"Toplumun dertlerini siyasallaştıran bir zemini yeniden kurmak gerek"
Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz: "Bugün yaşadığımız odaya gaz doluyor ve biz nefes alamıyoruz. Bir an evvel çıkmamız ve nefes aldığımız zeminde bu kez farklılıklarımızı tartışmamız lazım."
Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz | Fotoğraf: Seren Selvin Korkmaz'ın arşivinden alınmıştır
Şerif KARATAŞ
İstanbul
İttifaklar sistemi iki partili bir sistem oluşturmaktan ziyade küçük parti ve aktörlerin de pazarlık payını artırdığına vurgu yapan Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz, Türkiye’nin içinde geçtiği dönemi de işaret ederek şu değerlendirmede bulundu: “Bugün yaşadığımız odaya gaz doluyor ve biz nefes alamıyoruz. Bir an evvel çıkmamız ve nefes aldığımız zeminde bu kez farklılıklarımızı tartışmamız lazım. Çıkışın ilk yolu ise demokrasinin asgari müştereklerinde bir araya gelebilmek. Yani ilkesiz bir ittifaktan söz etmiyorum.” Türkiye’de siyasetin sandığa ve sayılara sıkıştığına vurgu yapan Korkmaz, “Katılım da sadece sandığa gitmek olarak yorumlanıyor. Oysa bugün toplumun sesi olmak, onların dertlerini siyasallaştıran bir zemini yeniden kurmak gerekiyor” dedi ve ekledi: “Toplum artık soyut ve teorik cümleler değil somut ve pratik önermeler, uygulamalar bekliyor.”
İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (İstanPol) Genel Direktörü ve Siyaset Bilimci Seren Selvin Korkmaz ile ittifak siyasetini konuştuk.
Cumhur ve Millet İttifaklarının toplumsal-sınıfsal özelliklerini değerlendirmekle başlayalım… Yüzde 50’yi temsil ettiğini öne süren bir Cumhur İttifakı var…
Bugün iktidarı oluşturan Cumhur İttifakı Türkiye’de oy desteği anlamında yüzde 50’yi temsil ettiği iddiasında. Oysa toplumsal gerçeklik ve ülke yönetimine bakarsak Cumhur İttifakının yüzde 50’yi de temsil etmediğini söyleyebiliriz. Özellikle toplumun dışlanan, yoksul kesimlerinin sesi olma, siyaseti halk ile kucaklaştırma iddiası ile iktidara gelen ve kendini bir toplumsal gerçekliğe dayandırarak var eden AKP bugün o gerçeklikten yani toplumdan koptu, pastadaki payı kapmaya çalışan ve kamu kaynaklarından yararlanan bir azınlığın temsilcisi konumunda. Toplum kamu kaynaklarının nasıl harcandığını bilmiyor, kurumlara güvenmiyor, liyakat yerine referanslar yani kimin kimi tanıdığı önemli. Kimliksel olarak gittikçe muhafazakar-milliyetçi seçmen temsiline odaklanmış gözükse bile bugün muhafazakar veya milliyetçi de olsa insanların kaygıları ortak. Toplumun geniş kesimleri Türkiye’nin temel sorunlarının ne olduğu konusunda ortaklaşıyor, çünkü bu sorunları birebir gündelik hayatında deneyimliyor. Bugün muhafazakar bir ailenin yirmili yaşlardaki çocuğu da güvencesiz bir şekilde bir mağazada çalışıyor ve yükselme şansı, gelecek umudu giderek kayboluyor. Bu nedenle Cumhur İttifakının hedef ve tutkuları ülkenin değil kendi selametinin ve devamlılığının üzerine kurulmuş durumda. Tam da bu yüzden AKP’nin gençlik videosu ve buna gelen tepkiler çok çarpıcı. Partinin gerçeklikten ne kadar kopuk olduğunu, geçmişin ve geleceğin aslında tek bir kişinin varlığında vücut bulduğu bir hayali ifade ediyor. Fakat karşısında sahici bir başka hayali de muhalefet kurabiliyor mu sorgulamak lazım.
Peki Millet İttifakı bunları ne kadar sağlayabilir?
