2 bin akademisyen imzaladı: Fransa’da akademik özgürlük manifestosu
Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer’in Fransız üniversitelerinde “İslamo-solculuk" olduğu iddiası ve bunun 100 akademisyen tarafından destek görmesine karşı 2 bin akademisyen manifesto yayımladı.
Fransa Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer
| Fotoğraf: Wikimedia Commons
Fransa’da art arda yaşan terör saldırıları ve buna karşı mücadele adı altında Fransız hükümeti “Üniversiteleri kangrenleştirdiği” iddiasıyla “İslamo-solculuğa” (İslamcılarla solcuların ittifakı anlamında kullanılıyor) karşı siyasi bir kampanya başlattı.
Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer’in Mecliste dillendirdiği, ardından da basın aracılığıyla yaygınlaştırdığı suçlama, Fransız üniversitelerinde var olduğu iddia edilen “İslamo-solculuğu” hedef aldı. Bu şekilde, yaşanan olayları sosyal boyutlarıyla inceleyen tüm yaklaşımlar hedef tahtasına konuldu. Hükümetin bu saldırılarına “akademik bir meşruiyet” kazandırmaya yönelik 100 akademisyenin imzaladığı bir “manifesto” da yayımlandı. Buna karşı 2 bin akademisyen, araştırma ve yüksek öğrenimde eleştirel ve özgürleştirici bilgi akışını savunan bir metin yayımladı.
ABD seçimlerindeki gelişmeler tüm Avrupa’da izleniyor. Bir yandan politik çevreler açıkça Biden’den yana tavır aldıkları için diğer yandan ise Trump’ın seçim sonuçlarını mahkemeye götürmesi sonrası mali ve ekonomik pazarda istikrarın kaybolacağı endişesi nedeniyle... Alman borsasında başlangıçta bir düşüş görüldü ama ABD ile ekonomik ilişkilerin olduğu gibi sürdürüleceğinin sinyali 45 savaş uçağı siparişiyle gösterildi.
Britanya 5 Kasım’dan itibaren sokağa çıkma kısıtlamalarını yeniden uygulamaya başladı. Avrupa’nın tümünde yeniden yükselen Kovid-19 enfeksiyon oranı kıtayı tekrar pandeminin merkezi pozisyonuna soktu. Virüsün tüm kıtada yayılmasının sebepleri önümüzdeki süreçte izlenecek yöntemlere ışık tutabilir.
ARAŞTIRMA VE YÜKSEK ÖĞRENİMDE ELEŞTİREL VE ÖZGÜRLEŞTİRİCİ BİLGİ İÇİN
Le Monde*
“Yüz’lerin Manifestosu” diye adlandırılan metni üzüntüyle okuduk. Bu metni imzalayanları ikna edemeyeceğimizi biliyoruz; dolayısıyla onları istediklerini söylemeleri için rahat bırakabilirdik. Fakat, metinlerinde yaptıkları üniversitede düşünce polisi oluşturma çağrısına tepki göstermemek olamazdı. Aynı şekilde, (Milli Eğitim Bakanı) Jean-Michel Blanquer ve atıfta bulunduğu (üniversitelerdeki) “kangren”den sonra, aşırı sağın söz hazinesinden alarak kullandıkları dile de sessiz kalınamazdı.
Kullanılan tüm argümanların bir hakaret olarak kullandığı “İslamo-solculuk” terimi bizlere, tıpkı “Yahudi-Bolşevizmi” gibi suçlamaları hatırlatıyor: Teslim olmayı reddettiğimiz karanlık dönem ve aforoz etmeler…
Bu metinin yazarı akademisyenlerin elbette bilmeleri gerekir: Bir uslamlama yerine “tartışılmaz”, ya da kabul edilmesi gerektiği var sayılan aşağılayıcı sözleri sallamak yeterli değildir. Zira, bu kelimeler büyük olasılıkla onu imzalayanlara karşı yönlendirilir. Dolayısıyla “entelektüel konformizm”, “korku” ve “siyasi olarak esen rüzgara kapılma” gibi suçlamaları temkinli kullanmak gerekir: Bu kavramlar onu kullananlara uygulanabilir. Aslında meselenin özüne bakıldığında burada bir tek “tez” öne sürülüyor: Üniversitelerde gelişen bir araştırma ve düşünce akımı “beyaz”mış ve “Fransa’dan nefret etmeyi” besliyormuş. Böylesi bir iddia insanı afallatıyor. Çok ve çapraz kimliklerin, baskıların ve özgürlükler için mücadelelerin araştırılması nasıl olur da bu tür duygulara yol açabilir ki?
