Tekstil işçisi kadın: İşçiler bir çay parasını hesap eder halde
İşçi A. tekstil iş kolunda çalışan bir kadın. “Kira, faturalar, okul masraflar. Geriye ne kaldı? Yeme içme ciddi bir sorun. İşçiler 1 çay parasını hesap eder halde” diyor.
Fotoğraf: Evrensel
Bir şekilde okuyamayan, eğitimden mahrum bırakılanların kullandığı bir ifadedir hayat okulu. Bu ifade bugün, yarın, öbür gün, haftaya; kısacası her zaman evine ekmek götürme kaygısı taşıyan işçilerin dilindedir genelde. Okul ve öğrenme her ne kadar olumlu anlam taşıyan kelimeler olsa da hayat okuluyla hayatın, yani sistemin “öğrenilmesi”, daha doğrusu farkına varılması kastedilir. Tuzla’da görüştüğümüz tekstil işçisi bir kadın da işçilik yaşamında farkına vardığı şeyden söz ediyor bizlere: “İşçileri yani kardeşleri birbirleriyle rakip haline getiren performans sistemi.” Çıkardığı sonuç bununla kalmıyor tabii, daha da önemlisi işçinin buna itiraz edememesinin nedenleri: Yine sistemin yarattığı yoksulluk, geçim kaygısı...
İşçi A. 19 yaşında başlamış tekstil işçiliğine. Üç yıl çalıştıktan sonra gebelik nedeniyle ayrılmak zorunda kaldığı işine, çocuğu birine emanet edilebilecek kadar büyüyünce tekrar devam etmek istemiş ancak geri alınmamış. Üç yıl öncesine kadar da ev işlerinde, lokantada çalışmış, çocuk bakmış. Bir arkadaşının aracılığıyla, büyük oranda kadın işçilerin çalıştığı sendikalı bir işyerine girmiş sonunda.
BASKI GÖZLE GÖRÜLMÜYOR AMA...
“Sendikadan önce işçinin başında durup sağa dönme, önüne bak diyen şefler varmış” diyen A, şimdi durumun değiştiğini söylüyor: “Şimdi şunu yapmayın bunu yapmayın diyen biri yok ama bu sefer de baskıyı sayı üzerinden kurmaya çalışıyorlar, performans sistemiyle. Performansa göre zam vereceklerdi ama onu da vermediler. Gerekçeleri ise aynı bantta çalışan işçilerin hepsinin belirlenen sayıyı tutturamaması. 800’ün altına düşme diyorlardı. Bizi yarıştırıyorlardı. Bu kez işçi kendi arasında rekabete giriyor. Ve bunun aslında bir baskı olduğunun farkında değil. Emir veren olmayınca baskı olmadığı zannediliyor ama esasen gözle görülmeyen bir baskı var. Ama bir yandan da işçinin vereceğiz dedikleri paraya ihtiyacı var.”
Peki sendika? “Sendikanın ikinci sözleşmesi, ikinci sözleşmede biz greve çıkacaktık, tam çıkacakken sendika ‘Tamam anlaşma sağlandı’ diye geldi. Yüzde 11’lik gibi bir orana imza attılar. Biz greve çıkmaya hazırken sendikanın imzalaması işçiler içinde bir hayal kırıklığı da yarattı” diyor.
‘İŞTEN ATILANLAR ARASINDA BEN OLACAK MIYIM?’
İşçi A’nın anlattıkları pandemi süreci öncesi. Pandemi döneminde 80’e yakın işçi çıkarılmış, iki vardiya bir vardiyaya düşmüş, patron kısa çalışma ödeneğinden yararlanmış. “Şimdi büyük firmaların iş vermediğini söyleyerek küçülmeye gideceklerini, 70 kişiye yakın işçiyi daha işten çıkaracaklarını söylüyorlar. Şimdi bu işten atılacak 70 kişi arasında ben de olacak mıyım diye düşünüyorum. Tabii bu işçilerin taleplerinin önünü kesmek için blöf de olabilir. Çünkü daha önce ikramiye zamanı geldiği zaman depoları boşaltıp, büyük firmalar iş vermiyormuş gibi davranıyorlardı. Bu her ikramiye ve zam zamanında yapılıyordu” diyor.
İşçiler marttan bu yana kısa çalışma kapsamında. Ayda 15 gün çalıştıklarını, bunun karşılığında ellerine anca 1900 liranın geçtiğini söylüyor İşçi A. Eski işçiler daha fazla alıyor, 2 bin 300 civarı.
‘YEME İÇME KONUSUNDA CİDDİ SIKINTILAR VAR’
İşçi A, şanslı ki eşi çalışmaya devam ediyor. “Ama ikimiz de çalışmamıza rağmen geçinemiyoruz” diyor: “İki çocuğum var üniversitede okuyorlar. Ev kira, her ay 800 lira eve gidiyor. Tercih yapmak zorunda kalıyoruz. Çocuğun kirası var, onu ödememiz lazım. Onu ödersek başka bir şey aksıyor. Üç fatura birikiyor ikisini yatırıyoruz, birini öteliyoruz. Market alışverişini daha da kısarak yapıyoruz. Zaten doların yükselmesiyle durumumuz daha kötüleşiyor. Günlük ihtiyaçlarımız bile dolarla bağlantılı. 100 lira ile markete gidip iki günlük alışveriş yaparken, dolar yükselince otomatik olarak 100 lirayla bir günlük alışveriş yapıyorum. Şu an elime 1800 lira para geçiyor, doların yükselmesi bunu da eritiyor.”
Kendisini şanslı sayıyor çünkü işyerinde tek kişi çalışıp ev geçindirmeye çalışan işçilerin olduğunu söylüyor. Nasıl peki? Şöyle yanıtlıyor: “Aramızda yardım topladığımız arkadaşlar var. Asgari ücretin biraz üzerinde ücret alıyor, kirada, üç çocuğu var. Kirayı verdi, çocuklarının okul masraflarını karşıladı, faturaları ödedi. Geriye ne kaldı? Yeme içme konusunda evlerde çok ciddi sıkıntılar var. Sosyal hayattan bahsetmiyorum. Bir arkadaşımla bir çay içeyim gibi bir şey zaten yok. Çünkü durum o kadar kötü ki çay parasının, minibüs parasının hesabını yapar halde.”
ASGARİ ÜCRET 4 BİN LİRA OLSA AÇ DEĞİL FAKİR YAŞARIZ
“Ben buradaki işimden olursam başka bir yerde iş bulamam.” Hazırladığımı dosya kapsamında görüştüğümüz tüm işçiler bunu söylüyor. İşçi A. da: “Bu işçilerin haksızlıklara karşı çıkmaları konusunda en büyük engel. Bende de bu korku var. Pandemi süreciyle birlikte bu arttı. Özellikle bu süreçte işini kaybetmek istemiyor kimse.”
Peki bir ailenin geçinebilmesi için gerekli tutar nedir? “Sonu yok bunun” diyor İşçi A: “Eğer fakir yaşarsam asgari ücret 4 bin lira olursa beni kurtarır. Asgari ücret 4 bin olursa aç değil de fakir yaşayacağım, dışarıda bir bardak çay içebileceğim. Tabi 4 bin olması çok zor. İmkansız değil, bir ihtimal var ama bunun koşulları sağlanmalı. Sendikalar birlik olurlarsa olur. Biz de sessiz kalıyoruz, başımızı kaldırmıyoruz, sokağa çıkmıyoruz. Bizim kabahatimiz de o.”
BİR YANDAN DA İKTİDARA ELEŞTİRİLER ARTIYOR
Çalıştığı fabrikada işçilerin çoğunun AKP’ye oy verdiğini söylüyor. Ancak son zamanlarda kopanların olduğunu da: “Kopanlar da yaşadıkları hayata bakıp artık ikna olmuyorlar. Mesela yol, köprü daha önce insanları ikna ederken şimdi insanlar direkt kendi hayatlarını etkileyen şeylere bakıp öyle değerlendiriyor. Ve işçi için bir şey yapmadığını söylüyorlar. Özellikle ekonomi, emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili hükümetin tavrı ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hükümet yetkililerinin üsluplarına yönelik eleştiriler var. Ekonomi de pandemi sürecinde daha fazla eleştirilmeye başlandı. Çünkü insanlar ayda 1800 lira alınca fark ettiler durumu.”
“Ben karar vermiş olsaydım eşitliği sağlardım” diyor: “Kimsenin hakkı yenmesin, rahatlıkla çıkıp gezebildiğimiz bir ortam olsun. Ama bunlar yok. Patronla işçi arasında derin bir uçurum var, o Porsche ile geliyor ben servis bekliyorum. Evlere baktığımızda hangisinde zengin oturuyor hangisinde fakir oturuyor anlıyoruz. Zaten zenginlerin evlerini çok da göremiyoruz. Ben karar vermiş olsaydım önce işçilerin haklarını alabilmelerini sağlardım. Sonra kadınların yaşadığı sorunları çözerdim. Her konuda adaleti sağlardım. Tabii yine de bilmiyorum, başa gelenlerin hepsini gördük, yapmıyorlar...”
‘İŞ HAYATINA GİRDİKTEN SONRA HAKSIZLIKLARI GÖRDÜM’
İşçi A.’nın bahsettiği ‘kopanlardan’ biri İşçi B. Yaklaşık bir yıl önce zarar ettiği dükkanı kapatarak iş aramaya başlamış ancak işten atmaların, ücretsiz izinlerin gırla olduğu pandemi sürecinde iş bulamamış. O sürede eşinden kalan emekli maaşıyla geçinmeye çalışmış. Nihayet geçen eylül ayında bir laboratuvarda temizlik işine başlamış. “Üniversitede bir çocuğum var. Ev geçindir, çocuk okut... Emekli maaşlarının ne kadar düşük olduğu da malum. Onun için iş aramak zorunda kaldım” diyor.
Üniversiteler kapalı olduğu için çocuğu şimdi il dışında değil. Asıl o zaman zorlanacaklarını söylüyor: “İstediğini alamıyorsun, istediğini giyemiyorsun, yiyemiyorsun. Çünkü her şey pahalı. Bir doğal gaz faturası bile insanın bütçesini sarsacak. Çocuk Kadıköy’e gidiyor gezmeye, 100 lira harçlık vermen lazım. Yarın üniversiteler açıldığında çocuğum il dışına gittiğinde iyice zorlanacağız.”
Etrafında kendisinden daha kötü durumda birçok insanın olduğunu anlatıyor: “Çevremde geçinemeyen çok insan var. Mesela günlük temizliğe gidiyor, bir günlük ihtiyacını gideriyor, sonraki gün bir şey yapamıyor. Ve sürekli veresiye üzerinden kurtarmak zorunda kalıyorlar. Evi olmayan, kirada oturan insan 2 bin 324 lirayla nasıl geçinebilir? Asgari ücretin net en az 4 bin lira olması gerekiyor. Vergi de alınmaması gerekiyor. Zaten ödediğimiz faturalardan aldığımız her türlü malzemeye kadar her şeyden vergi alıyorlar. Bu yetmiyor bir de maaştan kesiyorlar. Milletvekilleri, bakanlar, Cumhurbaşkanı maaşlarından vazgeçsinler. Gitsinler zenginlerden vergi alsınlar. Açıkçası biz biraz koyun gibiyiz, korkularımızı da aşamadığımız sürece bu böyle devam edecek.”
Peki İşçi A’nın kopanlar diye tarif ettiği... Nedir bunun nedeni? Başta belirttiğimiz hayat okulu İşçi B. için de geçerli: “Hep aynı kişinin gelmesi, halka bir faydaları olmaması nedeniyle artık oy vermiyorum. İş hayatına girmeden önce iyi bir lider olduğunu düşünerek oy veriyordum ama iş hayatına girdikten sonra haksızlıkların olduğunu gördüm. Küçük esnafa da işçiye de faydaları yok.”