28 Ekim 2020 09:23

Ekim Devrimi’nin 103. Yılında tarihin gizemli ritmini yakalamak 

Onlar, küresel yıkımının sonuçlarını kabul etmeyen emekçi sınıfların 1830’da, 1848’de, 1871’te yenilen ayaklanmalarının en büyük rövanşının icracılarıydı. 

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Ender Şiar ARGIN 

İstanbul 

6-7 Kasım tarihleri itibariyle 103. yaşını kutlayacak olan Ekim Devrimi, kuşkusuz, bir anda bütün toplumsal yaşamı değiştirecek sihirli bir değnek değildi. Ancak toplumsal yaşamın eski ritmine bir kere dinamit döşenmişti, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Emperyalist kapitalizmin dünya halklarına “müjdelediği” savaşla büyük bir enkaza sürüklenen, sadece fiziksel değil kültürel-zihinsel olarak da yıkıma uğratılan, açlık-yoksulluğa mahkûm edilen emekçi sınıflar kendi yaşamlarının sorumluluğunu kendi ellerine almış, tarihin gördüğü en demokratik yönetim organizasyonunu hayata geçirmişti. Rus emekçileri, kendi eserleri olan devrimin yaşadığı bütün güçlükleri de yine yalnızca kendilerine dayanarak, eski toplumun bütün yıkıntılarını, kendi yaratımları olacak yeni toplumun heyecanıyla göğüslediler.  

KAPİTALİZM NEREYE?  

Her gün kapitalizmin neden bir çeşit felaketler düzeni olduğunu çeşitli haberlerle teyit edebilecek düzeye geldik desek abartmış olmayız. Çünkü kapitalizmin süreklilik arz eden bir karakter kazanan sosyal kriz hali, yalnızca Türkiye’de değil dünyanın hemen her ülkesinde hissediliyor. Bunun iktisadi yönlerini, yani kapitalizmin ekonomik modelinin yapısal-sistemik sorunlarını da tartışabiliriz. Kar oranlarının sürekli düşüşünden, kapitalizmin “üretim ateşinin” sönme eğiliminden, bu eğilimin sonuçları olarak daha çok ekonomik genişlemeye dayanmayan sermaye balonundan, borçlanma-finansallaşmanın sınırlarından ayrıntılı olarak bahsedilebilir. Ancak bütün bu göstergeler temelde Marx’ın 150 yıldan fazla süre önce söylediği gibi “sermayenin esas engeli sermayenin kendisidir” ifadesinin izdüşümü olarak okunabilir. Dünya halklarının payına ise yine bildiğimiz “kapitalist gerçeklik” düşüyor; gelir eşitsizliği, işsizlik, yoksulluk verileri, kapitalizm tarihinin en korkunç dönemlerinden birine tanıklık ettiğimizi söylüyor.   

Yine virüs salgını, kapitalizmin niteliksel-yapısal özelliklerinden birçoğunu “ifşa” etti. Artık, tarihinin en büyük krizinden iki büyük dünya savaşıyla, yine son büyük krizinden dünya üzerindeki bütün kara parçalarına felaketler getiren neoliberal yağmacılıkla çıkan kapitalizmin “yeni” çözüm olanakları daraldı. İnsanlar yaş gruplarına ve üretime devam etme kapasitelerine göre gözden çıkarılıyor, hastane kapılarında ölüme terk ediliyor. Yaşam hakkı, sağlık gibi en temel evrensel insan haklarını dahi karşılayamayan uluslararası kapitalizm ve işbirlikçisi hükümetleri açıkça “suç” işliyor. Emekçi sınıflar üzerinde her biri birer sömürü-cinayet aygıtı olan devletler bu felaketlere çözüm üretmiyor.  

Bertell Ollman, kapitalizmin insan ve toplum üzerindeki pratiğini şöyle özetliyor:  

“Kapitalizm süregelen bir soykırımdır. Sadece üzerine bombalar yağdırdığı, aç bıraktığı, kirlilikle zehirlediği, tıbbi bakımdan yoksun bıraktığı veya öldürene kadar çalıştırdığı insanlara karşı bir kıyım değil. Aynı zamanda yabancılaşma ve kaygı ile dolup taşan işleri veya işsizliğiyle yavaş yavaş ruhsuzlaştırdığı, nefes aldırmadığı insanlara karşı da bir kıyım.” 

Kapitalizmin yıkımını soyut ve toplumun genelinde yarattığı etkiler bağlamında düşünmek zorunda değiliz. Hepimiz çok yakından şahit oluyoruz bu sürekli yıkıma. “Bir araba, bir ev” için bir yaşamı takas etmek istemeyen ve yaşamak için herhangi bir neden göremeyen sıra arkadaşlarımızın intiharlarından, “hayalim yok, çünkü hiçbir hayalim gerçekleşmedi” diyen kâğıt toplayıcısı akranlarımıza, üniversite masraflarını çıkarmak için iş makinaları arasında can veren kardeşlerimize kadar yaşamın her alanında, her anında bu yıkımın fotoğrafını çekebiliriz.  

ÜTOPYA OLAN HANGİSİ?  

Tam da burada, Ekim Devrimi nostaljik bir detay olmaktan çıkıyor, yanı başımızda bir rehbere dönüşüyor. Çünkü her şeyden öte, Ekim Devrimi ve sosyalizmin temsil ettiği devrimci dönüşümün “temel motivasyonu” sosyalist toplumsal düzenin çok daha “iyi” ve mantıklı olduğu değil, kapitalizmin dayanılamaz, sürdürülemez, mantıksız oluşudur. O zaman şu önerme çok daha kabul edilebilir mertebeye yükseliyor; asıl ütopya olan, kapitalizmin yarattığı büyük yıkıma karşı yaşama tutunabilmek için dahi kendi sınıfsal çıkarları etrafında bir araya gelmek zorunda olan emekçi sınıfların iktidarı ele geçirmesi değil; kapitalizmin ölümcülleşen çelişkilerinin bir süre daha sürdürülebilmesidir. 

Bu yüzden, Ekim Devrimi’nin icra edicileri, yalnızca bir ülkenin siyasal-sosyal atmosferinin yarattığı ve dayandığı öfkeyi, örgütlü bir düzen karşıtı politik harekete dönüştüren bir grup politikacı değillerdi. Onlar; kapitalizmin ortaya çıktığı zamandan itibaren “başka bir dünya”yı sorgulayan, ütopik, gerçekçi, imkansız ya da bilimsel kimi tahayyüllere sahip olan onlarca düşünürün düşlediği dünyaya doğru atılan en büyük adımın plancılarıydı. Kapitalizmin ilk birikim sürecindeki dev yoksulluk-mülksüzleşme dalgasından başlayarak milyonlarca insan üzerindeki küresel yıkımının sonuçlarını kabul etmeyen emekçi sınıfların 1830’da, 1848’de, 1871’te yenilen ayaklanmalarının en büyük rövanşının icracılarıydı. Haliyle Ekim Devrimi, yalnızca Çarlık Rusya’sı halklarının değil, dünya halklarının bugüne kadar gördüğü en cesur, en ilerici, insan onuruna en yakışır kalkışmadır, tarihin devrimci tarzda değiştirilmesinin en ciddi adımıdır.  

Gramsci, Ekim Devrimi sonrasında yazdığı yazıda Marx için “zihinsel tembelliğin düşmanıdır, uyuklayan ve kıran kırana bir kavga için uyanması gereken büyük enerjiyi ayağa kaldıran kişidir” diyordu. Kapitalizmin mevcut sosyal krizi biz istesek de istemesek de derinleşiyor; mevzu “eskinin ölmekte, yeninin doğamıyor olduğu” bu koşullarda neyi tercih edeceğimizdir. “Zihinsel tembelliğe” düşman olmalı, bugünün dünyasının işgali, yeni dünyanın yaratımı için düşünmek zorundayız. “Uyuklayan ve kıran kırana bir kavga için uyanması gereken enerjiyi” ayağa kaldırmalıyız, çünkü bu enerji, işçi sınıfının öncüsü olacağı toplumsal pratikten, mantıksal olandan, “gerçek” hareketin kendisinden yanadır. Ekim Devrimi, bu anlamda dünün değil, bugünün sorunudur, günceldir, gelecektir. 

ÖNCEKİ HABER

Ateşi yılmadan taşımaya adanmış bir ömür 

SONRAKİ HABER

Ordu'da madene karşı direnen köylülere polis ve jandarma müdahale etti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa