Levent Tüzel: Halk güçleri acil talepler etrafında birleşmeli
"İki Kutuplu İttifak" dosyamızda son konuğumuz EMEP Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel. Tüzel, çıkış yolununun halk güçlerinin acil talepler etrafında birleşmesi olduğunu söyledi.
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Birkan BULUT
Ankara
Türkiye’nin tek adam rejimi koşullarında yaşanan ekonomik kriz ve artan baskı politikaları karşısında Türkiye’nin çıkış yolunu konuştuğumuz son siyasi parti temsilcisi, Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel.
Seçimler düzen güçleri ve onların siyasi temsilcileri arasında kaldığı sürece halkın payına “iyileştirici” bir düzen gelmesinin hayal olduğunu belirten Tüzel, tek adam rejimi karşısında “güçlendirilmiş” unvanlı parlamenter sisteme dönüşün de gerçek anlamıyla demokratik bir düzen getirmeyeceğini söyledi. Tüzel, “Ülkemizin içinden geçmekte olduğu dönemde halk güçlerinin ittifakı acil talepler etrafında bunları elde etmek üzere demokratik bir mücadele dinamizmini örgütlemekten geçmektedir” dedi.
Krizin ardından gelen pandemi süreci ile birlikte işçilerin, “İşsiz kalmak yerine çalışırken Kovid-19’a yakalanmayı” göze aldığı bir süreç yaşıyoruz. Artan döviz kurları, 2021 bütçesi ve büyüyen işsiz ordusunu düşünürsek, önümüzdeki süreci nasıl görüyorsunuz?
Hükümet ortağı ve destekçisi Bahçeli’nin askıda ekmek kampanyası halkın yoksulluğunun boyutunu ve halkın yaşamının bu noktaya gelmesinde iktidarlarının suçunun itirafını göstermektedir. Ekonomik krizin pandemi koşulları ile derinleştiği bir gerçek ancak bunun halk kesimleri için vahim etkileri olduğunu görmek gerekiyor. Yoksa büyük sermaye ve bağlı sermaye grupları kârlarından bir şey kaybetmiş değil, üretim çarkları acımasızca dönüyor. Emekçilerin yaşamlarını parçalayarak, yaşam ömürlerini kısaltarak, işçi ve emekçinin, küçük esnaf ve üreticinin ayakta durmasını yok ederek dönüyor bu çarklar. Büyük tekeller ve yandaş holding çevreleri kurlar oynadıkça yeni vurgunlarla servetlerini katlarken, sokaktaki emekçinin cebindeki son kuruş da eriyor, borçları katlanıyor. Ekonomik krizin mali krizle derinleşmesinin faturası her seferinde olduğu gibi yine işçilere, emekçilere kesiliyor.
Geçici işçilik, emeklilik hakkından, kıdem ve ihbar tazminatından yoksunluk hedeflenirken yine hep yapıldığı gibi patron takımına indirim, teşvik, destek yetmedi cezasızlık ve af getiriliyor. Sermayeye bu kaynak transferinin merkezinde ise yine İşsizlik Sigorta Fonu bulunuyor. Sermayenin kriz fırsatçılığına pandeminin de fırsata dönüştürülmesi eklenmiş bulunuyor.
Tarif ettiğiniz anlamda bir atmosfer söz konusuyken, ‘erken seçim’ üzerine bir tartışma sürüyor. Seçilmişlere ve siyasetçilere yönelik baskı ve tutuklamalar ile önceki seçimlerde yaşananlara bakınca, iktidarın seçimle gitmemekte direteceğini düşünüyor musunuz?
Haziran 2015 seçimlerinde kaybeden Erdoğan yönetiminin seçim sonuçlarını tanımamak için neler yapabileceğini bütün ülke yaşayarak gördü. Bu, tüm toplumun terörize edilerek siyasi güçlerin kutuplaştırılmasından öte demokrasi güçlerinin düşmanlaştırılması ve tasfiye edilmesi, en azından etkisizleştirilmesini içeriyordu. Bunun en çarpıcı şekilde HDP üzerinde yürütüldüğünü görüyoruz. Son yerel seçimlerde kayıplar yaşayan ve İstanbul seçimlerini tekrara zorlayan Erdoğan ve iktidar bloku, o tarihten bu yana da halk desteğini kaybediyor.
