Sosyolog Doç. Dr. Coşkun: Sokağı örgütleyemiyorsak hiçbir şey yapmak mümkün değil
Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun, grev yasaklarını, sosyal medyayı ve ortak mücadelenin nasıl inşa edilebileceğini Evrensel'e değerlendirdi.
Mustafa Kemal Coşkun | Fotoğraf: Özden Dinç
Özden DİNÇ
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji bölümünden OHAL döneminde KHK ile ihraç edilen öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Kemal Coşkun ile grev yasaklarını, sosyal medyayı ve ortak mücadelenin nasıl inşa edilebileceğini konuştuk.
Mücadelenin sokakta verilmesi gerektiğine işaret eden Coşkun, “Politik konularda sosyal medyanın etkisi neredeyse sıfır. Mücadele edersek kazanma şansımız var, etmezsek zaten baştan kaybetmişiz demektir. Bu mücadele ise sosyal medyada filan olmaz” diyor.
Grev yasaklarıyla başlayalım isterseniz. AKP iktidarında “erteleme” adı altında işçilerin grev haklarının ihlali karakteristik hale geldi ve bu da iktidarın hegemonyasındaki çatlakların bizzat farkında olduğunu gösteriyor diyebilir miyiz?
Diyemeyiz. Nitekim grev yasakları bu iktidar ile başlamış bir şey değil. AKP iktidarından önce de bir sürü grev, özellikle lastik ve cam sektöründe yasaklanmıştı. AKP iktidara geldiğinden beri 20’ye yakın grev yasakladı ancak bana kalırsa bunun nedeni hegemonyasındaki çatlaklar filan değil, bu biraz abartılı olur. Sadece tıpkı kendisinden önceki iktidarların yaptığı gibi sermayeye verdiği sözü tutuyor, o kadar. Klasik bir burjuva partisi, farklı sermaye temsillerinin ve siyasi eğilimlerin ne ölçüde rekabet ettiğine ve iktidar bloku içerisindeki sermaye fraksiyonlarının ihtiyaçlarına ne tür yanıtlar ürettiğine göre belirlenir. Bu anlamda siyasal ve ekonomik sistemin üzerinde yükseldiği temeller sermaye birikiminden, sermaye sınıflarından ve sınıf mücadelesinden bağımsız değildir. Grev ertelemeleri ya da yasaklamaları da bu anlamda düşünülmeli, yani bana kalırsa tamamen ekonomik gerekçelerle yapılıyor. Ama AKP’nin kendisinden önceki iktidarlardan farkı, yani sendikalar ve örgütlenmeye ilişkin farkından bahsediyorum, bir taraftan kapitalist pazar ilişkilerinin doğası gereği hem işçileşmeyi artırıp hem de işçi sınıfını giderek daha fazla yoksullaştırırken, diğer taraftan işçi sınıfını ve en azından önemli oranda işçi örgütünü daha fazla burjuva çıkarlarına bağlayabilmesinde, hatta doğrudan kendisine bağlı işçi örgütlenmeleri oluşturmasında yatıyor. Hatta meslek örgütleri için de benzer bir kader yazılıyor, barolar örneğinde görüldüğü gibi. Bunun diğer meslek örgütlerine de uzanacağını bilmek gerek. O nedenle grev ertelemelerinin hegemonyadaki çatlaklar değil de daha çok ekonomik olduğunu, kendisine bütünüyle biat etmeyen örgütleri etkisizleştirme amacını taşıdığını düşünüyorum.
Soma ve Ermenek maden işçilerinin direnişi sırasında Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Örgütlenme Sekreteri Kamil Kartal’ın sosyal medyada paylaşılan sözlerinin bu denli gündem olması bize ne ifade ediyor? “Öyle mi Alay komutanı?” insanlara tekel direnişi ya da Gezi’deki mücadeleyi mi çağrıştırıyor sizce?
Sanırım pek öyle sayılmaz. Gezi bir isyandı. Soma ve Ermenek işçilerinin mücadelesi ise bir hak arama direnişi, tıpkı Tekel gibi. Ancak onun yaptığı kadar bir etkiye sahip olmadı ya da en azından şimdilik böyle bir birleştirici etkisi yok. Ama elbette ki önemli mücadeleler bunlar, kimsenin sokağa çıkamadığı bir dönemde. Ama “Öyle mi Alay komutanı?” cümlesi, devletin hangi sınıfın çıkarlarının yanında olduğunu anlatan güzel bir örnek. Mücadele işçilere devletin sınıf yapısını da gösteriyor böylece.
Toplumsal bir itirazın yükselebileceğini düşündüren her türlü direniş hareketinin ardından, sendikalardan ya da demokratik kitle örgütlerinden hep bir ağızdan “mücadeleyi birleştirmeliyiz, ortak bir hat kurmalıyız” minvalinde açıklamalar geliyor. Sizce bu mücadeleler nasıl birleşir ve ortak hat hangi somut talepler etrafında örgütlenmeli?
Bir kere mücadeleyi birleştirelim denilerek birleşme olmuyor. Birleşme olsa olsa bir pratik içerisinde, somut bir talep çerçevesinde olabilir. Benim, tam da pandemi dönemindeyken önerim şudur: Sendikalar ve diğer kitle örgütleri, günlük çalışma saatinin düşürülmesi (örneğin 7 saat) ve saat ücretinin artırılması gibi bir talepte birleşerek, yani işçi ve emekçiler açısından somut, gündelik hayatında bir sorunu ortadan kaldıracak taleplerle bir araya gelebilir ancak. Hadi birleşelim demekle olmuyor maalesef. Böylesi bir somut talep, sendikalı olmayan, hatta yandaş sendikalara üye olmuş işçi ve emekçileri de çekecektir bence. Çünkü gereksinim, sadece icadın değil, düşünce ve eylemin de anasıdır.
Son olarak sosyal medya ile ilgili bir sorum olacak. “Sosyal medya aktivistliği” çok tartışılan bir konu. Sizce sosyal medyadan bir devrim çıkar mı? Sosyal medyanın sınıf mücadelesi bağlamında sunduğu olanaklar ya da sebep olduğu kısıtlılıklar neler?
En çok abartılan şeylerden biri de sosyal medya. Hiçbir etkisi yok filan demiyorum elbette. Nerede ne oluyor hızlıca haber almanızı sağlıyor en azından. Ben daha çok haber elde etme amaçlı kullanıyorum açıkçası. Ama bizim sosyal medyadan çok sokakta olmamız gerekiyor. Habire AKP sokağa çıkmamızı istiyor, o nedenle çıkmıyoruz denip duruluyor ya, yok böyle bir şey. AKP, sokağa çıktığımızda bizi yeneceğini, silip süpüreceğini düşünüyor sadece. Yapabilir evet, ama milyonları sokağa çıkarırsak yapamayabilir de. Kimdi, Brecht mi diyordu? Mücadele edersek kazanma şansımız var, etmezsek zaten baştan kaybetmişiz demektir. Bu mücadele ise sosyal medyada filan olmaz. Bir kere politik konularda sosyal medyanın etkisi neredeyse sıfır. Yani bir adam bir kadını taciz etti, tutuklansın diye sosyal medyada bir hareket başlasa gerçekten de başarılı olabilir. Ama Demirtaş, Kavala filan serbest bırakılsın diye yıllardır kampanya yapılıyor sosyal medyada. Sonuç? Dolayısıyla sosyal medyayı abartmamak gerek bence.
2011 yılında Tunus’ta eylemler başladığında bizim burjuva basını internet devrimi diye başlık atmıştı. Neymiş, sosyal medya aracılığıyla örgütlenmişler falan filan. O eylemler sürecinde Tunus’ta 1000’den fazla insan hayatını kaybetti. Tweet atarken ölmemişlerdir herhalde değil mi? Hatta eylemler başlamadan önce Tunus’ta öğretmenler sendikası ve tekstil işçileri sendikası grevdeydi, yani sokaktaydılar. Facebook ile Twitter ile filan başlamadı mesele. İşin kötü tarafı, sizin sorunuzda da geçiyor, sosyal medyayı kullanan aktivist görülüyor, nasıl oluyorsa artık. Biz KHK ile atıldığımız ilk dönemde her hafta sokakta sendikamızla birlikte basın açıklaması yaptık. Sosyal medyada duyurduk bu açıklama saatlerini filan. Beğenen 1000 kişi. Eyleme gelen 15 kişi. Beğenince ya da bunu paylaşınca aktivist olunuyorsa eyleme gidene ne diyeceğiz? Yani, sokağa çıkmıyorsak, sokağı örgütleyemiyorsak sosyal medyayla filan hiçbir şey yapmak mümkün değil.