ABD’de gergin seçimler: Seçmenin üzerinde baskı büyük
Salı günü son oyların kullanılacağı ve sonuçların açıklanacağı ABD seçimlerinde, düşmanlaştırma siyaseti had safhada. Halk, seçim sonucu ne olursa olsun bu kutuplaşmanın sokağa yansımasından korkuyor.
Joe Biden (solda), Donald Trump (sağda) | Fotoğraflar: AA
Ekim KILIÇ
New York
ABD Eski Başkan Yardımcısı ve 2020 başkanlık seçimleri Demokrat Partinin Başkan Adayı Joe Biden ve mevcut ABD Başkanı, Cumhuriyetçi Partinin Adayı Donald Trump’ın yarıştığı ve sonuçlanmasına az bir zaman kalan ABD seçimlerinde gerilim yüksek. Halk seçim sonuçları ne olursa olsun kutuplaşmanın sokağa yansımasından korkuyor.
8 Ekim günü Federal Soruşturma Dairesi yetkilileri (FBI) Michigan eyaletinin Demokrat Partili Valisi Gretchen Whitmer’in ırkçı bir grup tarafından kaçırılmak istendiği ve 13 şüphelinin bu kapsamda gözaltına alındığını duyurdu. Basında bu haberin öncesinde ve sonrasında Başkan Trump’ın konuşmalarında valiyi hedef gösteren ifadelerine dikkat çekildi. Ağustos ayında siyah Jacob Blake’in polis tarafından vurularak ağır yaralanmasına tepki eylemlerine sağcı bir gencin ateş açması, Donald Trump’ın “Proud Boys” denilen ırkçı örgüt hakkında izleyicileri dehşete düşüren “Proud Boys, geri çekil ve bekle” sözleri, yakın zamanda Philadelphia kentinde yine bir siyahın öldürülmesinin ardından başlayan halk protestolarına yönelik ağır şiddet, bu korkuyu büyüten gelişmeler oldu.
ATMOSFER "BOĞUCU VE İÇ KARARTICI"
Seçim kampanyaları, kutuplaşmayı derinleştirecek biçimde suçlamalar, yalanlar, gerçeklerin görmezden gelinmesi şeklinde sürdürülüyor. Ülkenin orta, batı ve güneyinde bireysel silahlanma artıyor. Koronavirüs salgınının yeniden yükselmesi ve “yeni normal”e alışmakta zorlanma da bu atmosferi ağırlaştırıyor. Siyahlar hâlâ polisler tarafından kameralar önünde katlediliyor. Ekonomideki genel toparlanmaya rağmen artan eşitsizlik ortada. Bütün bunlara rağmen halka sürekli “kötünün iyisi” dayatılıyor. ABD 2020 seçimlerini ifade eden kelimeler haziran ayındaki halk protestolarının şiarını hatırlatıyor: Boğucu ve iç karartıcı.
Adayların canlı yayında karşı karşı geldiği programlarda, iki adayın da birbirine yönelik söylemleri halkta genel olarak bıkkınlık, birbirine düşmanlaşma ve Biden’ı sırf “Trump kazanmasın” diye destekleyenlerde ise çaresizlik hissini arttırdı. Tabii bu his genel halk kamuoyunun farklı kesimlerine de benzeri şekilde yansıyor.
"TRUMP’A KARŞI SEÇİM"
İki parti arasında önemli bir mücadele alanlarından biri Florida eyaleti. Buradaki Red Phoenix Dergisi Muhabiri Kallista Mirobel’in görece genç seçmenlerle yaptığı röportaja yansıyanlar da genel kaygıyı gözler önüne seriyor. Örneğin 20 yaşındaki Sierra, bu seçimi Biden için değil Trump’a karşı bir seçim olarak gördüğünü ifade ediyor. 30 yaşındaki Damien, seçenekler için heyecanlı olmadığını, ama Trump’ı başkanlıktan almak için heyecanlı olduğunu söylüyor. 28 yaşındaki Raine oy vermekten nefret ettiğini, ama sadece Trump’ı istemediği için oy verdiğini belirtiyor. 23 yaşındaki Alex ise 2016’da da oy vermediğini şimdi de vermeyeceğini kaydediyor: “Tek bir aday evrensel sağlık hakkı, öğrenim borçlarını affetme veya polisin ve hapishane endüstrisinin mali desteğini kesme gibi sıradan Amerikalıların çıkarlarını temsil etse oy verirdim.”