Tüm çeşitliliğiyle Fransa’nın tarihini biliyoruz. Bakıldığında kurtuluş, eşitlilik ve hukuk için mücadele görebiliriz, fakat aynı sırada iğrençlikler, sömürgeci şiddeti, sosyal şiddet ve felaket baskı biçimlerini de bulabiliriz. Fakat bunların hiçbiri onun “özünü” oluşturmaz.
Başka ağır bir suçlama ise “ırkçılıkçılar” kelimesinden geliyor, bu kavram sözde üniversitelerde yaygınlaşan bir “ideoloji”yi tanımlamaya hizmet ediyormuş. Burada hedef alınan yaklaşım, başka şeylerin yanı sıra sosyal, cinsiyetçi ve ırkçı baskıların ağırlığını incelediğinden dolayı “ırkçılıkçı”olarak adlandırılıyor. Bu sıfatlandırma iğrençtir: Varsayılan ırklar hiyerarşisine dayanan ırkçı düşünce ve rejimleri belirtir. Oysa ki metnin imzalayıcıları çok iyi biliyorlar: Irksal sorunlara yönelik sosyolojik ve eleştirel yaklaşım, tıpkı sürekli saldırılara maruz kalan “interseksiyon” yaklaşım gibi, tam tersine bunlara karşı mücadele etmeyi hedefler.
ÇELİŞKİLİ ÖNERİLER
Bu metinde bir pençe atma daha var: Bu yaklaşım “Kuzey Amerika kampüslerinden” geliyormuş. Bu “suçlama”, başka yerdeki düşüncelerden ilham alma ve beslenmeyi ilkesel olarak şüpheli görmeyi içermese güler geçilirdi. Üstelik toplumları bu yaklaşımla araştırma biçimleri, tüm kıtalardan geliyor ve Amerika kıtası ve Karayiplerin tümünden olduğu gibi başka yerlerde de gelişiyor. Bunun böyle olması sevindiricidir.
“Yüz’lerin manifestosu” iki şey öneriyor: Peşini bırakmayarak mücadele edilmesi gereken tüm bir toplumların tahlili akımını kınamak; akademik özgürlüklerin savunulması için bir denetim kurumunun oluşmasını talep etmek. İmzalayıcılar bu önerilerin ne kadar çelişkili olduğunu görmüyor gibiler: Araştırma ve düşünceyi teşhir etme çağrısında bulunulduğunda tam da özgürlükler ayaklar altına alınıyor. Bu çalışmanın ifade edilmesini sansür teşebbüsü sadece kabul edilemez değil, ayrıca “Yüz’lerin manifestosu”nun savunduğunu iddia ettiği ilkeleri de değersizleştiriyor: Cumhuriyet ve özgürlük.
Terörist saldırılardan dolayı yas tutulduğu bu ortamda, ifade özgürlüğünün öne sürüldüğü şu dönemde, akademisyenlerin bu iğrenç katliamları alet ederek meslektaşlarıyla hesaplaşmaya gitmesi ve onları suç ortağı olarak suçlaması dehşet vericidir. Duruma hiç layık olmayan bir tavırdır.
Bizler şiddet ve nefrete karşı gerekli bir katkı olarak açık, eleştirel ve hoşgörülü bir yaklaşımın var olmasını, özgürleşme ve onurlu olmaya dayalı bir bilgi aktarımını savunmaya devam edeceğiz.
