde "Hayat Eve Sığar" (HES) uygulamasındaki kızarıklıkların, DİSK’in raporlarının ve işyeri hekimlerinin yansıttıklarına dikkati çeken Pala, "Pandeminin yükü emekçilerin sırtında" dedi.
Ekim ayını bitirmek üzereyken hâlâ tek doz grip aşısının yapılamamış olduğuna, e-Nabız üzerinden kimlerin grip aşısı olabileceği açıklanmasına rağmen 65 yaş üstündekilere bile kronik hastalığı yoksa grip aşısı yapılamayacağını gördüklerini ifade eden Pala “İvedi olarak tüm risk gruplarına grip aşısı yapılması gerekir. Var olan grip aşısını yeterli dozda getiremeyenler, henüz bulunamamış Kovid-19 aşısını nasıl getirecekler?” diye sorarak bir kez daha salgının yönetilemediğinin görüldüğünü belirtti. Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın salgının seyriyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Resmi koronavirüs tablosunda hasta, ağır hasta sayısı ve ölümler günbegün artıyor. Bu tablo bize neyi gösteriyor?
Resmi tablodaki rakamların neyi ifade ettiğini bilmiyoruz. Bizzat Sayın Bakan, nisan ayında yapılan testlerdeki pozitiflik oranının yüzde 20 olduğunu açıkladı. O tabloya baktığımızda testlerdeki pozitiflik oranı yüzde 11. Bundan yola çıkarsak nisanda 81 bin civarında doğrulanmış olgunun Bakanlık tarafından bildirilmediğini anlıyoruz, eğer her testin 1 kişiye ait olduğunu varsayarsak. Diğer aylara ilişkin ise bilgimiz yok. Ama Sayın Bakan yine eylül ayı için bu oranın yüzde 10 olduğunu ifade etti. Eylülde günde ortalama 100 binin üzerinde test yapıldığını düşünürseniz eylülde de 275 bin kadar doğrulanmış olgunun kayıtlara girmemiş olduğunu görebilirsiniz. Türkiye’de bizim tahminlerimize göre bir milyonu aşkın doğrulanmış olgu sayısı varken, Bakanlık tarafından toplam ‘hasta’ sayısı 353 bin olarak açıklanıyor. Epidemiyoloji bilimi ancak sayılar önünüzdeyse bir durum saptaması yapmanıza ve yürürlüğe koyacağınız uygulamanın başarımını belirlemenize olanak sağlar. Veriler olmadan değerlendirme yapmakta zorlanıyoruz. Ancak Sağlık Bakanlığı dışındaki diğer kaynaklardan alınan veriler ile gözlemlerimiz, Türkiye’de salgının kontrol altına alınmasıyla ilgili ciddi sorunlar olduğunu gösteriyor.
Bakan Koca, bunun tam tersini söylüyor, ‘Salgının hızını kestik’ diyor… Sizin sahadan edindiğiniz veriler ne söylüyor bize?
Sahadan önce, Bakanın kendi verilerine bakalım. Bakan bir hafta öncesine göre İstanbul’da yüzde 50, Bursa’da yüzde 35 bir vaka artışından söz etti. Bir haftada yeni olgu görülme sıklığında yüzde 35-50 gibi çok büyük artış olması, salgının hızla yayıldığını gösteriyor bize. İkincisi yoğun bakım yataklarında doluluk oranını Bakan ‘Yüzde 65’ olarak açıkladı. ‘Buna özel hastaneler dahil mi?’ diye soruldu, Bakan ‘hayır’ dedi. Niye özel hastaneler dahil değil? Özel hastaneler pandemide sağlık hizmeti sunmuyor mu? Buralar tamamen ticarethane mi? Bakan ‘Türkiye’de 28 bin 500 erişkin yoğun bakım yatağımız var’ diyor, özel hastaneleri katmadığını söyleyerek. Ancak Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde erişkin yoğun bakım yatak sayısı Bakanlığın istatistiklerine göre 16 bin civarında. Bundan yoğun bakım doluluk oranını yüzde 65 gösterebilmek için Bakanın aslında fiilen özel hastanelerdeki yoğun bakım yatak sayısını da kattığını anlıyoruz. Çünkü meslektaşlarımızdan gelen bilgiler özellikle İstanbul’da kamu hastanelerinde yoğun bakımlarda doluluk oranının yüzde 65’lerden daha yüksek olduğunu gösteriyor.