New York’ta inşaat işçilerini örgütleyen genç işçilerle yaptığım bir sohbette de işçiler Trump’ın kazanması ihtimali olmadığını düşündüklerini söylüyorlar. Gerekçe olarak da koronavirüsten dolayı her kesimden ölümlerin olduğunu, Trump’ın kaybetmesinin en büyük nedeninin bu olacağını söylüyorlardı. Öte yandan bu anlamda Iowa, Michigan, Minnesota ve Pensilvanya gibi değişken eyaletlerde koronavirüs vaka sayısı haftalık ortalamalarda en yükseklerde, ve Florida ve Georgia gibi eyaletlerde ise yazdan sonra tekrar yükseldiği bir gerçek.
TRUMP KAZANABİLİR Mİ?
Tahminler ve genel “dilekler” Trump’ın kaybetmesi yönünde olsa da mesele biraz daha karmaşık. Bazı akademisyenler, eyalet düzeyinde seçim anketleri yapanların beyaz işçiler ve emekçilerin sandığa bu kadar çok gideceklerini hesaplayamadıkları için 2016’da Donald Trump’ın kazandığını ifade ediyorlar. Anketlerin anlık resim çektiği, ABD seçimlerini belirleyenin ise seçmenin pragmatik davranışı olduğunu söyleyenler de var.
Washington DC Amerikan Üniversitesi Amerikan Tarihi Profesörü Allan Lichtman, bir deprem uzmanı olan Rusyalı Vladimir Keilis-Borok ile 1860’dan 1980’e kadar her başkanlık seçiminde hangi ölçülerin belirleyici olduğuna dair bir harita çıkardılar. Kullandıkları on üç ölçünün yer aldığı haritalamada sonradan açıklık getirilen tek sıkıntı ise ABD’de başkanlık seçiminin kazanını halk oylamasının doğrudan belirlememesi, ancak iki partiden kazandıkları eyaletlerin temsilci sayılarının toplamına göre belirlenmesiydi. Buna rağmen NYT’deki röportajında Lichtman 2000’de Bush’a karşı Al Gore’un sadece halk oylamasında kazandığını söylüyor. Lichtman’ın testi 7’ye 6 oranıyla Biden’ı gösteriyor.
Kullanılan ölçüler ise şunlar: Ara dönem seçimleri, parti ön seçimlerinde karşı adayın olmaması, başkanın tekrar aday olması, üçüncü güçlü partinin olmaması, kısa ve uzun vadeli ekonominin güçlü olması, temel politika değişikliği yapılıp yapılmaması, toplumsal huzursuzluğun olması, siyasal skandalın olması, askeri yenilgiler ve başarılar, başkan olan adayın karizmatik olması ve karşı adayın karizmatik olmaması.
Ancak Lichtman bu ölçüler dışında etmenlerin varlığına da işaret ediyor: Rus müdahalesi ve oy veren baskılanması.
OY KULLANDIRMAMA BASKISI
Oy veren baskılanması oldukça önemli. Sertleşen atmosfer altında seçmen üzerinde oy verdirtmemeye yönelik baskı artıyor. Seçmenler, sandıklarda saatler süren sıralara, gözdağıyla ve reddedilmelerle karşı karşıya kalıyorlar. Onları oy kullanmaktan caydırmaya yönelik yanlış bilgiler alıyorlar.
Cumhuriyetçilerle Demokratların yarıştığı Florida ve Michigan gibi eyaletlerde seçim sandıkları etrafında özellikle Trump destekçilerinin silahla boy göstermeleri, Siyah Yaşamlar Önemlidir tişörtleriyle oy kullanmaya gelenlerin oylarının reddedilmesi, Detroit’te Demokratlara oy verebilecek siyah halka, posta yoluyla oy vermenin tehlikeli olacağının söylenerek kafa karıştırma girişimleri, Kaliforniya ve Boston eyaletlerindeki birkaç sandık olsa da seçim sandıklarının ateşe verilmesi, sandıkların erken kapatılması, fotoğraflı kimlik istenmesi ve benzeri. Özetle bu seçimler son zamanlarda koronavirüs salgınının, halk üzerindeki ekonomik ağırlığın artmasının ve yaz aylarında başlayan ve hâlâ bir şekilde devam eden halk eylemliliğinin derinleştirdiği kutuplaşmanın gerilimi ve boğuculuğu ile sürüyor.
DİĞER SİYASİ KESİMLER NE DİYOR?