Tek parti ve tek adam rejiminin doğasındaki partizanlık ve otoriterizm yargı alanında da boy gösterirken, bu sadece siyasi yargılamalarla muhaliflerini sindirmede kendini göstermiyor. Yüksek Seçim Kurulu gibi seçimleri yöneten mekanizmalar tamamen talimatlandırılmış bir şekilde uygulamalar yapıyor. Seçim ve siyasi partiler mevzuatı yeni yorumlarla karşımıza çıkartılıyor. Ancak bunların dahi yetmediği görülmekte, seçimlerdeki başarıyı güvenceye almak için Meclise yeni düzenlemelerin getirileceği konuşulmakta.
Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesini mi kastediyorsunuz?
Evet. Erdoğan bir seçim yapılacak olsa dahi bunu dilediğince, bir bakıma olağanüstü ortamlarda ve antidemokratik atmosferde, oyunu kendi koyduğu kurallar ve istediği şartlarda yapmayı hedefliyor. Çünkü çekineceği bir düzen muhalefetini karşısında görmeyeceğini biliyor ve görüyor. Ancak yine de “milletin teveccühünü” almaya, seçimlere başvurmaya ihtiyaç duyacak görünmektedir. Tabii seçim sonuçlarının kendisini iktidarda tutacağını garantilediği ölçüde... Fakat bu tespitlerin Erdoğan’ın seçim sonuçlarına rağmen “Gitmeyeceği” saptamasına vardırmanın fazlasıyla iradecilik, halkı bir şeye saymama olacağı söylenmelidir.
Bu tartışmanın bir diğer boyutu seçimlerle her şeyin yoluna gireceği, Erdoğan’ın ilk seçimlerde kaybedip gideceği, tek adam rejiminin yerine gelecek “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile sorunların aşılacağı söylemidir. Öncelikle seçimler düzen güçleri ve onların siyasi temsilcileri, fraksiyonları arasındaki bir mücadele olarak kaldığı sürece bundan halkın payına “iyileştirici” bir düzenin gelmesinin boş ve hayal olduğunu söylemeliyim. İktidardaki sermaye sınıfının temsilcilerinin karşısına işçi sınıfı ve emekçi kesimler kendi programlarını savunacak temsilcileri ve bizzat örgütlü güçleri ile çıkmadıkları sürece, kapitalist programları izleyen sermaye partilerinin başarılarından halktan yana bir değişiklik çıkması beklenmemelidir. Bunun için sermaye güçlerinin arasında geçen ve bugün olduğu gibi Erdoğan’ın hazırladığı koşullarda olacak bir seçimde işçi sınıfı, emekçilerin örgütlü güçleri olarak tüm toplumsal kesimlerin desteğini alarak çıkmadıkları sürece bu seçimlerden payına en fazla bir kısım reform ve kırıntıların düşmesine razı olacak demektir. Dolayısıyla böylesi bir burjuva seçeneği oturup beklemek değil siyasal özgürlüklerin yanında emek haklarını ve demokratik geleceği kazanmak üzere bir birleşik mücadele için örgütlenmenin gecikmeksizin başlaması işçi sınıfı ve halk güçleri için vazgeçilmez önemde olacaktır.
DEĞİŞİMİN GÜCÜ HALKIN HAREKETİNDE SAKLIDIR
İktidarın sandıktan çıkan iradeyi tanımadığı baskıladığı bu koşullarda diğer muhalefet partilerinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada esas olarak Millet İttifakını oluşturan başta CHP olmak üzere burjuva partilerin durumunu ele almak gerekiyor. HDP bir tarafıyla iktidarın saldırılarına direnç gösterirken diğer yönüyle örneklerini dış politikadaki gelişmelerde gördüğümüz ayrıksı tutumuyla diğer muhalefetten farklılık gösteriyor. Aynı zamanda HDP bütün yalnızlaştırma ve baskılama politikalarına rağmen bu güçlerle de tek adam düzenine karşı ortak hareket etme çabası gösteriyor.
