Evrensel için yeni bir dönem
Reklamları Kapat
28 Ekim 2020 00:00

Kişisel gelişim yalanının sonsuz batağı

Üniversitedeki eğitim yeni dünyada yetersiz” ise gençler; para, emek ve zamanlarını sonu olmayan bir kişisel gelişim yarışına harcıyor.

Kişisel gelişim yalanının sonsuz batağı

Kaynak: Vasily Koloda/Unplash

Burak BAĞÇECİ

Yıldız Teknik Üniversitesi

Uluslararası kapitalizmin 1970’lerde uygulamaya koyduğu neoliberal politikalar toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi eğitimde de birçok dönüşümü beraberinde getirdi. Ülkemizde özellikle 90’lı yıllarda başlayan bu dönüşümler 2000’li yıllarda hızlanarak devam etti, ediyor. Bu politikalar kamusal eğitim hakkının yok edilerek eğitimin özelleştirilmesini hedeflerken aynı zamanda kavramlara yüklenen anlamlarla birlikte tüm değer ve normların da tekelci sermayenin güncel ihtiyaçlarına göre yeniden üretilmesini sağlıyor. Böylece üniversite, piyasanın ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılarak kapılarını özel girişimciliğe açan, bilimin sermayenin hizmetine sunulduğu, şirketlerle kaynaşan, dahası, üniversitenin kendisinin holdinge dönüştürüldüğü kurumlar haline geliyor.

SERMAYEYE UYGUN AKADEMİ

Üniversitelerin emekçi halkın ihtiyaçlarına göre değil ama sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirildiği günümüzde üniversite öğrencilerinden de beklenenler, neoliberal dünyanın genelde bireyden, özelde üniversite mezunu “kalifiye” iş gücünden beklentilerine göre şekilleniyor. Rekabet, kendine yatırım yapma, fark yaratma, bireycilik gibi davranış ve eylemler her yeni üniversiteliyi adeta akademi dininin kutsalları gibi karşılıyor ve üniversite hayatları bitene kadar da peşlerini bırakmıyor. Girilen derslerde, katılımcı olunan konferans veya etkinliklerde karşılarına çıkan akademisyen ya da “sanayici”ler üniversitelilere “dünyanın değiştiğinden” bahsederken kendilerini iş hayatlarına hazırlamaları gerektiğinden bahsediyor. Tüm bunlar üniversite bileşenleri tarafından öylesine içselleştirilmiş durumda ki eğitim dili İngilizce olan bir bölümün hocasının “İngilizcenizi geliştirmek için ne yapıyorsunuz?​” diye sorması garipsenmiyor, ya da her mühendislik programının müfredatında cad/cam dersi bulunmasına rağmen, öğrencilerin para verip cad/cam kurslarına yazılmaları sorgulanmıyor.

İçindeki bilimsel bilgi üretiminin tekelci sermayenin ihtiyaçlarına tabii kılınarak sınırlandırıldığı ve üniversite-sanayi iş birliği adı altında başta teknoparklar aracılığıyla olmak üzere sermayenin adeta hizmetine sokulan üniversitelerin öğrencilerine verebildiği eğitimin niteliği işte bu kadar. Üstelik neoliberal politikaların perişan hale getirdiği üniversite eğitiminin boşluğunu doldurabilmek için yine özel sektör çözüm kapısı olarak gösteriliyor. Üniversiteliler, okullarında alamadıkları eğitimi kendi çabalarıyla doldurmak için ücretli kurslara, ücretsiz stajlara, şirketlerin uzun dönem çalışma programlarına koşturmak zorunda kalıyor. Öte yandan eğer “üniversitedeki eğitim yeni dünyada yetersiz” ise, kalifiye iş gücü olmanın sınırları da böylece kaldırılmış oluyor. Gençler para, emek ve zamanlarını sonu olmayan bir kişisel gelişim yarışında kullanıyor. Böylece akademik/mesleki eğitim, bizzat üniversiteler aracılığıyla üniversiteden çıkarılıp özel sektörün inisiyatifine bırakılıyor. Aynı zamanda üniversitede edinilmesi gereken yeterlilikler her geçen gün biraz daha öğrencilerin kendi bireysel çabalarına bırakılıyor.

KALIPLAŞMIŞ GELECEK DAYATMASI

Üniversitenin içerisinde akademik bilgi üretimini, toplumun teknolojik ilerleme başta olmak üzere mevcut diğer gelişkinliklerini karşılama ihtiyacını yönelik misyonunu “iş görecek kalifiye eleman” üretme sıfatına indirgeyenler, üniversite ve bilimsel eğitimin kapılarını nitelikli, bilimsel ve ulaşılabilir eğitime dışlayarak kurgulama gayreti gösteriyor. En geniş gençlik kesimlerine, üniversite sınavına hazırlanma süreci de dâhil olmak üzere maddi ve manevi anlamda ağır yüklerle bezenmiş üniversite hayalini, bir işe sahip olarak iyi bir gelecek kurma zorunluluğu ile dayatıyor. Hâlihazırda eğitimin ulaşılabilirliğinin sınıfsal makası giderek açılırken, üniversiteye adım atıldığı andan itibaren iş bulabilmenin imkânı olarak sertifikasyon hedefi gösteriliyor. Üniversiteye girme sürecinde eşitsiz koşullarda yarışmak zorunda kalan gençler, üniversiteye adım attıktan sonra da bu programlara katılabilecek maddi kaynağa sahip olup olamama üzerinden tekrardan eşitsiz bir koşulda birbiriyle yarışmaya itiliyor.

Peki üniversitenin verdiği eğitimin yetersizliğini görüp “kendine yatırım yapan” gençleri günün sonunda ne bekliyor? İşsizliğin %26’ları geçtiği bir ülkede üniversitelileri hangi sertifika, kurs ya da ücretsiz staj “kurtarabilir” ki? Bir yanda iyi bir gelecek için üniversiteyi hedefimize koyarlarken üniversiteye geldiğimizde de “üniversite yetmez” diyenler aynı kişiler değiller mi? Ya da kariyer günlerinde bize “herkesten bir adım öne geçin” tavsiyelerini veren şirket temsilcileriyle mezun olduğumuzda düşük ücret ve esnek çalışmayı dayatanlar aynı kişiler değiller mi? Bir yandan gelecek umudu verirken öte yandan bizleri geleceksizliğin pençesine sürükleyenler kişiler değiller mi?

Evrensel'i Takip Et