ABD’li komünistler, sosyalistler ve sosyal demokratlar bir yandan Biden’a oy verip vermemekte kendi grupları içinde bölünürken başkaca yarılmalar da yaşıyor. Özellikle Trump’ın Çin üzerinden sürdürdüğü ve McCharty dönemini hatırlatan tehditkar söylemleri ABD vatandaşlık başvurularında komünist parti üyesi olmama kaydını tekrar gündeme getirdi. Dış politikayı amansızca bir iç politika malzemesi olarak kullanan Donald Trump’a karşı Biden’ı destekleyenler olduğu gibi oy verme çağrısında bulunmayanlar ve başka bir seçeneğin oluşturulmasına ihtiyaç olduğuna odaklanılması gerektiğini söyleyenler de var.
Başkanlık seçimleri dolayısıyla Temsilciler Meclisi ve yapılan çeşitli yerel seçimlerde Demokratik Sosyalist adayların (DSA) büyük başarılar elde etmesi bu seçimlerin iyi haberlerinden oldu. Ancak DSA şu ana kadar Demokratik Parti 2020 başkanlık seçimleri Adayı Joe Biden’ı desteklemek için açık bir çağrı yapmadı. Hatta nisan ayında bunu resmi sosyal medya hesabından “DSA Biden’ı desteklemiyor” diye duyurdu.
Biden’ın Demokrat Parti ön eleme yarışlarında Sosyal Demokrat Aday Sanders’a karşı kazanmasını sağlayanın Obama’nın diğer adaylara çekilip Biden’ı desteklemelerine yönelik telefon görüşmesi olduğu biliniyor. Fakat DSA içinde yönetici ve orta kademelerde yer alan azımsanmayacak bir grup örgüt içinde bir bildiri dolaştırarak Biden’ın desteklenmesi için çağrı örgütlüyor. “Trump’ın kaybetmesi, işçi sınıfı ve hareketimiz için şüphesiz Trump’ın yeniden seçim zaferinden daha iyi olacaktır” varsayımına dayandırılan bildiri DSA içinde halihazırda koronavirüs krizinin başlangıcında ortaya çıkan bölünmeye katkı sağlayacağı görülüyor. Bahar 2020 döneminde “ırk indirgemeciler” ve “sınıf indirgemeciler” diye bölünerek başlayan tartışmanın yer yer kızışarak ve seçim gündemiyle birleşerek devam ettiği haberleri içeriden geliyor.
Senatör Bernie Sanders’ın ise Joe Biden’in olası yönetiminin bir parçası olmayı umduğu basına yansıdı. Politico’ya konuşan tartışmaya aşina iki kaynak Sanders’ın çalışma sekreteri olmaya özel bir ilgi duyduğunu ifade etti. Vermont senatörüne yakın bir kişi Politico’ya, “Bu rolü veya buna benzer bir şeyi nasıl üstleneceği üzerine çalıştığını doğrulayabilirim. Kişisel olarak onun ilgisi var” dedi.
BAŞKA ADAYLAR DA VAR
Sosyalizm ve Kurtuluş için Parti (PSL) ise seçimlere önceki seçimde olduğu gibi kendi adayı Gloria La Riva ile giriyor. Başkanlık Adayı La Riva, The Las Cruces Bulletin’e verdiği röportajda gittiği birçok yerde “Bu iki palyaçoya oy vermek istemiyorum” denildiğini oldukça çok duyduğunu belirtiyor. Parti seçim kampanyasında “Emekçiler, çok sayıda işte çalışıyorlar ve borçlanıyorlar. Böyle olmak zorunda değil. Elde ettiğimiz her kazanç -sosyal güvenlik, işsizlik ödeneği, sivil haklar- kitle hareketleri içinde örgütlenen halk tarafından kazanıldı. Reformlar için savaşıyoruz, ancak nihayetinde işçilerin ürettiği tüm servetin herkes tarafından sahiplenildiği ve paylaşıldığı sosyalizme ihtiyacımız var” mesajını veriyor.
2016’da PSL sekiz eyalette oy pusulasındaydı. Aynı yıl La Riva yaklaşık 76 bin oy aldı. Toplam ulusal oyların yaklaşık yüzde 0.05’ine denk geliyor. Parti üyelerinin bu yılki kararlılığı nedeniyle, koronavirüs kısıtlamalarına rağmen, PSL’nin 15 eyalette oy pusulasında olduğunu ve 100 binden fazla oy almayı umduğunu söyledi. Özgürlük Yolu Sosyalist Örgütü (FRSO) ise bu seçimin geçtiğimiz dört yılın bir referandumu olacağını söylerek Trump’a karşı oy verme çağrısında bulunarak açıklamasında Biden’ı işaret etti.