CHP ve diğerlerinin seçimler ve sonuçları üzerine alacakları tutumdan önce, izledikleri politik hattı sorgulamak gerekiyor. Burada gördüğümüz manzara; iktidarın halkın desteğini kaybettiği, ilk seçimlerde gideceği söylemleri ve bu sistem yerine güçlendirilmiş bir parlamenter sistem önermeleri söz konusu. Diğer yandan özellikle dış politikada ve önlerine “milli mesele” olarak konulan konularda iktidarın arkasında durdukları görülüyor. Yani halkın yaşadığı sorunların çözümü ve tek adam iktidarından kurtulma konusunda net ve güven veren bir siyasetten uzak, her an kurulu burjuva kapitalist düzenin bekası için uzlaşma potansiyeli taşıyan bir hat izliyorlar. Bunun yanında diğer önemli bir açmaz bu olumsuz gidişatı değiştirmede belirleyici olacak halkın gücünün alanlarda görülmesini istemiyorlar. Halkın hak ve talepleri için, demokratik haklarını ve özgürlüklerini kullanarak harekete geçmesini, buna öncülük etmeyi, böyle bir muhalefet çizgisini izlemeyi sakıncalı buluyor ve her şeyi belirsiz bir seçime havale ediyorlar. Oysaki değişimin gücü halkın hareketinde saklıdır ve Lübnan’dan Şili’ye, Sudan’dan Tunus’a bütün dünya ülkelerinde ve toplumlar mücadelelerinin örneklerinde gördüğümüz, bildiğimiz budur. Yani içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullarda ve daha da ağırlaşacağı, kural tanımaz bir boyuta taşınacağı görünen siyasi atmosferde halkın örgütlü gücü olmadan, böyle bir gücün hazırlığı için ortak bir yola koyulmadan, yığınları böylesi çetin bir mücadeleye hazırlayan ve güven veren bir siyaset izlemeden değil halkın oy ve seçim tercihini savunmak, muhalefetin bugün söylediklerinin arkasında durması dahi mümkün değildir.
Bugün muhalefet denince gördüğümüz, iktidar politikalarının eleştirisi ve teşhiri ile sınırlı. Ama hep söylendiği gibi lafla peynir gemisi yürümüyor. Halkın ihtiyacı gerçekten bu tek adam ve parti rejiminden ve uygulamalarından kurtulmaksa, icraat yani halkın talepleri için bir araya gelmesini sağlayacak ve hareketini ortaya çıkartacak politik çizgi ve taktikler izlenmelidir. Adalet talebinin nasıl bir toplumsal dinamizm kazandırdığı yakın örnektir.
EMEKÇİLER KENDİ GİBİ EMEKÇİLERLE BİRLEŞTİĞİ SÜRECE BELALARI DEF EDECEK
Peki bahsettiğiniz birleşik mücadele nasıl sağlanacak?
Sınıflar ve siyaset diziliminde iktidar blokunun Cumhur İttifakı ve onun karşısında yine sermaye sınıfı programlı burjuva düzen muhalefeti olarak Millet İttifakının yer aldığını görüyoruz. Biliyoruz ki; tek adam rejimi karşısında “güçlendirilmiş” unvanlı parlamenter sisteme dönüş gerçek anlamıyla demokratik bir düzen getirmeyeceği gibi ekonomik ve siyasi programıyla sermaye sınıfının egemenliğinden çıkış anlamı da taşımayacaktır. Bu nedenle partimiz, işçi sınıfının çıkarlarının ve geleceğinin tavizsiz savunucusu olarak tek adam tek parti rejimi karşısında işçilerin ve emekçilerin devrimci demokratik iktidarının mücadelesi içindedir ve bu alternatifin halkın seçeneği ve kazanımı olması için çalışmaktadır. Dolayısıyla partimizin önerdiği bir ittifak işçi sınıfı ve emekçi kesimler içinde yer alan siyasi güçlerin ve halk unsurlarının kendi geleceklerini ellerini almayı, kendi çıkarlarını var edecek bir programın iktidara taşınmasını hedeflemektedir, içermektedir.
