Bamya tarlasından beton tarlasına
O inşaatın 21. katında çalışırken deprem sırasında düşüp ölen İnşaat İşçisi Melih Dağbaşı geliyor aklıma, bir de televizyon ekranlarında sıradanlaşan can kayıpları…
Fotoğraf: Evrensel
Ramis SAĞLAM
İzmir
Kent tarihi anlatıcılarına göre Bornova’nın eski adlarından biri de Burunova’dır. Bu ismi, denize doğru uzanan ovadan alırmış. İzmir depreminde can ve mal kaybının yoğun olarak yaşandığı bölgeden, yani 1980’li yılların sonunda yerleşime açılmadan önce bamya tarlalarıyla anılan yerlerden söz ediyorum.
İzmir’de yaşadığımız son 6.6’lık (büyüklüğü tartışmalı) depremi zemini sağlam olmadığı söylenen Alsancak’ta çalıştığım işyerinde yaşadım. Bu kentte doğmuş, büyümüş biri olarak net olarak söyleyebilirim ki hatırladığım en şiddetli deprem buydu.
O anları anlatabilecek üç kelimenin korku, panik ve endişe olduğunu düşünüyorum. Ve hemen ardından ise yakınlarına ulaşma telaşı…
İlk şok atlatıldıktan sonra araçlarına binen binlerce kişinin şehrin arterlerinin kilitleyerek ambulans ve diğer kurtarma araçlarına nasıl engel olduklarını yaşayarak gördük. Ve ardından asılsız söylentilerin hızla yayılması… İlk söylenti Alsancak Devlet Hastanesinin yıkıldığıydı. Hastane çok yakınımda olduğu için ilk gittiğim yer orası oldu. Yatan hastalar önlem amaçlı evlerine gönderilmiş, yoğun bakım hastaları da acil bölümüne yatırılmıştı. Daha önce de tartışmalı olan yeni bölüm ise dışarıdan görüldüğü kadarıyla yerinde duruyor, yıkılmamıştı.
Kısa süre sonra depremin merkez üssünden yaklaşık 150 kilometre uzaklıktaki Bayraklı-Bornova ilçelerinin kesiştiği noktada yıkımların olduğu haberi geldi. İzmir’in tektonik bir yerleşim yeri olduğu, fay hatları üzerinde olduğu, yaşanacak şiddetli bir depremin çokça can ve mal kaybına neden olacağı bilinen tekerlemelerdi.
Bölgeye ulaştığımda karşılaştığım ilk görüntüler çok korkunçtu. Daha önce sayısız kez önünden geçtiğim tanıdıklarımın olduğu/olabileceği binalar yerle bir olmuştu. Korkulu ve endişeli yüzler panik içinde bir yerden bir yere koşanlar, ağlayıp feryat edenler, yardım isteyenler birbirine karışmıştı. Marmara depreminde gönüllü olarak görev yapan biri olarak, orada yaşananların sadece küçük bir bölümünü tekrar yaşıyordum.
Sonra bildik görüntüler, yabancısı olmadığımız demeçler birbiri ardına havalarda uçuşmaya başladı. Enkazların bulunduğu binaların yakınında gergin, endişeli ve gözü yaşlı bekleyiş hâlâ sürüyor. Görevlilerin uyarısıyla herkes birdenbire susuyor ve sesler dinleniyor bir umut ışığı yanıyor yürekler bile o an susuyor…
Gece gündüze, çocuklarından eşlerinden yakınlarından haber bekleyenlerin umutlu bekleyişleri birbirine karışıyor. İlgili ilgisiz gelen eskortlu devlet erkanı bildik görüntülerin ardından alanı geldikleri gibi terk ediyorlar. Ne iş yaptığı belli olmayan kravatlılar arzı endam etmeye devam ediyor. Kurtarma çalışmaları pür dikkat devam ederken, bir taraftan da hafriyat kaldırma çalışmaları sürüyor. Çadırlar kuruluyor, çorbalar dağıtılıyor. İlgisiz meraklı kalabalıklar enkaz etrafında kuru kalabalık oluşturmaya devam ediyor. Hatta insanlığını kaybetmiş birkaç kişi arkalarına enkazı alarak öz çekim yapıyorlar.
Yorgun, omuzları düşmüş arama kurtarma emekçileri bir nefes alıp tekrar umut olmaya geri dönüyorlar… Bir ara yapımı devam eden 151 metre yükseklikteki çelik yığınına gözüm takılıyor. O inşaatın 21. katında çalışırken deprem sırasında düşüp ölen İnşaat İşçisi Melih Dağbaşı geliyor aklıma, bir de televizyon ekranlarında sıradanlaşan can kayıpları… Her biri bir nefes olan sayılara takılıyorum.
Bir enkazdan diğer enkaza yürürken, “Sorumlu kim” sorusunu soruyorum kendi kendime… Bildik cevaplar diyorum kâr hırsı, para hırsı diyorum öfkeyle… Ulaştığım diğer enkazın yanında tanımadığım birini görüyorum, yaklaşınca gözyaşlarını fark ediyorum. Çekinerek soruyorum: “Yakınınız mı var diyorum”, “Arkadaşım var” diyor. Başka bir şey soramadan omzundan sırtına doğru teselli dokunuşları yapıyorum. Röportaj yapacak birisini arıyorum. Gözler, davranışlar konuşmayacağız diyor…
Çocukluğumun bamya tarlaları, çoktan beton tarlası olmuştu… O beton tarlası ise bugün ölüm soluyor, korku soluyor…