* İmzalayıcıların tümü için: https://savoiremancipateur.wordpress.com/home/signataires/
(Çeviren: Deniz Uztopal)
TRUMP, BIDEN VE ABD SEÇİMLERİ
Arnold SCHÖLZEL
Junge Welt
Görevdeki ABD başkanı seçimi kazandığını, ancak tahrif edildiğini, bu yüzden uzun sürecek sayımların mahkeme kararıyla durdurulacağını açıkladığında ABD devlet sistemini belirgin olacak şekilde bir kez daha değiştirdi. Onun gibi milyarderler görüntüdeki demokrasiyle uğraşmazlar, bunun yerine tüm kırpıntılara sahip bir politik partiye dönüştürürler: Mobbing, suç enerjisi, pislikten keyif alış, alışılmış yolsuzluk, devlet cinayetleri ve güçlü silahlanma dahil çocukça “ben, ben” çığlıkları. ABD seçimleri denen şovenizmin banyo festivali böyle kazanılır. Trump başkanlık döneminde büyük bir savaş başlatmamış olsa da, gelecekteki savaşların “yeniden büyük” olmasını sağlamak için daha fazlasını yaptı. Trump, “Katil Amerika”yı (Peter Hacks) ideal bir şekilde temsil ediyor. Özel ile politik, kendisi ile devlet arasındaki kafa karışıklığında hiçbir bariyeri yok. XIV. Louis’nin bir kopyası değil, Roma İmparatoru Caligula’nın atının geri dönüşünde onu konsül atamasına daha fazla benziyor. ABD dergisi Foreign Affairs, 28 Ekim’de, Trump’ın yeniden seçilmesinin “Amerika’nın dünya gücünün sonu” anlamına geleceği uyarısında bulundu. Bu biraz abartıydı.
Joe Biden’ın başkanlığı ise muhtemelen bu sonu yavaşlatacak, ancak belirgin bir şey yok. Sonuçta Biden de Washington’da neredeyse 50 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri’nin son zamanların “tek süper gücü”nün bugün olduğu çıkmaza ulaşmasına yardımcı oldu. “Demokrat”, ABD siyasetinde, yani savaşta “kanlı” sıfatını kazandı. Trump tarafından kendisine verilen “uykulu” lakabı, emlak spekülatörlerinin sadece birkaç dolar “değerinde” olan insanlar hakkında yaptıkları şakalardan biri. Forbes’a göre, Biden’ın komik ve nereden geldiği bilinmeyen bir 9 milyon doları var. Buna karşılık, yılların senatörü şiddet uygulayarak rejim değişikliği konusunda bilgi birikimine sahip. Bu konuda Belgrad ve Kiev’de başarılı oldu. Oralarda başkanlık mahmuzlarını ve göründüğü üzere aile kasası için bir şeyler kazandı.
Washington’daki sabır oyununa Almanya’da verilen tepkilerden bazıları tuhaf görünüyor. Alman hisse senedi endeksi başlangıçta düştü ve Alman Sanayicileri Birliği ABD’de seçimin galibi hakkında “Uzun süreli bir belirsizlik evresinin” “ABD demokrasisine olan güveni” zedeleyeceğini açıkladı. Sanki ABD’de olağanüstü yeni bir şey varmış gibi. Önlem olarak, Savunma Komisyonu çarşamba günü Airbus’tan 38 yeni “Eurofighter” sipariş etti. Berlin hâlâ 45 adet F-18 ABD savaş uçağını “nükleer savaşa katılım” için istiyor. Bunlar başkanın umurunda bile değil. Savaş durumunda, Alman pilotlarına atom bombası atma emrini kimin seçildiğinden bağımsız ABD başkanı verir. Bazı şeyler seçimlerden bağımsız kalır.
(Çeviren: Semra Çelik)
AVRUPA NEDEN PANDEMİNİN YENİDEN MERKEZİ?