Hedef ve tutkuları bakımından AKP-MHP gibi ortak bir zeminde bir araya gelmesi zor bir ittifak. Türkiye’nin kimliksel ve toplumsal fay hatlarında (sağ-sol, dindar-laik, Türk-Kürt), birbirine benzemeyen ama demokrasi paydasında ortaklaşan bir bloktan söz ediyoruz. DEVA ve Gelecek Partisi ile ittifaka dışarıdan desteği ile potansiyel aday olan HDP’nin de bu bloka daha yakın olduğunu düşünürsek kimliksel kutuplaşmayı aşması gereken bir ittifak söz konusu. Yani Millet İttifakı doğası gereği daha çoğulcu daha kapsayıcı olmak zorunda. Millet İttifakının ve potansiyel adaylarının en temel ortak noktası güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş talebi ve demokratikleşme. Burada çok zor bir işi başarmaya çalıştıklarının altını çizmek, ittifakın aktörlerinin hakkını vermek gerekiyor. Ancak, ittifak ekonomi politikalarını partilere ve onların aktörlerine bırakmış durumda. Burada Millet İttifakını bekleyen iki önemli tehlike var: Birincisi, ittifakı bir arada tutmaya harcanan enerjinin toplumun gittikçe artan kaygılarını siyasallaştırmaya harcanmaması. İkincisi ise siyaseti toplumun temel dertlerine çözüm sunan değil “En çok puan toplayan” eylemlere ve söylemlere indirgemesi. Oysa iktidarın toplumsal gerçeklikten koptuğu bu dönemde, halkı kucaklayan onların dertlerini siyasetin ve ittifakın temel meselesi haline getiren çok gerçekçi ve samimi bir muhalefet ihtiyacı var. Bugün toplumda esas çoğunluk geleceksiz ve güvencesiz milyonlar. Etnik kimliği, inancı her ne olursa olsun gittikçe yoksullaşan, özgürlüklerini yitiren ve adalet talep eden bir çoğunluktan ve buna karşı iktidarın nimetlerinden ve payından faydalanan bir azınlıktan söz ediyoruz. Topluma refah, adalet ve özgürlük sunan politikalara ihtiyaç olan ve bunun taşıyıcısı olan partilerin kazanabileceği bir dönemdeyiz. Bugün ihtiyaç olan sınıf-kimlik temelli yeni bir siyasal söylem ve siyaset yapma biçimi. Bunun için muhalefet dönüştürücü rol oynayabilir. Mansur Yavaş örneğine bakacak olursak Yavaş popülaritesi gittikçe artan bir lider, sağdan gelen bir siyasetçi olarak biliniyordu ama bugün uyguladığı politikalar anlamında oldukça “sol” bir yerde duruyor. Gündelik hayatta ev işçilerinden kağıt toplayıcılarına kadar pek çok emekçinin sorunlarına kapasitesi ölçüsünde çözüm sunan bir belediye yönetimi var. Yani bugün toplumun ihtiyaçlarına etiketler, klişeler değil “demokrat ve adil” bir yönetim inşa etmekle çözüm sunulabilir.
‘İTTİFAKLAR SİSTEMİ KÜÇÜK PARTİ VE AKTÖRLERİN PAZARLIK PAYINI ARTIRDI’
Cumhur ve Millet İttifakı etrafındaki iki kutuplu bloklaşmanın demokratik değişime etkisi olur mu?
Türkiye’de ittifaklar iktidar tarafından “Koalisyonlar bitsin” iddiası ile getirildi oysa Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısı buna izin vermiyordu. Nitekim artık koalisyonlar Meclis dışında kuruluyor ve taraflar birbirlerine daha çok mecbur. AKP istemeden de olsa muhalefete barış içinde bir arada yaşayabileceğimiz bir ülke vaadi için gereken geniş tabanlı uzlaşı imkanını sağladı. Bana kalırsa ittifaklar sistemi iki partili bir sistem oluşturmaktan ziyade küçük parti ve aktörlerin de pazarlık payını artırdı. Bugünkü şartlarda, demokratikleşmenin önündeki ilk sınav bir demokrasi iddiasındaki muhalefetin “seçim zaferi” olacak; muhalefetin bunu elde etmesinin tek yolu ise bence geniş tabanlı bir demokrasi ittifakının kurulmasından geçiyor. Bu “demokrasi ittifakı” demokratik değişimin mevcut koşullardaki ilk ön şartı ancak Türkiye’nin kronikleşen sorunlarını çözmenin yolu ise Türkiye’nin farklı kesimlerinin adil bir şekilde temsil edildiği işleyen bir parlamenter sistem ile mümkün.
‘ESAS MESELE TÜRKİYE’DE SİYASETİN SANDIĞA VE SAYILARA SIKIŞMIŞ OLMASI’
Bugün hakim olan siyaset halkın siyasete katılımını ‘Sandığa gitmek olarak’ yorumluyor ve öyle hareket ediyor. Bu durumun halkın siyasette katılması üzerindeki etkisi için neler belirtebilirsiniz?
