Suriye ‘devrimi’ne dair
Devrimler, bilindiği gibi insanları ileri götüren toplumsal hareketlerdir. Burada kaçınılmaz bir şekilde lineer doğrultuda ve pozitivist anlamda bir ilerlemeyi kast etmiyorum. Tarihin ilkel toplumdan köleci, oradan feodal ve nihayet burjuvazinin ticari örgütlenme için en uygun gördüğü birim olarak ulus devlet formuna evrilen ve bu yol
Nitekim toplum içerisinde haksızlık yapmama, başkasının hakkına el uzatmama, fakire, düşküne ve garibana kol kanat germe şeklinde ortaya çıkan şey, toplumda ahlaki bir ilerleme anlamına geldiğinden bir bilinç devrimi olarak nitelenebilir, zira ahlaki bir gelişime tekabül etmektedir. Önce bilinçlerde meydana gelen devrim, beraberinde siyasi devrimi getirir. Ancak bu bilinç devrimi için objektif koşulların oluşması da zorunludur. Burada zihinle objektif koşullar arasında diyalektik bir etkileşimden bahsetmek mümkün.
ANTİ-EMPERYALİZM
Şahsi kanaatime göre, bir devrimin olmazsa olmaz koşulu, dış politikada anti-emperyalist bağlamda radikal bir değişiklik öngörmesidir. Devrim, ülke içindeki toplumsal koşullara, eşitsizliğe, sınıfsal çelişkilere, bireysel özgürlükler alanındaki eksikliğe, insan hakları ihlallerine bir tepki olarak doğmuş olabilir ancak, söz konusu devinim, uluslararası ilişkilerde en azından ülkenin bağımlılığına son vermeyi, karşılıklılık esasına göre daha eşit ekonomik koşullarda var olmayı, bağımsızlığını elde etmeyi, emperyalist ülkelere karşı başkaldırıyı hedeflemelidir.
Ülke içerisinde çeşitli imtiyazlarla palazlanmış olan bir sınıfın toprak üzerindeki hegemonyasını kırabilen, işçi ve emekçi haklarında ileri bir aşamaya geçişi sağlayan, toprak reformuyla köylülerin toprak sahibi olmasına yol açan bir takım iç dönüşümler dış politikada anti-emperyalist bir duruşla taçlanmıyorsa, o ülkenin tam bağımsız bir ülke olmasını sağlamıyorsa, yabancı ve sömürgeci hegemonyadan kurtarmayı öngörmüyorsa, bölgesel güç dengelerinde bu ahlaki ilkelere daha yakın bir eksene yaklaşmasını temellendirmiyorsa, dış politikada ilkeli, milli haklarını önceleyen, ülkenin kaynaklarının dış güçler tarafından yağmalanmasına engel olan bir strateji takip etmeye yanaşmıyorsa böyle bir kalkışmaya devrim diyebilir miyiz şüpheliyim.
Devrimler insanları özgürleştirir derken, buradaki vurgu bireysel özgürlüklerde sağlanan gelişmelerden çok toplumsal kurtuluş üzerinedir. Gerçek bir devrimden sonra bireysel haklarda, fikir ve ifade özgürlüğünde kısa vadede kısmi bir gerileme de yaşanabilir ki bu hemen hemen bütün devrimlerde meydana gelmiştir. Söz konusu devrimler açısından ele alırsak eğer, devrimler, kaos döneminin arkasından müthiş bir baskı dönemine girmişlerdir. Zira karşı devrimci güçler, devrimi daha doğduğu yerde boğabilmek için tüm güçleriyle saldırırken, devrimi tahkim etmek isteyen güçler de iç cepheyi güçlendirmek için özgürlükleri kısıtlar, şiddeti artırırlar. Karşı devrimle mücadele edebilmek için bu neredeyse kaçınılmaz bir gerekliliktir. Burada devrimin yarattığı terörü, akan kan deryasını mazur gördüğümüz anlamı çıkmasın. Süreç bu şekilde gelişir, toplumsal kanunlar bu şekilde işler, çünkü devrim müthiş bir devinimdir, büyük bir alt üst oluştur, söylemeye çalıştığım şey bu. Özgürleşmeci toplumsal güçlerin egemen yapıda sarsıcı değişimler meydana getirir ve doğal olarak da bundan rahatsız olan, çıkarları sarsılan toplumsal gruplar olacaktır. İşte karşı devrim dediğimiz şey de bu alt oluştan rahatsız olanların tepkilerinin toplumsal alandaki yansımasıdır.
Salt birey haklarını geliştirmeyi hedefleyen, düşünce ve ifade özgürlüğünü tahakkuk ettirme üzerine kurulu, ekonomik ve siyasi özgürlükleri hedefleyen bir toplumsal kalkışma, olsa olsa Ukrayna’da, Kafkas ülkelerinde ve kısmen Balkanlar’daki Kadife devrimler gibi ancak liberal bir devrim olarak adlandırılabilir.
EL KAİDELİ DEMOKRASİ ABESLE İŞTİGALDİR
Konumuz olan Suriye örneğini ele aldığımızda ise meşhur bir Arap yazarının deyimiyle ülkede iç savaş çıkartan, ülkenin ekonomik ve siyasi dinamiklerini yok eden, her alanda yarım asır geriye götüren bir çatışma sürecine biz ne zamandan beri devrim demeye başladık?
