İktidarın sarkacında sallanan eğitim
Eğitim iktidar için virüsten daha tehlikeli. Yıllardır eğitimin bilimselliğe olan mesafesi gittikçe açılırken virüs, tam da yapılmaya çalışılan şeylere kılıf oldu.
İllüstrasyon: Vijay Verma/ Blush Design
Uludağ Üniversitesinden bir öğrenci
Bursa
Geçtiğimiz dönem pandemiden dolayı ağır aksak yürütülmeye çalışılan eğitim, bu dönem de beklenildiği üzere hiçbir ilerleme kaydedemedi. Yarı dönemde okulların kapanmasıyla birlikte eşzamanlı olarak yürütülmeye çalışılan eğitimin, PDF’ler ödevler ve yalnızca kitaplar yoluyla ilerlemeyeceğine hepimiz şahit olduk. Hâlihazırda niteliksiz, içi boşaltılmış ve bilimsellikten uzak eğitim sistemi bu yeni dönemle birlikte biz öğrencilerin gözünde sınıfta kaldı. Dolayısıyla bizler, her konuda olduğu gibi kendimizle baş başa kaldık ve eğitim sisteminin yarattığı boşlukları kendi kendimize kapatmaya çalıştık. Yani eğitime karşı bütün beklentilerimiz, iktidarın içi boş vaatleriyle son nefesini verdi.
UZAKTAN EĞİTİMDE BİLE HARÇ
Güz döneminin başlamasıyla birlikte derslerin uzaktan yürütüleceği kararı alındı. Özel okullar dışındaki üniversiteler, yani akıbeti devlete kalmış olanlar uzak eğitime başladı. Yine burada yaşamımızın her alanında olduğu gibi ekonomik farklılıkların neye ne kadar ve ne nitelikte sahip olacağımıza karar verdiğini gördük. Zira ülkeye bir avuç turist kadar katkımız olmadığını hatta iktidarın da eğitim anlamında herhangi bir katkımızı istemediğini biliyoruz artık. Bir başka bildiğimiz şey ise, her alanda olduğu gibi eğitimi de rant alanına dönüştürdükleri. Giremediğimiz dersler, alamadığımız eğitim için harç ücretleri ödedik. Zaten burada işler böyle yürür. Olmayan her şeyden, yapılmayan her eylemden kar güdülür. Fakat çok geçmeden harç ücretlerinin bilinmeyen bir yokuştan yuvarlanıp nereye gittiğini göreceğiz. Ki biz her zaman olduğu gibi hakkımız olanı almak için adeta o yokuşu tırmanıyormuşçasına nefes nefeseyiz.
ÖĞRENCİ NE OKUR NE OKUYAMAZ
Derslerin başlamasıyla ağır aksak ilerleyen bir sürecin içine girdik. Zaten dönemin başından beri çöken sistemler günümüzü aydınlatıyor resmen(!) Ya da en azından iktidarın gözünü kamaştırıyordur. İlk günden çöken birçok sistemin yanında erişim sorunu yaşayan öğrenciler de oldu. Örneğin Uludağ Üniversitesinde ilk haftalarda derslere giren öğrenci sayısında bir sorun yaşanmadı. Fakat daha sonra sistem derslere 100’den fazla öğrenci almadı ve birçok öğrenci derslerine giremediği için devamsızlık sorunuyla karşı karşıya kaldı. Öğrenciler sorunun, okulun dersleri yürüttüğü uygulamanın 100’den fazla öğrenci alabilmesi için okulun belli bir ücret ödemesi gerektiğini ve okulun bu uygulamayı Premium kullanmadığı ve ücret ödemediği için yaşandığını öğrendi. Bunun üzerine öğrenciler okula mail yoluyla ulaşmaya çalıştı. Gönderilen maillere cevap alınamadı fakat tepki büyüyünce okul, bir öğrenciye uygulamayı Premium kullanma hususunda herhangi bir çalışmaları olmadığı cevabını verdi. Bir nevi “Kendi başınızın çaresine bakın” demekti bu. Okul, televizyondaki bilgi yarışmaları gibi şanslı 100 kişiyi aramaya karar verdi sanırım. Fakat durum bu şekilde yürütülemeyince trajikomik bir şekilde bir açıklama daha geldi. O da; eş zamanlı iki yayın yapılması yönünde bir açıklamaydı. Yani dersi veren hoca iki farklı cihazdan iki farklı ders yayını yapacaktı. “Aman efendim paramızdan gitmesin gidecekse emeğimizden, zamanımızdan gitsin” denilerek birçok öğrenci derse girebilmek için saatlerce beklemek zorunda bırakıldı. Fakat bu noktada akıllara birçok soru takılıyor: Harç ücretleri öğrencilerin eğitimi için kullanılmıyorsa ne için kullanılıyor? Bir okulun, öğrencilerin aldığı eğitimden başka nasıl bir kâr amacı olabilir? Buna okul mu yoksa banka mı demeliyiz? Ne de olsa tam da istediği tarzda bir nesil yetiştirdiklerini zannederek çok da bu durumları umursamadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla öğrenciler hem virüsle hem eğitim sistemiyle hem işsizlikle hem de giderek zorlaşan yaşam koşullarıyla mücadele ederken iktidarın ne yaptığı, öğrenciler için şartları iyileştirip iyileştirmediği soruları da aklımıza geliyor. Örneğin Bursa Uludağ Üniversitesi Psikoloji bölümü öğrencisi olan, on beş kişilik bir evde ders çalışamadığı için her gün kırk dakika yol yürüyüp kütüphanede derslere girmeye çalışan öğrenciye gözleri kör. Ve işte yalnızca bu örnek bile içinde debelendiğimiz eşitsizliği gözler önüne seriyor.