"YOKSULUN HES HARİTASI KIPKIRMIZI"
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı da ifade etti; ‘Hastaneye başvurularda iki kat artış var.’
Filyasyon ekiplerinde ve aile hekimi olarak çalışan meslektaşlarımız da İstanbul ve Bursa’da son dönemde ciddi vaka artışıyla karşılaştıklarını söylüyor. Bursa’yı HES uygulamasıyla takip ediyoruz. Örneğin Bursa’nın Gürsu ilçesinde 6 aydır HES uygulamasındaki kızarıklık bir türlü ortadan kaldırılamadı. Nüfusu görece düşük olan bir ilçede bile salgının yayılmasıyla ilgili yeterli önlem alınamıyor. İstanbul’da da aynı sorunu özellikle emekçilerin yaşadıkları mahallelerde HES uygulamasının kızarıklığıyla görebiliyoruz. TTB, altıncı ay raporunda buna kapsamlı olarak yer vermiştik.
TTB raporunda İstanbul için ifade edilen özellikle yoksul ve işçilerin yaşadığı mahallelerdeki durumu biraz açar mısınız? Örneğin dip dibe olan Şirinevler ve Ataköy arasındaki fark neyi gösteriyor?
Sosyoekonomik durumu görece iyi olan yurttaşların oturduğu, konut fiyatlarının yüksek olduğu mahallelerde HES uygulamasındaki kızarıklık çok az. Ama daha yoksul, yoksun ve dar gelirlilerin oturduğu ve konut fiyatlarının düşük olduğu yerlerde HES uygulamasında yüksek oranda yayılmış bir kırmızı alan görüyoruz. Öyle ki bazı mahalleler birbirinden sert bir çizgiyle ayrılmış gibi. Ve bu aylardır böyle, bir azalma eğilimi de yok.
PANDEMİNİN YÜKÜ EMEKÇİLERDE
Bunun nedenleri nedir? Pandeminin başında ‘Bu virüs sınıf tanımıyor’ denmişti…
Salgın üç temel alanda yayılıyor; evde, işyerinde ve okulda. Ayrıca toplu ulaşım ve kalabalık ortamlar yayılması için çok ciddi bir etken. Yoksun mahallelerde hanede yaşayan kişi sayısı daha yüksek. Aynı kapalı mekanı paylaşan insan sayısı arttıkça, hastalıktan daha yüksek oranda etkileniyorlar. Örnek verdiğiniz Şirinevler ve Ataköy karşılaştırmasında, Şirinevler’de çalışan insanlar hayatlarını sürdürmek, işe gidip gelebilmek için fiziksel mesafenin korunamadığı toplu ulaşımı kullanmak zorundalar örneğin. Yine Sayın Bakan ‘Dolmuş doluysa binmeyin’ dedi. Bu, ‘Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin’, ‘Okullar olmasa milli eğitimi ne güzel idare ederim’ diyenleri hatırlatıyor. Ülkeyi yönetenler, ‘Doluysa binmeyin’ demek yerine insanların binebilecekleri koşulları yaratmalı. Yine işyerlerinde kendilerini bu hastalıktan koruyacak koşullardan uzak çalışıyorlar. DİSK’in raporları ve işyeri hekimlerinin verileri de fabrikalarda, OSB’lerde hastalığın görülme sıklığının toplumdan daha yüksek olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla emekçilerin daha fazla hastalandığını ve hastalığı ağır geçirip kronik hastalığı olan emekçilerin yaşamlarını yitirdiklerine tanık oluyoruz. Covid-19 salgını da diğer bulaşıcı hastalık salgınlarında olduğu gibi, sınıfsal bir özellik gösteriyor. Maalesef istatistikler şeffaf olmadığı için kimler daha fazla ölüyor sorusunu şu anda veriye dayalı olarak yanıtlamıyoruz. Ama Sağlık Bakanlığının açıkladığı ölüm sayılarından çok daha fazla ölümün gerçekleştiği görülüyor. Bunu CHP’nin kendi büyükşehirleri üzerinden yaptığı açıklamalarda çok daha net gördük. Eylülde 10 büyükşehirde ölüm raporlarında ‘bulaşıcı hastalık’ yazanların sayısı Türkiye genelinin çok daha üzerindeydi. Kesin rakamları bilmiyoruz ama yalnızca İstanbul’da bulaşıcı hastalık nedeniyle ölenlerin sayısının Türkiye geneli için Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan ölüm sayısına yakın olabileceğini zannediyorum. Anımsanacağı gibi, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, ‘Neredeyse İstanbul eşittir Türkiye’ diye bir açıklama yapmıştı. Bu ölümlerde yaş, cinsiyet, sınıf, yaşanılan yer ve meslek gibi farklılıklar açıklanmıyor. Ama bütün dünyada olduğu gibi ABD, İngiltere, İsveç ve diğer ülkelerde çok net ortaya konulduğu gibi pandeminin asıl yükünün emekçilerde, yoksullarda, dezavantajlılarda ve sığınmacılarda olduğunu söylememiz gerekir. Verilerin açıklanmaması bu gerçeğin üstünü örtemez.
BAKANLIK HİDROKSİKLOROKİN KULLANIMINDAN ACİLEN VAZGEÇMELİ
Sağlık Bakanı, Kovid-19 tedavisinde başarılı olduğumuzu söylüyor. Ama tedavide kullanılan ilaçların yan etkileri olduğu konusunda ciddi çalışmalar var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Dünya Sağlık Örgütünün 30’dan fazla ülkede 500 hastanede yaklaşık 12 bin hastanın kapsandığı geniş kapsamlı uluslararası klinik bir araştırmayla (Solidarity Klinik Araştırması) ortaya koyduğu gibi, ülkemizde kullanılan hidroksiklorokin ilacının tedavide etkisi yok. Yan etkisinin olduğuna ilişkin de birçok yayın var. Türkiye’de de TORAKS kongresinde sunulan bildirilerde hidroksiklorokin kullanımının işe yaramadığı bilimsel çalışmalarla ortaya kondu. Burada artık bir tartışma söz konusu değil. Bakanlık ivedi olarak bu ilacın kullanımından vazgeçmeli. Hekimler kendilerine ve yakınlarına kullanmadıkları bu ilacı, hastalarına vermek istemiyor. Bakanlık bilimsel kanıtlara rağmen, neden bu ilacın kullanımında ısrar ediyor, anlamıyoruz.
"İVEDİLİKLE TÜM RİSK GRUPLARINA GRİP AŞISI YAPILMALI"
Grip aşısı henüz yok, yetersiz dozda geleceği de biliniyor. Bu koşullarda griple Kovid-19 buluşursa sonuçları ne olur?
Influenzanın yol açtığı grip, kovidle buluşursa sıkıntı artabilir diye çok sayıda bilimsel öngörü var. Biz de bildiğiniz gibi, TTB Covid-19 İzleme Kurulu olarak temmuzda Bakanlığı yeterli sayıda grip aşısı almaya davet etmiştik. Buna rağmen geçen yıl 1 milyon 300 bin doz alınan grip aşısı, bu yıl ancak 1.5 milyon doza yükseltilebilmiş. Ekim ayını bitirmek üzereyiz ve henüz tek doz aşı yapılabilmiş değil. Bu aşı yapıldıktan yaklaşık 15 gün sonra etkisini göstermeye başlıyor. Aşının kimlere sağlanabileceğinin ölçütleri de belli değil. Yurttaşın aşı yaptırıp yaptıramayacağı e-nabız uygulamasına girilerek öğrenilebiliyor. Ancak çok sayıda yurttaş risk grubunda olmasına karşın, aşının yapılacağı kişiler arasında yer almıyor. Örneğin 55 yaşında bir meslektaşımız kalp yetmezliği, geçirilmiş beyin damar hastalığı, kronik tıkayıcı akciğer hastalığı, hipertansiyon, obezite ve insüline bağlı şeker hastalığı olduğu halde grip aşısı yaptıracak kişiler içerisinde maalesef yer alamadı. Grip aşısı 65 yaş üstündeki yurttaşlara ve yaşına bakılmaksızın kronik hastalığı olan risk gruplarındaki kişilere ivedi olarak yapılmalı. DSÖ’nün bu aşının risk gruplarıyla birlikte sağlık çalışanlarına yapılsın uyarısı da göz ardı edilmemeli. Bilim Kurulu (Eğer halen varsa) bu aşıların kimlere yapılması gerektiğine dair bilimsel bir düzenleme yapmalı. Çünkü e-nabızdaki örneklere bakıldığında grip aşısı olmak için örneğin 65 yaş üstü olmak bir neden sayılmıyor. Mutlaka buna eşlik eden kronik hastalıklarınızın olması gerekiyor. Ülkemize getirilecek grip aşısı 1.5 milyon dozla sınırlı kalınca, risk gruplarının aşılanması söz konusu olamayabilecek gibi görünüyor. Ülkemize en azından 9-10 milyon doz aşı sağlanması için çaba gösterilmeli. Yıllardır dile getirdiğimiz ‘Ülkemizde tekrar aşı üretilmeye başlansın’ çağrılarımızın ne kadar yaşamsal olduğu, bugünlerde daha iyi anlaşılıyor.Yeri gelmişken Türkiye’de Kovid-19 aşısıyla ilgili ciddi bir beklenti yaratılıyor. Kovid-19 aşısıyla ilgili aralık ayı sonuna kadar birkaç aşının ruhsat alma ihtimali var. Biz de bunu sevinçle ve umutla takip ediyoruz. Ancak var olan grip aşısını Türkiye’ye getiremeyenler, yeni bulunacak Kovid-19 aşısını yeterli dozda nasıl getirecek? Daha grip aşısını getiremezken, Kovid aşısı çıktıktan birkaç ay sonra toplumun geniş kesimlerine aşı yapılacak gibi bir beklenti yaratılmaya çalışılıyor. Bu beklentinin karşılığı olmadığını da söylemek isterim. Türkiye’de 2021 yılının ilk yarısında toplumsal bağışıklık yaratabilecek kadar yaygın bir aşı yapılabilmesi olasılığını çok düşük görüyorum.
Yerli Kovid aşısı mümkün mü?
Kısa zamanda mümkün görünmüyor.
Aşı bulunsa da dağıtımı adil olabilecek mi?
Aşının adil şekilde dağıtılması da mümkün görünmüyor. Rus, Çin, ABD aşısı deniyor ama değil, bunların hepsi şirket aşısı. Sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonu peşinde koşan şirketlerden söz ediyoruz. Yani parası olmayan ülkelerde yaşayan yurttaşlar kısa zamanda aşıya ulaşamayacak. Bu aşının bir an önce ve tüm dünyada kısa sürede herkese uygulanacağı beklentisi gerçekçi değil.
ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENLERDE VAKA SIKLIĞI ARTIYOR
Artan vakalara rağmen okullar aşamalı olarak açılıyor. Peki, okullar açılırken epidemiyolojik veriler dikkate alınıyor mu?
Okulların açılması için kullanılabilecek bir ölçüt olarak, günlük yeni olgu görülme sıklığının yüz binde birin altında olması gerektiğini daha önce açıklamıştık. Bu şu demek; çok geniş kapsamlı bir test uygulamasıyla birlikte ülkemizde günde doğrulanmış olgu sayısının 800’ün altında olması gerekir. Bakanlık bugünlerde ‘hasta’ sayısını 2 binin üstünde açıklıyor ama, bizim tahminimiz günlük doğrulanmış olgu sayısının 10 binin üstünde olduğudur. Dolayısıyla 800 ile karşılaştırdığınızda, on kat yüksek vaka görülürken bunun sıkıntı yaratma potansiyeli olduğu açık. Zaten İstanbul’da, Bursa’da, Çanakkale’de ve daha birçok kentte okullardan öğrenci ve öğretmen vakaları haberleri gelmeye başladı. Ayrıca Sağlık Bakanlığının rehberinde yer alan bir sınıfta derslik başına 15 kişiyi geçmeyecek şekilde eğitim yapılmasının hayatta karşılığının olmadığını da görüyoruz. Sınıflar çok daha kalabalık. Dolayısıyla biz TTB olarak ağustosta okulların açılması ve açık tutulması için epidemiyolojik veriler ile o okullara ilişkin donanım, fiziksel mesafeye uygunluk ve dezenfeksiyon koşullarının bir arada değerlendirilmesi gerektiğini söylemiştik. Şimdi okullardan gelen haberler öğrenci ve öğretmenlerde vaka görülme sıklığının başladığını gösteriyor.
"ÖNLEM ALINMAZSA DAHA BÜYÜK ARTIŞLAR YAŞANACAK"
Dünyada, özellikle de Avrupa’da vaka sayılarında yaşanan artışlarla birlikte önlemler de geri geldi, Türkiye’de ise ciddi bir önlem yok. Ne yapmak gerekir?
Son üç gündür dünyada birbiri peşi sıra rekorlar kırılarak her gün 400 binin üzerinde doğrulanmış olgu kayıtlara geçiyor. Avrupa’da da olgu sayılarında ciddi bir artış var. Fransa’da Paris dahil bazı kentlerde akşam 9’la sabah 6 arasında sokağa çıkma yasağı var. Birçok Avrupa ülkesinde de toplumsal hareketliliği sınırlandıran yeni önlemler alındı. Türkiye’de henüz önlem almaya yönelik bir hazırlık gözlenmiyor. Önlem için hastalığın bulaşı kaynağının ne olduğu il, ilçe bazında ortaya konup, hastalığın görülme sıklığının nerede yüksek olduğu belirlenerek gerekirse şehirler arası ulaşıma sınırlama getirilmesi de içinde olmak üzere toplumsal hareketliliği azaltacak kararlar çok geç olmadan alınmalıdır. Bu kararlar emekçilerin, küçük esnafın, gündelik çalışanların mağduriyetini önleyecek düzenlemeler yapılarak alınmalıdır. Çarklar durmasın diye insanlar işe gitmek zorunda kaldıkça özellikle risk altındaki kişilerin hastalanmasına ve yaşamlarını yitirmesine seyirci kalınmaktadır.
İzolasyon ve karantinanın koronayı önlemede işe yaramadığını söyleyenler var, siz ne dersiniz?
Buna ilişkin bir kanıt varsa ben de görmek isterim. Ama izolasyon ve karantinanın işe yaradığını gösteren çok kanıt var.
Yüzeylerdeki temas, market alışverişi ve para alışverişlerinin bulaşa neden olmadığı, abartıldığına dair de görüşler var…
Başlangıçta yüzeylerdeki temasın daha yüksek oranda bulaşa yol açabileceği yönündeki bilgilerimiz zaman geçtikçe, araştırmalar çoğaldıkça geçerliliğini bir miktar yitirdi. Ama bu, yüzeylerden hiç hastalık bulaşmıyor anlamına gelmiyor. Eskiden tahmin edildiği kadar yüksek değil.
"SÜRÜ BAĞIŞIKLILIĞI" KONUŞULMAMALI BİLE
Sonbahara girerken ‘Vaka sayıları binin altına inmeli’ deniyordu. Ama artık resmi hasta sayısı bile 2 binlere dayandı. Buna rağmen önlem alınmaması, ‘Sürü bağışıklığı mı uygulanıyor’ sorularını artırdı. Ne diyorsunuz?
Resmi açıklaması, ‘Salgının etkisini azaltmak stratejisi’ olmasına rağmen hem vakaların gizlenmesi hem de bugünlerde artış olmasına rağmen yeni önlemler alınmaması Türkiye’de salgının kontrol altına alınmasıyla ilgili yeterli bir çabanın gösterilmediğini düşündürüyor. Ben, Türkiye’nin ‘sürü bağışıklığı’ denilen bizim toplumsal bağışıklık dediğimiz türünü tercih ettiği yaklaşımının dile getirilmesini bile tehlikeli buluyorum. Çünkü karşımızda insan hayatı var. İsveç bunu tercih etti onunla benzer ülkeler Norveç, Finlandiya’ya göre İsveç’te 1 milyon kişiye düşen ölüm sayısı 7-8 kat daha fazla, yani insanların ölmesine göz yumdular. İngiltere başlangıçta bunu tercih ettiğini açıkladı, vazgeçmek zorunda kaldı. O başlangıç bile kötü sonuçlara yol açtı. Biz bu salgının etkisini azaltmak için çaba göstermeliyiz.
Dünyada bazı ‘bilim insanları’ sürü bağışıklığı uygulansın diye imza topladı. Ne dersiniz buna?
Evet maalesef böyle bir durumla karşı karşıyayız. Ancak bu kişiler Covid-19 ve bulaşıcı hastalıklar konusunda yetkin kişiler değil. Buna karşın bu alanda çalışan binlerce bilim insanı da ‘John Snow Bildirisi’ ile sürü bağışıklığının toplum sağlığına zararlı olduğunu açıkladı.
"ÜZGÜN VE ÖFKELİYİZ"
Son dönemde ülkemizde, artan sayıda sağlık çalışanı Kovid-19’dan hayatını kaybediyor neden?
Gerçekten üzgün ve öfkeliyiz. Yitirdiğimiz hekim sayısı 50’yi sağlık çalışanı sayısı da 110’u geçti. Bunlar önlenebilecek ölümler. Bu ölümlerde yeterince önlem alınmamasının, aşırı iş yükünün ve ağır çalışma koşullarının büyük payı var.