01 Kasım 2020 23:55

Prof. Dr. Ayhan Kaya: Ekstremist ve terörist unsurlar birbirinden besleniyor

Prof. Dr. Ayhan Kaya: Cinayetler, saldırılar, polemikler maalesef Avrupa yurttaşları arasında korkuları güçlendirirken ve korkulardan beslenen sağ siyaseti de güçlendirmektedir.

Prof. Dr. Ayhan Kaya | Fotoğraf: Bilgi Üniversitesi

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Fransa’da üst üste gelen ve son olarak Nice kentinde bir kilisede üç kişinin öldürüldüğü saldırıların arkasında ne var? Türkiye ile Fransa arasındaki gerilimin temel sebepleri ne? Bilgi Üniversitesinden Prof. Dr. Ayhan Kaya ile konuştuk. Kaya, Fransa’nın Akdeniz’de önemini ve ağırlığını fazlasıyla hissettirmeye çalıştığı bir takım başka uluslararası siyasal aktörlerin de bu durumdan rahatsız olduğu için ‘terör’ü kullandığına dikkat çekti. Kaya, "Fransa’da ekstremist (aşırılık yanlısı) ve terörist unsurların karşılıklı olarak birbirlerini besledikleri bir sürecin içinden geçiyoruz” dedi.

Fransa ve Suudi Arabistan’da yaşanan saldırılarda Fransa hükümetinin tutumunun etkisi var mıdır?

Akdeniz’de bir hegemonya arayışı olduğu belli. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi Fransa’nın son zamanlarda iç kamuoyunda artan bir takım taleplere yanıt verme çabasında olduğunu görüyoruz. Bizim yaptığımız bilimsel çalışmalarda da görüldüğü üzere giderek artan sayıda Fransız vatandaşı Fransa’nın eski gücünde olmadığını ve Almanya’nın çok gerisinde kaldığını düşünüyor. Bu şekilde düşünen insanların önemli bir kısmı özellikle de Marine Le Pen’in partisine destek veriyorlar. Macron’un son dönemdeki çabalarını ben biraz buna yoruyorum. Akdeniz’de önemini ve ağırlığını fazlasıyla hissettirmeye çalıştığından olsa gerek birtakım başka uluslararası siyasal aktörler bu çabalara karşı gelirken terörü kullanıyorlar. Yine çok iyi bildiğimiz yöntemlerle ekstremist ve terörist unsurların karşılıklı olarak birbirlerini besledikleri bir sürecin içinden geçiyoruz Fransa’da. Bir yandan “Cihatçı” denilen teröristler diğer yandan beyaz ırkın üstünlüğünü savunan kimlikçi hareket benzeri hareketlerin üyesi diğer unsurların mücadelesini izliyoruz. Bu karşılıklı mücadeleye literatürde “co-radicalisation” yani “karşılıklı radikalleşme” diyoruz. Maalesef bu karşılıklı radikalleşme 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana çok belirgin şekilde artarak devam ediyor. Bu çerçevedeki araştırmalarımızı https://bpy.bilgi.edu.tr adresindeki yayınlarımızdan takip etmek mümkün…

Fransa ve Türkiye arasında liderler arasındaki gerilim siyasetine bazı İslam ülkeleri de katıldı. Yaşanan gerilim siyasetinin hem yaşanan son saldırılarla hem de bundan sonraki sürece yansıması hakkında neler ifade edebilirsiniz?

Fransa’da Paris yakınlarında öldürülen Öğretmen Samuel Paty’nin ardından Nice’de yaşanan cinayet, Macron tarafından yapılan açıklamada İslam dinine yöneltilen eleştiriler, Müslümanların uluslararası toplumda temsilcisi olarak tanınan ve bu nedenle Suudi Arabistan ile bir anlamda rekabet içinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Macron’a yönlendirdiği eleştiriler, ardından Suudi Arabistan’ın Cidde kentindeki Fransız Konsolosluğuna yapılan saldırı gibi olaylar ve gelişmeler birbiri peşi sıra sıralandığında bir örgü ortaya çıkıyor. Bu örgü de Orta Doğu ve Akdeniz’de hegemonya arayışının izlerini taşıyor gibi geliyor bana.

SAĞ HAREKETLER KORKU ZEMİNLERİNDE HAYAT BULABİLİYOR

Son saldırılar Avrupa’da ne tür sosyolojik kırılmalara yol açabilir?

Bu ve benzeri olaylar, cinayetler, saldırılar, polemikler maalesef Avrupa yurttaşları arasında korkuları güçlendirirken ve korkulardan beslenen sağ siyaseti de güçlendirmektedir. Sağ popülist hareketler böylesine korku zeminlerinde hayat bulabiliyor. Fransa’daki Kimlik Hareketi (Identitarian Movement) benzeri gruplar bu korkudan besleniyorlar. Bu tür korkular, belirsizlikler oldukça bugüne ve geleceğe dair kaygılar giderek güç kazanıyor. Bugün ve gelecek kaygılarının artıyor olması insanları geçmişin güvenli limanlarına doğru sürüklüyor. Geçmişte kalan ve bugün Le Pen tarafından yeniden yüceltilen Jean D’Arc efsanesi bir yandan, Türkiye’de yüceltilen Osmanlı ve Selçuklu mirası diğer yandan gündelik hayatlarımızda yer ediyor. Sembolik bir düzeyde karşılıklı bir mücadeleye sahne oluyor bütün bu yaşanan gerilimler. İnsanlar bir yandan geçmişe ve nostaljiye sürüklenirken, diğer yandan insanların gelecek perspektifini giderek kaybettiklerine tanık oluyoruz. Gelecek perspektifinin kaybolduğu, ütopyaların unutulduğu Andreas Huyssen’in “unutkanlık çağı” adını koyduğu modern zamanlarda geçmişin ülkesinde savrulup gittiğimizi düşünüyorum. Bu savrulmuşluğu sağ siyasetin kullandığı ve seçmen kitlesini artırmak için araçsallaştırdığı da bir gerçek.

