11 Kasım 2020 04:00

Toplumun damarlarında kadına karşı yeniden üretilen şiddet

Hazan İLİK

YTÜ

Hepimizin bugünlerde yaşadıklarımızı daha anlaşılır kılması için kullandığımız, dilimize pelesenk hale gelen “pandemi süreci” ve “karantina dönemi”nin kimi meseleleri çok daha görünür kıldığını, daha yakıcı hale getirdiğini bir süredir konuşuyoruz. Bu meselelerin tek tek hepsi başta sınıfsal, ulusal, farklı cinsiyet ve cinsel yönelime sahip farklı grupları aynı derecede yakmıyor elbette. Örneğin salgın boyunca ücretsiz izne ayrılmaya zorlanan işçilere günlük 39 lira nakdi yardım yapılırken, asgari ücretin bile yarısıyla aylar geçirmeye zorlanırken aynı günlerde günde 31 milyon lira kar eden Koç Holding net karını ikiye katladı. Bu yazının da kapsamı olan, ağırlıklı hizmet sektöründe çalışarak “ailenin eline bakmadan”, ekonomik olarak görece bağımsız bir biçimde yaşamını sürdürmeye çalışan genç kadınlarsa işsiz kaldı, geçimini sağlamakta zorlandı ve aile evine dönmek zorunda kaldı. Üstelik birçok genç kadın uzun bir karantina dönemi boyunca maruz kaldıkları her türlü şiddetin failleriyle birlikte aynı dört duvar içinde aylar geçirmek zorunda kaldı, kalmaya devam ediyor. Kimimizse salgın döneminin kendine has gerilimli ilişkileri içinde ilk kez doğrudan fiziksel şiddete maruz kaldı. Daha “cesaretli” olanlarımızsa tüm ekonomik ağırlığını göze alıp tek başına sırtlayarak ailesinden ayrı, okuduğu şehirde kendi yaşamını kurmaya çalışıyor. Bu şiddet fiziksel şiddetin dışında, Kayseri’den bir genç kadının söylediği gibi; “Evin temizliğinden bulaşığına, yemeğinden ütüsüne her şey biz kadınları bekliyor. Ev ahalisi kalabalık olunca bu iş göründüğünden daha zorlu bir hal alıyor doğrusu.”* şeklinde evdeki erkeklere hizmet etmek biçiminde de hayat bulabiliyor. Ordu’dan Ceren’in dediği gibi de: “Sonuç olarak eve geldiğimde huzursuzluk çıkmaması için nasıl giyindiğime, nasıl konuştuğuma dikkat etmek zorunda kalıyorum. Beni ben yapan çoğu şeyi saklamak zorunda kalıyorum. Siyasi görüşümden, cinsel yönelimime kadar.”** Dünün “dışarıdaki” şiddetten -bir kısmımız için, bir ölçüde- kaçış mekanı olan ev, bugün özellikle üniversiteli kadınlar için ataerkil aile ilişkilerini sonuna kadar hissettiği, “kurtarıcı” özelliklerini büyük ölçüde yitirdiği başlı başına bir şiddet mekanına dönüştü.

ŞİDDET HER YERDE

Şiddet hem içeride, hem dışarıda, yani her yerde… Ataerkil toplumsal ilişkiler içinden her gün yeniden filizleniyor. Bu toplumsal ilişkiler bugünün üretim ilişkilerinin varoluşu ve devamı bakımından bir “koşul” olduğundan kapitalist gerçekliğin kendisi tarafından belirleniyor. Tek tek kişilere özgü tarafları olsa da, her yerde biçim ve düzeyleri değişse de şiddet; tekil değil toplam, kişisel değil toplumsal bir mesele. Şiddeti ortadan kaldırmak da, onu ortaya çıkaran eşitsiz ilişkileri ortadan kaldırmayı gerektirdiğinden, onunla mücadele de politik bir mücadele olmak zorunda. “Eşitliğin, hele ki toplumsal cinsiyetler arası eşitliğin varlığından söz edilebilmesi için, öncelikle bu eşitliğin üzerinden kurulacağı belirli maddi koşulların yaratılması gerekmektedir.”*** Ve uğradığımız baskı, sömürü, şiddet karşısında eşitsizliğin kaynaklarını ve kadınları ezen egemen toplumsal ilişkilerin yapısal nedenlerini parçalayarak bu koşulları yaratacak olan yine biz kadınların birlikte mücadelesi olacaktır. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle tekrarlayalım: Şiddet her yerde, çözüm örgütlü mücadelede!

* https://www.evrensel.net/haber/414164/genc-kadinlar-icin-pandemi-sureci-oldukca-zor** https://ekmekvegul.net/mektup/ailemin-yaninda-beni-ben-yapan-cogu-seyi-saklamak-zorunda-kaliyorum*** https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/243-sayi-227/544-kadinlar-ve-gercek-esitlikspot: Tek tek kişilere özgü tarafları olsa da, her yerde biçim ve düzeyleri değişse de şiddet; tekil değil toplam, kişisel değil toplumsal bir mesele.

Evrensel'i Takip Et