EVDE KALAMIYORUZ!
Bu süreçte birçok öğrenci derslerini telefon üzerinden takip ediyor. Bunlardan biri de Batman Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümü öğrencilerinden bir arkadaşımız. Kendisiyle yaptığımız görüşmede derslerini telefondan başka takip edebileceği bir cihazının olmadığını ve mevcut sorunlardan dolayı derslerine telefondan katılamadığını, bu yüzden de derslerine girebilmek için internet kafeye gitmek zorunda kaldığını belirtti. Fakat internet kafe ortamının yarattığı gürültülü ortamından dolayı derslerinin verimli geçmediğini, aynı zamanda pandemi sürecinde internet kafe gibi tehlikeli bir ortamın stresiyle derslerine odaklanamadığını belirtti. Bu noktada öğrencinin sınıfta göreceği eğitim ortamının, öğrenciler için internet kafe ortamından daha mı tehlikeli olduğu sorusu aklımıza geliyor. Benzer durum, evde çalışma ortamı olmayıp kütüphanelerde veya farklı ortamlarda derslerini ilerletmeye çalışan öğrenciler için de geçerli. Dolayısıyla öğrenciler virüsten kaçarken yine virüsle karşı karşıya kalıyor. Belli ki, eğitim iktidar için virüsten daha tehlikeli. Yıllardır eğitimin bilimselliğe olan mesafesi gittikçe açılırken virüs, tam da yapılmaya çalışılan şeylere kılıf oldu.
Online derslerde yaşanan benzer sorunların yanında bir de tam anlamıyla online olarak ders göremeyen öğrenciler var. Örneğin Siirt üniversitesi senkron-asenkron sistemini uyguluyor. Siirt Üniversitesi, Mütercim- Tercümanlık (İngilizce) bölümü öğrencisi bir arkadaşımız, iki haftada bir online ders işlediklerini onu da nerdeyse hiçbir derste sorunsuz bir şekilde yapamadıklarını belirtiyor. Nerdeyse bir aydır başlamış olan güz yarıyılının ilk gününden beridir hiçbir ders işlemeyen ve henüz bilgilendirme yapmamış hocaların olduğunu ifade ediyor. Arkadaşımız, toplumsal olarak eğitimin her şeyden daha çok ihtiyaç duyulduğu Türkiye gibi bir ülkede bu kadar ihmalin bilinçsiz bir nesil yetiştirilmeye çalışıldığını söylüyor.
SARKAÇTAN KURTULMAK İÇİN
Genel çerçeveye bakılınca bu süreçte öğrenciler, iktidar sarkacında sallanıp duruyor. Kendilerini ifade edecekleri, sorunlarını dile getirecekleri ve bu sorunlar etrafında ortaklaşa çözüm arayacakları bir alan yaratmaya çalışıyorlar. Bu durumda öğrenciler, ülkenin yaşadığı her adaletsizlik karşısında yaptığı gibi haklarını Twitter üzerinden arıyor. Zaten güz yarılından beridir her hafta gündeme ancak bu şekilde girebildiler. Öğrencilerin çığlıklarını ancak haftalar sonra duyan iktidar, geçtiğimiz hafta okulların açılmasıyla ilgili bir açıklama yaptı. Elbette biz gençlerin artık, uzaktan ya da hibrit herhangi bir sistemin bu süreçte taleplerimize uygun ve sağlıklı koşullar etrafında uygulanacağına inancımı yok. Fakat bu iktidarın sarkacında sallanmaya devam edeceğimiz anlamına gelmiyor. Bizler parasız, bilimsel, nitelikli eğitim mücadelemizi yine sırtlanmak ve onu her alana taşımak zorundayız.