ÇATIŞMALARIN KÖKENİNDE DİNİ FARKLILIKLAR OLMADIĞININ ALTINI ÇİZMEK GEREKİR

Nice kentindeki saldırganın Tunus’tan tekne ile Avrupa’ya giden bir Müslüman göçmen olduğu açıklandı. Göçmenler ve mülteciler açısından bu durumun yansıması nasıl olur?

Hiç şüphe yok ki, Avrupa’da giderek yükselen mülteci ve göçmen karşıtlığını besleyecek bir gelişme bu. Nasıl ki, 2016 yılbaşı kutlamalarında Köln’de yaşanan cinsel taciz olaylarının ardından Avrupa genelinde nasıl mülteci ve göçmen karşıtı bir hava hakim olduysa Nice’de yaşanan bu cinayetin de yankıları uzun süre devam edecektir. Nice’de pandemi öncesinde zaman zaman ders vermeye giden bir akademisyen olarak sıklıkla önünden geçtiğim bir kilisenin hemen önünde yaşanan bu cinayet benim de üzerimde fazlasıyla bir tesir bırakmıştır. Bana öyle geliyor ki, haç ile hilal arasında bir çatışma olduğu tezini aşırı uçtaki bir takım siyasal gruplar beslemeye ve yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Her zaman dediğim gibi burada da yinelemek isterim, aynı köklerden gelen İbrahimi dinler olduğu için iki din arasında çok az fark varken çok sayıda benzerlik vardır. Dolayısıyla, çatışmaların kökeninde dini farklılıklar olmadığının altını çizmek gerekir.

MEDYANIN VE SİYASETÇİLERİN HASSAS OLMASI GEREKİYOR

Kimi marjinal grupların yaptığı yürüyüşler üzerinden Türkiye’de Suriyeliler hedefe konuldu. Bu olayların Türkiye’deki göçmenlere karşı etkisi ne olur?

Türkiye’de zaten giderek artan bir göçmen karşıtlığının ve Arabofobi’nin olduğunu biliyoruz. Bu artan yabancı düşmanlığının merkezinde maalesef Suriyeli mülteciler var. Artan sosyoekonomik krizle birlikte Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de mültecilerin ve göçmenlerin bir nevi günah keçisi olarak tanımlandıklarını görüyoruz. Zaman zaman yerel medyalarda tanık olduğumuz ancak ulusal medyada kendine pek yer bulamayan ve mültecilere karşı girişilen linç eylemleri ve saldırılar bu konuda karar alıcıların, medyanın ve siyasetçilerin hassas olması gerektiğini gösteriyor.

Aşırı sağ güçlenirken Avrupa, normlarını ne kadar koruyabilir?

Avrupa, artan İslamofobi nedeniyle giderek kültürel anlamda Hristiyanlaşmaktadır. Bu Hristiyanlaşma, kiliselere giden insanların sayıca artması anlamına gelmiyor. Aksine kiliseye giden sayısı azalmaya devam ediyor pek çok Avrupa ülkesinde. Ancak, AB ülkelerinde yaptığımız kendi araştırmalarımızda da gördüğümüz üzere İslam’ın kamusal alanda resmediliş şeklinden hareket eden ve İslam’ın bu halinin kendi yaşam tarzlarına uymadığını ve bir tehdit oluşturduğunu düşünen çok sayıda Avrupa vatandaşı Hristiyanlığa ilişkin kültürel referanslarla konuşma eğiliminde. Dolayısıyla, gerilimin özünde hilal ve haç karşıtlığı olduğunu iddia eden sağ ve muhafazakar güçler giderek zemin kazanıyorlar.

UMUDU CANLI TUTAN BİR YAKLAŞIMLA BAŞKA BİR DÜNYANIN MÜMKÜN OLDUĞUNU GÖRMELİ

Avrupa solu, demokratik güçler ve mülteci dostları bu sürece nasıl müdahale edebilir?

Bu soru, yukarıdaki sorulara verdiğim yanıtları takip eden çok anlamlı bir soru. Bütün bu açmazların ve içine itildiğimiz kötümserliğin üstesinden gelebilmenin yolunun gelecek perspektifini ve ütopyaları içinde barındıran sol düşünceyle mümkün olabileceği kanaatindeyim. Geçmişi bilimsel bir şekilde geleceğe ışık tutmak için tarihselci bir yaklaşımla ele almaya çalışmalıyız bir yandan. Öte yandan, gelecek perspektifini ve umudu canlı tutan bir yaklaşımla başka bir dünyanın mümkün olduğunu görmeli ve bunun savunusunu yapmalıyız diye düşünüyorum. 1990’lı yıllardan bu yana yaşanan pek çok olumsuz gelişmeye, olaya solun hükmünü yitirmesinin neden olduğunu düşünüyorum. Hükmünü yitiren solun yarattığı boşluğu dini anlatıların, milliyetçi ve popülist anlatıların doldurduğunu görüyoruz. Karar vermeliyiz, aradığımız şey geçmişte yaşanmış ve tecrübe edilmiş bir dünya mı olmalı, yoksa gelecekte olduğunu varsaydığımız, henüz yaşanmamış bir dünya mı olmalı?

*Aşırılık yanlısı

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Türkan Şoray: En büyük sorun işsizlik, ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız

SONRAKİ HABER

Tüm Emekliler Birleşim Platformu: Yıllardır yüzü gülmeyen emeklinin talepleri net

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa