Depo işçisi Naim: Ödünç bisikletle çıkıyor eve götürülen ekmeğin parası
Esenyurt’ta depo işçiliği yapan Naim 4 kişilik ailenin 3 ekmeğini, ödünç bir bisiklet sayesinde dolmuşa binmeyerek arttırdığı parayla alıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Hazırlayanlar: Fırat Turgut - Murat Uysal - Sinan Ceviz
Bir garip ülkedir Türkiye, saflar keskinleşmiştir haliyle. Mecazı, çok sözü sevmez taraflar, kinayeyle derdini anlatmaya kalkışılırsa mecazı gerçeği birbirine katılır. Söyleyeninin çoktan pişman olduğu “Millet evine ekmek götüremiyor” sözünün ardına hakikati bulmak için düştük.
Esenyurt’ta depo işçiliği yapan Naim 4 kişilik ailenin 3 ekmeğini, ödünç bir bisiklet sayesinde dolmuşa binmeyerek arttırdığı parayla alıyor. “Bu bisikleti abimden ödünç aldım. Minibüsle bir yere git gel 6 lira tutuyor. 6 lira günlük ekmek parası” diyor.
Esenyurt Meydanı’nda önceden haberleştiğimiz Naim’i bekliyoruz. Depo İşçisi Naim bisikletini süre süre yanımızda beliriyor. Orta boylu, görece zayıf Naim ile oturacağımız yere doğru ilerliyoruz. En yakındaki parmaklıklara bağlıyor bisikletini, bağlarken bir yandan anlatıyor: “Abimden ödünç aldım bunu, geçen Avcılar’a kadar gittim bununla, iyice alıştım.” Zaten alıştığı konuşurken kilide bakmayışından anlaşılıyor.
Naim evli ve iki çocuk babası. İkisi de henüz okula gitmiyor. “Zaten okula gitselerdi başaramazdım, bu şekilde yaşayamazdık” dediğini “700 liraya geçinmeye çalışıyorum” ile tamamlıyor. 2 bin 700 lira ücretin 2 bin lirasını her ay taksitlere yatıran Naim, “Annem ve babam toplam 1400 lira yaşlılık maaşı alıyorlar, onların 700 lirasını bana göndermesi beni biraz rahatlatıyor” diyor. Biz daha sormadan evine ekmeğin nasıl girdiğini anlatıyor: “Bu bisikleti abimden ödünç aldım. Minibüsle git gel 6 lira tutuyor. 6 lira günlük ekmek parası. Yakın ilçelere gidip gelirken bisiklet kullanıyorum. Yol parası versem cepte para kalmaz.”
NET VARLIĞI EKSİ 4 BİN 945 LİRA!
Ekmeği evine ödünç aldığı bisiklet sayesinde götürebilen Naim, daha fazlası için henüz bir yol bulamamış. Aslında kendince bulmuş ama bisiklet kadar etkili değil: “Çocuklara fazladan bir şey alamıyoruz. Yediğimizi yedirmeye çalışıyoruz. Marketten bir şey almak arada muz yesin demek yok zaten. Aldığımız meyve elma mandalina, fazlasını bulamıyoruz. Hem çocuklar küçük hem de ben yarım gün evdeyim, yemeğimi işyerinde yediğim için mutfak için fazla bir şey almıyoruz, şimdilik ay sonunu getirebiliyoruz. En sevdiğim yemektir kuru fasulye onu bile her zaman yiyemiyoruz, haftada bir oluyor. Et en son Kurban Bayramı’nda girdi, sağ olsun dostlar biraz getirdi. Eti geçtim nohut bile yemedik kaç zamandır, bakliyat az para mı?”
Naim bir taraftan bunları anlatırken diğer taraftan müşterisi olduğu bankanın uygulamasından “net varlığım” bölümünü açıyor, “Eksi 4 bin 945’teyim. Gelecek maaş direkt buraya gidecek. Ama bir dahaki ay yine aynı olacak, böyle devam ediyor” diyor.
"OTOBAN KENARINDAKİ YEŞİLLİKLERDE OTURUYORUZ"
“Ülkenin penceresi benim” der gibi, “Ben tek değilim ki, eminim Türkiye’nin yüzde en az 30’u bu şekilde yaşıyor” diyor: “Son bir buçuk senedir ben o köprüden karşıya geçmedim. Bir senedir Eminönü Beyoğlu tarafına gitmişliğim yok. Sözde İstanbul’da yaşıyoruz. Çocukları da en yakın neresiyse oraya çıkarıyoruz. Otoban kenarındaki yeşilliklere oturuyoruz. Arada bir minibüsle gölete gittiğimiz de oluyor. Bütün sosyal hayatımız bu. 3 senedir evliyim, bir kere hanımı dışarıya çıkarmışım, onda da Avcılar sahili geçmedik. Şimdi kendimizi sıkmaya çalışıyoruz ki ileride çocuklar rahat etsinler. Ama bir taraftan ileriye değil geriye gidiyoruz. Teker şimdilik böyle dönüyor bir yerde patladığı zaman toparlamak çok zor olacak.”
"ASKIDA EKMEK BİR GELENEKSE EKMEK GÖTÜREMEYEN VARDIR"
Çalıştığı depoda Türkiye’nin her yerinden insanın olduğunu söyleyen Naim, “Tüm tartışmalardan çıkardığım sonuçlarla konuşuyorum” diyor: “Evine ekmek götüremeyen olmasaydı askıda ekmek diye bir şey olmazdı. Zaten bu topraklarda bir gelenek halinde askıda ekmek. Demek ki her zaman evine ekmek götüremeyen oldu kardeşim. Sen bunu tekrar gündeme getiriyorsan demek ki bir şeyler ters gidiyor. Kampanya başlattılar daha ne olsun.” Kendisinin hiç askıda ekmek almadığını söyleyen Naim, “Hep benden daha kötüler vardır diye düşündüm. Mahallenin içinde, eve 60 metre uzaklıkta bir fırında var ama gidip almışlığım yok. Hatta cebimde 1-2 lira olursa ben bırakıyorum. Durumu benden daha kötülerin olduğunu biliyorum.”
"BİZ ONLARIN NASIL YAŞADIKLARINI GÖRÜYORUZ"
İktidar cephesinden fırsat buldukça dile getirilen “Ülke ileriye gidiyor” sözlerini hatırlattığımızda doğruluyor: “Evet belli bir grubun geçimi çok ileriye gidiyor. Adam çevresine, eşine dostuna, ahbaplarına, saraya, patronlara bakıyor sorun yok. Yakın çevrenden başka bir yere bakmazsan sorun göremezsin. O zaman da bu lafları edersin. Ben de çevreme bakarak bunları söylüyorum. Onun çevresi öyle, benim çevrem böyle. O bizi görmüyor biz de onların seviyesine ulaşamıyoruz. Ama biz onları görüyoruz. Eğer buraya bakarsa ve vicdanlıysa zaten söylediklerimizi kabul eder. Belki sizin gazetenizde çıkanların on katı, yüz katı bilgi aktarılıyordur ona ama artık merhametsizliğinden mi, bazılarına boyun eğmişliğinden mi bilmiyorum, pasif kalıyor. Ya da görmezlikten geliyor. Ama bir çıkmazda olduğumuz da gerçek. Ben hamdolsun çok kötü durumda değilim ama hiç iyi durumda da değilim.”
"SAHTE ŞARJ ALETLERİ BİLE DÖVİZLE GELİYOR"
Peki ya kur artışı? Hani o iktidarın bizimle ilgisi bulunmadığını söylediği... Naim masanın üzerindeki telefonunu işaret ediyor: “Bu aslında kullanılmayacak durumda, bozuk. Ama alamıyorum, döviz artınca telefon fiyatı da artıyor. Bir şarj aletinin maliyeti nedir ki? Dışardan geldiği için sahtesi bile 35 lira. Döviz artınca çaydan una kadar ithal olan her şeyin fiyatı artıyor. Geçen hafta ekmek 2 lira oldu, niye oldu? Her şeyi artık dışarıdan alıyorsunuz. İthalatı da TL ile yapmıyorsunuz. TL sürekli değer kaybederse ithal ettiğiniz her şey artıyor bu da bize olumsuz yansıyor. Döviz benim alım gücümü etkiliyor. Bir yandan da bakıyorsunuz çiftçiler kan ağlıyor. Ben Ahmet Hakan’ın yerinde olsaydım telefonu gösterip bunu nasıl aldığımızı sorardım. Ama bizim için konuşan, soran bir gazeteci değil. O olaydan sonra sayfasına girip yazdım da ama cevap yok.”
Pandemi döneminde ise kısmen “şanslı” sayılabilecek işçilerden. Ancak o da bir dönem ve mücadeleyle. Pandeminin pik yaptığı dönemde mücadele ederek ücretli izin aldıklarını söyleyen Naim, “Şimdi önlemler alınıyor ama yeterli değil. Mesela bir koli -çıkma koli diyoruz- belki 5 kez mağazaya gidip gelmiş. Kaç kişinin elinden geçtiği belli değil. Lavaboların temizliği sıkıntılı. Pandemi döneminde bize ücretli izin verdiler ama tepki gösterdiğimiz için. Aramızda koronavirüse yakalananlar oldu çünkü” diyor.
"İKİ GÖZ ODA İÇİN MAAŞIMIN ÇOĞUNU VERİYORUM"
Görüşmelerinin başlamasına kısa bir süre kalan asgari ücret için konuşan Naim şunları söylüyor: “Çocuklar belki şu an okumuyor ama ileride masrafları artacak. Onu da geçtim her aile çocuğuna meyve alabilmesi için asgari ücretin en aşağı 4 bin 200 lira olması gerekir. Ama Türkiye’de camideki, saraydaki, en başımızdaki aza kanaat et, şükret diyor. Misal adam iki çay içmek istiyor, sana bir çay yeter diyorlar. Asgari ücrette de böyle, azına razı ediyorlar. Ekranlardan yetinmemiz lazım diyor cumhurbaşkanı, kendisi sarayda yaşıyor. Ben iki göz ev için maaşımın çoğunu veriyorum her ay.”