Laura SPINNER
The Guardian
Avrupa’da geçen hafta bir buçuk milyon Kovid-19 vakası kaydedildi; bu rekor sayı kıtayı yine pandeminin merkezi yaptı. Britanya’da 5 Kasım’dan itibaren ikinci bir sokağa çıkmanın kısıtlanması dönemine girildi. Dışarıdan bakıldığında kıtanın hızla ikinci bir dalganın zirvesine doğru gittiği görülüyor. Fakat bu tek bir dalga değil, birçok yerel dalga ve bu durumun tekrarını engellemek için bunu anlamak çok önemli.
Virüsün değiştiğine dair kesin olmayan belirtiler olsa da bu değişimin bulaşıcılığı veya etkinliğini değiştirdiği yönünde bir gösterge yok. Ayrıca bu değişim kıtanın her yanında eş zamanlı artışı açıklamıyor.
Uzmanlar eş zamanlılığın, ortak paylaşılan haberler ortamında, kamu sağlığı stratejilerinin benzerliklerinden kaynaklandığını düşünüyor. Örneğin tüm ülkeler ilk sokağa çıkma kısıtlamalarından aynı dönemde çıktılar; okullar tüm Avrupa’da eylülden bu yana açık ve belki de eylül sonunda gözlenen soğuk hava dalgasının bir etkisi var.
ABD’li Kamu Sağlığı Uzmanı Anthony Fauci ABD’nin hâlâ pandeminin ilk dalgasıyla mücadele ettiğini ve aynısının Avrupa için de söz konusu olduğunu söyledi. Avrupa ülkelerinin bahar önlemleri daha etkin olmuştu.
Sağlık uzmanlarının şimdiki görüşü Avrupa’nın bahar kısıtlamalarından çıkış stratejisinin başarısız olduğu. Ya politikacılar tavsiyeleri dinlemedi ya da yerine getirmenin koşulları mevcut değildi. Pandemi uzadıkça halkın güveni aşındı ve uzmanlar sonbaharda yine ağır tedbirler alınmasını -ve aynı çıkış stratejisini- önerdiğinde politikacılar onları daha az dinlemeye hazırdı.
Hata sadece politikacıların değil. Bazıları kendi ülkelerinde epidemiye karşı daha başarılı olmuş olabilir fakat hepsi mümkün olduğunca fazla seçmeni memnun etmeye ve yönetimde kalmaya çalışıyor. Bu yeni ıstıraplı konuma yol açan yanlış anlaşılmalardan hepimiz sorumluyuz. Aslında sadece iki tane fakat büyük zarara yol açtılar: Üstel artışı anlayamama ve hem hayatları kurtarıp hem de ekonominin canlı tutabileceği tehlikeli fikri...
Kontrol edilmeyen bir Kovid-19 salgını üstel ve patlayıcı bir şekilde büyür- yani sessizce büyüyerek bir anda kontrolden çıkmış görünebilir ve e en kısa zamanda durdurulması gerekir. Geçmiş pandemi analizleri ve ekonomistlerin günümüz pandemisi üzerine değerlendirmeleri
-geçen ayın IMF raporu da dahil- aynı şeyi söylüyor: Pandemiye erken ve acımasız darbe vuran şehir, bölge ve ülkeler hem daha az hayat kaybı yaşadılar hem de ekonomik olarak en dayanıklıları oldular.
Bu gelecek için ne anlama geliyor? Kamu sağlığı uzmanları ilk sokağa çıkma yasağının -ne kadar kör ve kapsamlı olursa olsun- gerekli olduğunda hemfikirler. Avrupa’da dünyanın gerisi gibi bilgi ve ekipman konusunda eksikti ve vakit kazanmaya ihtiyacı vardı. Birçok ülkede bu kısıtlamalar enfeksiyon oranlarını, uzmanların istediği oranda olmasa da bastırdı. Virüs hâlâ dolaşımdaydı -yani hâlâ toplum içinde yayılıyordu- ve yeni salgınlar kaçınılmazdı. Dolayısıyla bir sonraki sürecin en etkin yöntemi salgınların belirlendiği alanlarda yeni kısıtlamalar getirmekti.