Türkiye’de halkın siyasete katılımından anladığımız ne yazık ki sandığa gidip oy vermesi. Bu da hayli yüksek oranlarda... Muhalefet özellikle yerel seçimlerde elde ettiği başarı ile seçmenini mobilize etti ve “Kazanabiliriz” algısı yarattı. Bu seçmeni sandığa gitmeye teşvik eden bir unsur. Öte yandan özellikle AKP’den kopan ve gittikçe genişleyen bir kararsız seçmen bloku var. Esas mesele ittifakın bu seçmenleri ikna edebilmesi. Bunda farklı partiler farklı roller oynayabilirler. Örneğin; İstanbul’da İYİ Parti ve HDP seçmeni ittifak sayesinde aynı adaya oy verebildi. Burada esas mesele Türkiye’de siyasetin sandığa ve sayılara sıkışmış olması. Katılım da sadece sandığa gitmek olarak yorumlanıyor. Oysa bugün toplumun sesi olmak, onların dertlerini siyasallaştıran bir zemini yeniden kurmak gerekiyor. Halk kendi gerçeğinden kopan bir siyasete nasıl katılsın? İkincisi siyaset yapma biçimi ve siyasete katılım başlı başına demokratik değil bizim ülkemizde. Daha çok parası olan, daha ayrıcalıklı sosyal statüsü olan, geniş çevresi olan yurttaşla güvencesiz, yoksul, sosyal sermayesi az olan yurttaş sahiden eşit şartlarda mı katılıyor siyasete? Marketteki kasiyer, gündeliğe giden ev işçisi hangi siyasal mekanizmalarla dahil ediliyor siyasete? AKP bir dönem bunlara sahici cevaplar verebiliyordu, bugün bu zeminini tamamen yitirdiğini düşünüyorum. Diğer partilerde ise bu soruların cevabı genellikle şu oluyor: “Bizim herkese kapımız açık, gelsinler.” Düğme tam da bu söz ağızdan çıktığı anda yanlış iliklenmeye başlıyor. Tüm bu eksikliklere rağmen CHP belediyelerinin şeffaflık ve katılım konusunda önemli adımları oldu ve bunlar ses getirdi. Yani toplum artık soyut ve teorik cümleler değil somut ve pratik önermeler, uygulamalar bekliyor.
‘SOL TOPLUMUN DERTLERİNE GERÇEK BİR ÇABAYLA ODAKLANMALI’
Sol ve sosyalist partilerin ittifak çağrıları bugün nereye oturuyor?
Bugün en çok ihtiyaç olan şey “demokrat” olabilmek. Ben Türkiye’de kendini solda veya sağda tanımlayan ama “demokrasi” paydasında ortaklaşan her yurttaşın ve siyasal aktörün demokrasinin asgari müştereklerinde ortaklaşması gerektiğini düşünüyorum. Bunlar, seçimle belirlenmiş yöneticiler, özgür, adil ve düzenli yapılan seçimler, ifade özgürlüğü, basın ve haber alma özgürlüğü, denge-denetleme mekanizmalarının işleyişi. Bu en basit ilkeler dahi zedelenmişken ilk hedefimiz bu konularda uzlaşacak bir demokrasi ittifakının tesisi olmalı. Soldan yükselen sesler bazen tıpkı sağdan yükselen sesler gibi “O olursa biz olmayız” temelinde. “HDP’nin oturduğu masaya ben oturmam” diyenlere benzemiyor mu bu yaklaşım? Oysa bugün yaşadığımız odaya gaz doluyor ve biz nefes alamıyoruz. Bir an evvel çıkmamız ve nefes aldığımız zeminde bu kez farklılıklarımızı tartışmamız lazım. Çıkışın ilk yolu ise demokrasinin asgari müştereklerinde bir araya gelebilmek. Yani ilkesiz bir ittifaktan söz etmiyorum.
Solun bu dönemde belki de en önemli rolü siyasetin zeminini toplumun dertlerine odaklamak konusunda gerçekçi bir çaba içinde olabilmesidir. Güvencesizlik, yoksulluk bu kadar yaygınlaşmışken solun adalet ve eşitlik temelli önermelerinin tam zamanı ama 1930’ların politika önermeleri ile 1960’ların söylemleri ile bugünün dünyasına seslenmek mümkün değil. Dünyanın ve Türkiye’nin değişen koşullarını, toplumsal yapısını iyi tahlil etmiş ve iyi önermeleri olan bir sola ihtiyacı var Türkiye’nin. Bu alanda kabul etmek gerekir ki bir boşluk var. Bugün yurttaşın sesini, toplumun dertlerini en çok duyuran liderlerden biri İYİ Parti lideri Meral Akşener. Kendini solda gören siyasetçilerin bu alanı doldurması gerekmez mi? CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun İstanbul’da güvencesizleri, kent yoksullarını odak alan çalışmaları sol siyaset için önemli bir katkı ama solun daha çeşitli aktörlere de ihtiyacı var. Türkiye’de solun aktörleri sadece olumsuz önermelere değil bu toplumun dertlerine çözüm sunan, bugünün dili ile sol söylemi/stratejiyi yeniden kuran aktörlere ihtiyacı var.