Kıdem tazminatının gasbedilmek istenmesine ilişkin ise “Tazminatımıza kadar göz diktiler, demek ki hazine boşaldı işçinin cebine el attılar. En kolay işçiden çıkarır o parayı, çünkü işçinin sesi çıkmıyor. Bireysel emeklilik sistemi de böyle bir ihtiyaçtan çıktı. Bir yandan da nasıl ses çıkarsın işçi? İşçiyi bir borçlandırdı ki sorma. Ya konut borcu var ya kredi borcu var senet borcu var. Ses çıkarmaktan, işinden olmaktan korkuyor işçi. Kıdem tazminatı benim güvencem, patrona karşı sigortam. Zaten işten atma maddeleri var, bir de kıdem tazminatını elimizden alırlarsa hiçbir şeyimiz kalmaz, patron istediği gibi işçi çıkarır. Düşünsenize tipine bakıp beğenmedi diye bile işten atabilir çünkü işten atmamak için hiçbir engel yok. Tank Palet fabrikasını sattılar, şeker fabrikalarını sattılar, tekel fabrikalarından bir şey kalmadı. Şimdi geldi tazminata göz dikiyor” diyor.
"İŞÇİ SİYASETİN İÇİNE GİRMELİ"
İşçilerin haklarını savunurken yetersiz kaldıklarını vurguluyor: “İşçi siyasetin içine girmeli, söz sahibi olmalı. Eğer işçi konuşmazsa patron bir işçinin göz yaşına bakmaz gelir gider durumuna bakmaz, sen yoksan Ali var, o yoksa Veli var... İşsizlik bu kadar artmışken süreç de böyle işliyor.”
"BİR TÜRLÜ ÖNCÜ OLAMADIM, GALİBA BENİM PROBLEMİM"
Naim inançlı bir işçi. Hayatını da bu doğrultuda yaşıyor. Kendisi gitmese de çevresinde cemaat ve tarikatlara giden birçok işçi var. Anlattıkları bu konuda fikir vermesi açısından önemli: “Cemaatlerde yüzde 10’a yakın bir uyanış var. İşyerinde 50 kişiden 5-6 tanesi sıkıntılı bir dönem, böyle olmaz İslam’a da dine de uygun değil diyor ama geri kalanı elhamdülillah bize yetiyor, başımızdaki de Müslüman diyor.”
Arkadaşlarının kendisini cemaatlere davet ettiğini söylüyor. Ama cemaatlerde örgütlenmeye yanaşmayan Naim, sendikalı olmayı tercih etmiş. Cemaatler, sendikalar, hak mücadelesi gibi kavramlar arasında da ilişki kuruyor böylece: “Süleymancılardan, Menzilcilerden, Bediüzzamancılardan çok davet aldım ama gitmedim gitmek istemedim cemaatlere. Ben sendikalıyım ama bir türlü öncü olamadım, benim problemim galiba. İşçiler sendikalı olmaktan çekiniyor. İşçilerin örgütlenmesinde hep sol tarafın öncü olduğunu düşünüyorlar ve bu da bir yandan sorun oluyor. Allah’a yönelişi eksik görüyorlar. Bir yandan da Allah’ın adını ağzından düşürmeyip işçiye yapmadığını bırakmayanlar var. Bunları görmemek körlüktür tabi. Hâlâ din ağır basıyor. ‘Camide dergahta kapının önünde kağıt dağıtıyorlar, cumaya gelmiyorlar’ diye anlatıyorlar sendikacıları. Adamın kafasına taktığı şey, bildiri dağıtanın cumaya gitmemesi. Patron Müslüman, sendikalar Allahsız olarak anlatılıyor. Bu işçiler kendileri için örgütlenmiyor ama kendi cemaatlerinin güç kazanması için çok güzel örgütleniyor. Benim ne kadar müridim olursa devlette o kadar söz sahibi olurum diyor adam. Belki de Allah için yapıyordur bilmiyorum.”
"BEN HER GÜN 10 SAATİMİ EMEĞE HARCIYORUM, BUNUN ADI KADER DEĞİL"
Durduğu yerden tam tersi söylense de kader deyince şunları söylüyor: “Tüm bunların kader olmaması lazım. İşyerinde 8 buçuk saat emek harcıyorum yolu da hesaplarsan 10 saat. Ben her gün 10 saatimi emeğe harcıyorum. Bu emeğin karşılığında bazı kesimlerin tükettiği gibi kırmızı eti, beyaz eti ya da kuru fasulyeyi tüketemiyorsam kader değil bu adaletsizliktir, eşit dağılımın olmayışıdır. Son zamanlarda çıkan hocalar da var. Biz eşitliği sağlayamazsak bize sosyalizmi gösterecekler diye konuşma yapıyorlar. Hocanın bu açıklaması Türkiye’deki gidişatın sıkıntılı olduğunu ve bu sıkıntının arttığını ortaya koyuyor” diyor.