Mezhebi ve etnik saiklerden hareketle verilen mücadele, devrim olabilir mi?
Suriye’deki ayaklanma önce toplumun farklı kesimlerinden destek alan bir halk ayaklanması olarak başlamış ancak süreç içerisinde silahlı mücadeleye dönüşmesi, onu manipülasyona açık hale getirmiştir. Zira silahlı mücadele doğası gereği dışlayıcıdır. Ülkede kamplaşma ezen-ezilen, zalim-mazlum ekseninde değil de mezhebi kamplar şeklinde gerçekleştiğinde silahlı mücadele, etnik ve mezhebi kutuplaşmayı derinleştirir. Zira mezhepler ve etnisiteler üstü bir mücadele ancak, toplumun her kesimi tarafından sempati kazanmış güçler tarafından yürütüldüğü taktirde mümkün olabilir. El Kaide çizgisindeki örgütlerin Suriye’ye özgürlük, ve demokrasi getireceğini düşünmek abesle iştigaldir.
MEZHEPÇİLİK KÖRÜKLENİYOR
Suriye içerisindeki dengelere dışardan dahil olan yabancı savaşçılar olgusu ise bu Suriye’deki komplike durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Her şeyden önce yabancı savaşçılar Suriye toplumunun yapısını, mezhebi ve enik unsurlar arasındaki hassas dengeleri bilmediklerinden yer yer tahripkâr bir rol oynamaktadırlar. Salt belirli bir mezhebe mensup olduğu için sivillere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, hedef gözetmeden yapılan bombalamalar, mezhepçiliği körükleyen sloganlar ve konuşmalar Suriye toplumundaki söz konusu hassasiyetleri harekete geçirmekte ve zaten kırılgan olan toplumsal birlikteliği iyice zedelemektedir. Yabancı savaşçıların selefi karakteri ise Suriye’deki mezhebi ayrılıkları eşi benzeri görülmemiş bir şekilde körüklemektedir.
Suriye’deki ayaklanmanın bir başka sorunu ise ABD-Katar-S. Arabistan üçgeninin kucağında mücadelesini yürütmesidir. Bu, bizim yukarıda bahsettiğimiz gerçek bir devrimin kaçınılmaz olarak anti-emperyalist karakter taşıması gerekliliğiyle çelişki arz eden durumdur. Şüphesiz Suriye devleti çok ciddi özgürlükler sorunu olan, hukuki ihlallerin bolca yaşandığı bir ülkedir. Suriye yönetimi, Beşşar Esed dönemiyle birlikte 2000’li yılların başlarından itibaren bir reform programı başlattıysa da bu yeterli olmamış, ülkede başlatılan değişim rüzgârları akim kalmıştır. Ancak Suriye’nin cezalandırılması, Filistinli direniş gruplarının belirttiği gibi, özgürlüklerin olmaması, hak ihlalleri ya da anti-demokratik uygulamalar nedeniyle değil, dış politikada sürdürdüğü çizgi nedeniyledir. Şayet anti-demokratik uygulamaları nedeniyle cezalandırılıyorsa aynı nedenden dolayı Körfez ülkeleri başta olmak üzere birçok Arap ülkesinin de aynı eleştiriye muhatap olması gerekir. Ancak, Suriye Devrimi’ne destek veren ABD’nin bu desteği Yemen, Bahreyn ve Ürdün’den esirgediğini Körfez ülkelerindeki değişime ilişkin en küçük bir imayı bile gündeme getirdiğini görmüyoruz.
90’lı yılların ortalarından itibaren başlayan Oslo sürecine katılmaması, Filistinli grupları barındırması, Hizbullah’a yönelik silah ve para desteğinde bulunması, Esed yönetiminin cezalandırılmasının en önemleri nedenleri arasında görünüyor.
MEZHEP VE ETNİSİTE
SURİYE, antropolojik özellikleri gereği, farklı mezhep ve etnik kökenden toplumsal grupların birbirine tedirginlikle baktığı bir yapı arz eder. Suriye’nin modern tarihi boyunca yaşanan ayaklanmalar ve devrimler, bir grup ayaklandığından diğerinin buna destek vermediğini gösteren örneklerle doludur. 1925 yılında Lazkiye ve çevresinde başlayan Şeyh Ali Devrimi, Fransızlara karşı direnişe geçtiğinde Suriye’nin farklı kesimlerinden destek bulamamıştır. Yine hemen hemen aynı yıllarda Büyük Suriye Devrimi ya da Büyük Dürzî Ayaklanması, için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Gerçi bu devrim hem Dürzi hem de Alevi bölgesine yayılmasının ardından Şam’a kadar ulaşmıştır ancak, kitlesellik kazanması büyük ölçüde Arap milliyetçilerinin desteğiyle olmuştur. Fransızlara karşı verilen mücadelede dahi tam olarak birlikteliğini sağlayamamış Suriye toplumunun, rejim değişikliği için verilen mücadelede birlikteliği sağlama imkânı, son derece kısıtlıdır.