Bugün işçiler ve emekçiler ekonomik kriz karşısında da, salgın karşısında da, kendisini kuşatan savaş siyaseti karşısında da sermaye sınıfının dışında ve kendi başınadır; ancak kendisi gibi emekçilerle birleştiği, dayanıştığı, mücadele içine girip örgütlendiği sürece bu belaları def edecek bir güce kavuşabilecektir. Bu güce kavuşmanın tarihte bilinen olmazsa olmaz bir yolu vardır; o da halkın acil talepleri etrafında birleşik bir hareketin örülmesine girişmektir. Ülkemizin içinden geçmekte olduğu dönemde halk güçlerinin ittifakı da acil talepler etrafında bunları elde etmek üzere demokratik bir mücadele dinamizmini örgütlemekten geçmektedir.
ULUSAL VE MERKEZİ DÜZEYDE ORTAKLAŞMA
Böyle bir ittifak hangi siyasi güçler ile kurulabilir? Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı karşısında üçüncü bir alternatif nasıl yaratılacak?
Bu güç elbette halk demokrasisi hedefiyle bir takım siyasi çevrelerin masa etrafında buluşarak ortaya çıkmasıyla olmayacak. Bu türden girişimlerin kadük kaldığı yaşayarak görüldü. Dolayısıyla bu gücün ve hareketin çatısını oluşturacak ittifak siyasi güçlerden öte, belki oluşumunda rol oynadıkları ancak yerellerden başlayarak mahalli güçlerin yan yana gelişlerinin giderek ulusal ve merkezi düzeyde de bir ortaklaşma ile ilerlemesi düşünülmelidir. Dolayısıyla böylesi bir yönelim şu ya da bu partilerin ittifakından öte dün düzen partilerine oy vermiş ancak bugün kendisi ve geleceği için harekete geçme zorunluluğunu kavramış halk kesimlerinin ve yığınların hareketi olarak iktidar alternatifi olabilecektir.
Elbette siyasi güçlerin yan yana gelerek bir oluşumu, halkın bu yönelimini güçlendirecektir. Ancak böylesi bir anlayışla çalışma partilerde ya da kimi meslek ve demokratik nitelikli örgütlerde yer alan emekçileri gerçek anlamıyla örgütlü, “Kaderini eline almış” kılacaktır.
Bu hareketin çıkış noktası olacak acil talepler etrafında birleşmek denince; halkın ekmek ve iş talebi yaşamsaldır. Yeni bütçede görüldüğü gibi bir kez daha son torba yasanın gereklerini yapmak üzere iktidar büyük sermaye ve yandaşlar için, sistemin devamı için kaynakları kullanmayı tercih etmiştir.
Yani halktan alıp sermayeye boca etmek üzere bir bütçe hazırlanmıştır. Diyanete, kolluğa aktarılan halkın eğitimi sağlığına harcanmaktan sakınılmıştır. Çocuklarımız eğitimden mahrum, halk sağlığı için kendi haline terk edilmiş vaziyettedir. Dolayısıyla bütün kaynaklar öncelikle halkın eğitim, sağlık, iş ve sosyal güvenceye kavuşması için harcanmalıdır. Yağmacı ve rantçı takımına aktarılanlar durdurulmalı, haksız edinilmiş kazançlarına el konulmalıdır. Halkı borçlandıran yatırımlara son verilmelidir.
Topraklarını, doğasını koruyan köylülerin ve kent emekçilerinin karşısına devlet gücü çıkartılmasına son verilmelidir. Siyasal özgürlüklere sınırlama, yasaklar son bulmalıdır. Siyasi faaliyetler nedeniyle cezalandırmalar ve yargı adaletsizliğine son verilmelidir. Devlet yönetiminde giderek daha çok rol oynayan tarikatlar ve milis örgütlenmeleri dağıtılmalıdır. Halklar arası düşmanlığı besleyen, kaynakları kurutan savaş operasyonlarına son verilmelidir. Irkçı, faşist propaganda ve örgütlenmeler yasaklanmalıdır.
Kısaca düzen güçleri ve siyaseti dışında oluşturacağımız bir halk seçeneği sömürüye, salgına, savaşa karşı mücadele, dayanışma ve birlik anlayışıyla geliştirilebilir. İşçilerin ve emekçilerin değişim isteğinin ve yeni bir düzen arayışının güçlendiği, kapitalist sistemin ve iktidarın, emekçilerin yaşamlarını katlanılmaz kıldığı, toplumsal tepki ögelerini biriktirdiği günümüzde ancak böylesi bir birleşik hareket yönelimi, demokratik halk iktidarı kanallarını açacaktır.