Bu salgının bulunduğu bölgeleri belirleyecek etkin bir test ve takip sistemine sahip olmayı ve ortadan kaldırmak için -bölge içi ve dışına seyahat kısıtlamaları, sosyal mesafe, anahtar işçilerin korunması, vs. gibi- koordineli bir seri tedbir gerektiriyordu. Böylece, etkilenen bölgelere destek daha hedefli şekilde sağlanabilir ve devlet üzerinde finansal etkisi azaltılabilirdi.
İlkin bu stratejinin başarısız olduğunun farkına varılamadı. Çoğumuz rahat bir yaz geçirdik. Fakat enfeksiyon oranları sabit değil üstel şekilde artıyordu. Eylülde okul, üniversite ve işyerlerine dönüşler yayılmayı artırdı ve ekimde hastaneler alarm vermeye başladı. O zamana kadar uzmanların daha sert tedbirler ve en savunmasızlar için daha fazla koruma çağrıları haftalardır göz ardı edilmişti. Bitkinlik yerleşmişti.
Fransa’da hükümete danışmanlık yapan bilimsel kurulun eylülde yaptığı uyarılarının alarmlı olduğu ithamlarıyla istifaları istenmişti. Kıtanın şu anda en yüksek enfeksiyon oranlarından birini yaşayan Belçika’da Virolog ve Hükümet Danışmanı Marc Van Ranst Almanya’nın kısmi sokağa çıkma yasağına dair 29 Ekim’de “Biz bunu altı hafta önce yapabilirdik ve yapmalıydık” demişti.
Yunanistan ve Çekya gibi yakın zamana kadar enfeksiyon oranlarının düşük kaldığı ülkeler de dahil tüm kıtada gidişat endişe verici. Her yerde tedbirler sertleşmekte. Her ülkede farklılar çünkü hem yerel koşullar farklı hem de önümüzdeki süreçte neyin başarılmasının istendiği konusunda farklılıklar var. Bazı bilim adamları kısıtlamalardan çıkış stratejisi olarak toplum içi yayılmanın tamamen sone ermesi gerekliliğini savunuyor; diğerleri enfeksiyon oranının biraz daha azaltılmasının yeterli olacağını çıkış stratejisinin işi bitirileceğini, ekonomilerin de daha erken nefes alma fırsatı bulacağını savunuyor.
Şeytan her zamanki gibi ayrıntıda gizli. Şimdi çıkış stratejisini uygulamakta bahardan daha yetkin olacağımız kesin. Kıta çapında farklı olsalar da test oranları yüksek. Takip sistemleri olabileceği kadar olmasa da daha iyi seviyede. Daha çok ileriye dönük ve enfeksiyona yakalanan kişilerle yan yana gelenleri bulmaya yönelik. Salgınların kaynağını bulabilmek için daha çok geriye yönelik olanına ihtiyacımız var. Bakım gelişti ve hastaneler daha hazırlıklılar. Birçoğumuz sosyal mesafeyi rutin olarak uyguluyoruz.
Fakat, insanlar bir sene öncesinden daha yorgun ve fakir ve dahası tamamen bıkmış durumda. Bu nedenle hükümetlerin bu çıkış stratejisinin neden tek mümkün strateji olduğunu açıklaması çok önemli. Büyük küçük, zengin fakir, ada ülkesi ya da değil başarılı ülkeler örnek gösterilmeli: Avustralya, Tayvan, Vietnam, Yeni Zelanda, Güney Kore, Çin. Herkesin hem üstel artışı hem de ekonomiye sahip çıkma fikrinin kötü yatırım olduğunu anlaması gerekli. Virüsü bastırmak zorundayız. Tüm diğer alternatifler daha kötü.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)