Yeşiller Partisi Adayı Howie Hawkins ise üçüncü parti adayları adına umutsuz konuşarak sebebinin Trump olduğunu söylüyor. NBC News’a konuşan 2020 Başkanlık Seçimleri Adayı Hawkins 2016 seçimlerinde ulusal oyun yüzde 5’ine tekabül eden üçüncü parti oyları kadar bu seçimlerde bir destek görmediklerini ifade etti. 2018 senato seçimlerinde New York Valisi Andrew Cuomo’ya oy ve finansal yardım veren Hawkins’in eski destekçilerinin ‘Trump’a direnmek için’ nedenini bugün bu seçimlerde de kullandığını söyledi. Bu yıl, üçüncü parti adayları mali destek bulmakta zorlanıyor. Daha az biliniyorlar. Pandemi sırasında kampanya yürütmenin zorluklarıyla yüzleşiyorlar.
APL: ASIL OLAN İŞÇİLERİN BİRLEŞMESİ
Amerikan Emek Partisi (APL) ise seçimlere doğru bir açıklama yayımlayarak “Faşizmin en büyük düşmanının birleşik bir işçi sınıfı hareketi olduğunu” belirterek tartışmayı seçimlerden başka bir yöne çekiyor. Trump’ı 2016 seçimlerinden beri proto-faşist olarak tanımlayan parti bunun önüne seçimle geçilemeyeceğini bir işçi sınıfı hareketi kurulması gerektiğine yoğunlaşılması gerektiğini ifade ediyor. Tekelci finans kapitalin 1950’lerden beri devlet mekanizmasıyla kaynaşmasından beri gelen ve askeri-endüstriyel kompleksin güçlenmesi, polis kontrolünün ve toplumun militaristleştirilmesini de kapsayan bir süreci işaret eden APL, “Trumpizmin” bu köklü sürecin bir parçası ve özel bir tezahürü olarak görülmesi gerektiğini söylerek açıklamasını şöyle sonlandırıyor: “Bu kırmızı, mavi ve mor arasında bir seçim çağında, komünistler kasıtlı olarak bu çizgileri geçmek zorundadır. Bununla birlikte, bunu yaparken, yerel halkla konuşmaya, endişelerini gidermeye ve gerici pozisyonlarda bulunanları eğitmeye ve onlarla tartışmaya istekli olmalıyız. ABD solu, iki dünya savaşı arası ABDKP’nin güney ve siyah toplulukları örgütleme çabalarını övmekte genellikle çabuk davranıyor. Ancak güncel uygulamada genellikle bu tür şeyler yapmak için gereken derin ideolojik mücadeleden vazgeçiyor. ABD işçi sınıfı içindeki çelişkilere göre kendilerini onarmayı reddediyor. Hatta bazen ABD işçi sınıfının var olduğunu kabul etmeyi reddederek bunu yapıyor. Faşizmi yenmek için ABD siyasetinin faşistleşmesinden etkilenenlerle yüzleşmeli ve onları tartışmalı ve eğitmeliyiz.
ABD’de faşizm yükselirken, devrimci örgütlenmenin sıkı çalışmasını yapmayı reddetmek ölümcül bir hata olur. Bu nedenle faşizmin yükselişini sadece Trump ile değil, sadece küçümseyici, pragmatik ve 'taktiksel' seçim kampanyalarıyla değil, radikal işçi sınıfı örgütlenmesiyle yenmemiz gerektiğini söylüyoruz. Her şeyden çok, 2020’de faşist politika ve bilim karşıtı fanatizm tarafından sık sık kendilerini güçsüz hisseden ve şaşkına dönen dünya işçilerinin gücünü artırmalıyız. Son başkanlık tartışmasını gören sağıyla soluyla ülkenin büyük bir kısmının nasıl yabancılaşmış hissettiklerini hepimiz gördük ve hissettik. Sosyalist hareketin gücü işçi sınıfının hoşnutsuzluğunu örgütleme ve iktidar için silaha dönüştürmedir. Yerel örgütlerle derinden bağlantılı ulusal ölçekte bir işçi sınıfı örgütü, geçmişin devrimci hareketleri gibi, toplumu temelde yeniden yaratabilir ve faşizmi bir kez ve herkes için yenebilir.”